- 913 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
682 – SEBEB İ HAYATIM
Onur BİLGE
“Sebeb i Hayatım,
Bekâr adam her zaman pantolon ütüleyecek değil ya… Kömür yakacaksın, ütüye dolduracaksın, bekleyeceksin ısınsın, yere ütü bezi sereceksin, tülbendi ıslatıp iyice sıkacaksın, pantolonun ütü yerlerini bulacaksın, tam üstünden gideceksin! İşim mi yok yahu! Eğri geminin doğru seferi olur. Haydi gömlek olsa, neyse… En iyisi mi? Ayağımdan çıkardığım gibi ceplerini boşaltıyorum, yayıyorum yatağımın altına, sabaha kadar presleniyor. Ne ateşi, ne tavı… Jilet gibi oluyor!
Siyah yün kumaştan bir pantolon diktirdim. Olur da seninle yolda belde karşılaşırız falan ya… Mahcup olmamayım! Hani üstüm başım dökük ya… Ütülerim, bir gün giymeden ütüsü bozulur! Siyah ya kir götürür. Yıkama derdi yok! Zaten dış giyim öyle vırt zırt yıkanmaz. Ettim edemedim, aldım elime siyah iplikli dikiş iğnesini, başladım bir oradan bir buradan içinden seyrek sepenek dikmeye… İnce ince diktim ama ben de bittim!.. Bir de ütüledim üstünden onu tülbentle. Kız gibi oldu! Haydi şimdi bozulsun bakalım!
Geçenlerde Kaptan’ın gelini bir benim pantolonumun paçalarına bir de Kaptan’la kocasının pantolonunun paçalarına baktı baktı… En sonunda dayanamadı sordu. “Amca sen o pantolonun paçalarını diktin mi?” Güldüm. “Evet ya! Diktim! Ütülemeyle baş edemedim, içinden içinden diktim!” dedim. Mutlaka deneyecektir. Ben kendime bakamıyorum, doğru dürüst. O hem kendine hem bebeğine, hem de koskoca iki adama bakıyor.
Gömleklerin yakaları kolalanıyordu eskiden. Şimdi artık balina konuyor içlerine. Plastik çıktı ya… Her yere girdi. Ben beyaz gömlek giyemiyorum eskisi gibi. O zaman Nevin vardı. Söylene söylene yıkardı. Bilmem ki neden söylenirdi? Daha Türkiye’de çamaşır makinesi yokken ben ona ithal makine almıştım. Neymiş ben boynumu hiç yıkamıyor muymuşum? Bu kadar kiri pisi nereden buluyormuşum? Yıkana yıkana beyaz gömleklerim sararıyormuş! Bence yıkana yıkana değildir o ütüleye ütüleyedir. Ütü yapmasını bilmezsen… Yanıncaya kadar kokusunu duymazsan…
Ne yapacaktım yani? İşyerlerindeki memurların, gömleklerinin manşetlerinin kirlenmemesi için kollarına taktıkları iki taraftarı lastikli siyah kolluklar gibi boynuma siyah bir yakalık mı taksaydım!
“Arapsabunu al Necmettin!” “Öküz Baş çivit al Necmettin!” Sabun al, şunu al, bunu al! Öf! İyi ki gitti! İyi ki gitti de liste liste sipariş bitti!
Adamın birinin müdür olarak bir yere tayini çıkmış ama çocukları okuduğu için ailesinin rahatını bozmak istememiş. Becayiş falan yapmak ümidiyle kendisi kalkıp gitmiş. Ayda bir de evine gidecek, çoluğunu çocuğunu görecek, hasret giderecek. Daha on gün olmadan hanımından bir mektup almış. Merak ve heyecanla açmış. Bir de bakmış ki bir aşk mektubu! Bunca yıldan sonra böyle, yeni nişanlananlar gibi…
“Canımın İçi, Gözümün Nuru, Evimin Direği, Veli-i Nimetim, Seveb-i Hayatım, Biricik Kocacığım,”
“Allah Allah! Bu zamana kadar hiç duymadığım sözler! Bu tür hitapları da bilir miymiş bizim hanım?”
Sen gittiğinden beri tadımız tuzumuz kalmadı. Yokluğun çekilecek dert değil! Nasıl dayandığımı gel de bana sor! Seni daha şimdiden ne kadar çok özledim! Sana olan hasretimi nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Sevdiğin yemekleri pişirdiğimde boğazımdan geçmiyor! “Ah! Şimdi Sevgili Kocacığım da burada olsaydı da o da yeseydi bizimle beraber!” diyorum kendi kendime! Gittiğin günden beri iki gözüm iki çeşme… Halimi sorma! Çok kötüyüm, çok!..”
“Bir de el ele, kol kola gezen çiftlere özenirdim. Ne kadar da seviyormuş karıcığım beni de haberim yokmuş! Beraberken birbirimizin kıymetini bilememişiz. Bak! Gördün mü! Ayrılınca aşk nasıl da ortaya çıkıverdi!” devam etmiş okumaya…
“Bu hafta sonu geleceksin ya… Yağ getir, pekmez getir, bal getir, sucuk getir, pastırma getir, lokum getir, şeker getir, et getir, balık getir, tavuk getir…”
Liste uzamış da uzamış… Uzamış da uzamış… Adam mektubu avucunun içinde buruşturduğu gibi, masanın altındaki çöp sepetine atmış! Belki de vazgeçmiştir eve gitmekten. Ertelemiş de olabilir.
Davulun sesi karşıdan hoş gelir. Her şey karşıdan güzel! İşin içine girildiği zaman rengi değişiyor. O zaman karşılıklı beklentiler ortaya çıkıyor. Menfaat çatışması başlıyor. Beklentiler tatmin edilemeyince öfke fışkırıyor. Adam kızıyor, bağırıyor. Kadın ağlıyor hıçkırıyor. Ne ilgi kalıyor, ne sevgi ne de aşk…
Cesareti ya da dayanağı olan boşanıyor. Aciz olan susup oturuyor ama kuzu kuzu değil… Hem pişman hem düşman olarak…
Ben de güçlüklerle kurmuştum yuvamı. Her şey on beş yirmi dakikada olupbitti! Koridorda saatlerce bekledik, hâkim birkaç dakikada bitirdi işi.
Ayrılma kararı çoktan alınmıştı. En son ben haber aldım. Ailesiyle kararlaştırmışlar. Anlaşarak ayrıldık. Kimse kimseden bir şey istemedi. İsteseydik de birbirimize verecek bir şeyimiz yoktu ki zaten!
Evden birkaç parça eşya alarak çıktım. Özel eşyalarımı bile ona danışarak, gerekip gerekmediğini sorarak… Bütün ev eşyalarını bıraktım. Yavaş yavaş paketledim aldıklarımı. Bir tatar arabası çevirdim. Hızla yükledik, dükkânın önüne indirdik. Seri hareketlerle içeriye taşıdım. Arka odaya yığdım, yavaş yavaş yerleştirmeye başladım. Her şey tekrar birer birer elimden geçti. Yanlışlıkla gelen ne varsa, bir poşete koydum, geri götürmek üzere kapının arkasındaki çiviye astım.
Unutulan bir şeyler vardı geride, unutulmayan anılar arasında. Bir kadının pek de ihtiyacı olmayan, erkek içinse elzem… Arka odada kalabilmem için elektrik tesisatının elden geçmesi lazımdı. Tornavida, kontrol kalemi falan gerekiyordu. Birkaç kaset karışmış, ona ait… Birkaç kitap falan… Bir iki giysi, nasıl olmuşsa… Hem onları vereyim hem de alet çantamı alayım diye eve gittim. Bizimkinde surat bir karış! Sanki babasını öldürmüşüm! Elinden gelse bir kaşık suda boğacak beni! Burnundan soluyor! Eli belinde…
“Neden geldin?” dedi, öfkeyle.
“Bir şeyler unutmuşum. Alet edevat…” dedim.
“Al, neyin kaldıysa… Götür takatukanı evimden! Bir daha da buralara geleyim deme!.. Şeytan görsün suratını!..”
“Kontrol kalemi lazım oldu da…” dedim yine sabırla.
El âlem duyacak, rezil olacağız millete! Sırf seni kıskandığı için… Oğlanlar müzevirlik ettiğinden… Kendisi de dedektif kesildiğinden… Araştıra araştıra hoşlanmayacağı şeyleri ortaya çıkardı. Sonumuzu hazırladı.
Çok fazla meraklı olmanın, her şeyi fazla deşelemenin iyi olmadığını söylüyor Kaptan. Böyle şeyler bize yasaklanmış. Kapı dinlemek gibi, cep veya çanta karıştırmak gibi… Sorup soruşturmak, hayatını araştırmak… “Bunlar ara açan hareketlerdir.” diyor.
“Al al!..Tornavidana kadar götür! Hiçbir şeyin kalmasın burada! Bir tek iğnen düğmen bile!..” diye bağırıyor!
“Birkaç eşyan karışmış benimkilerin arasına. Fark ettim de… Onları getirdim! Birkaç kaset, birkaç kitap falan işte!”
“Gönderirdin, acelesi mi vardı! Bir tornavida için bahane etmişsin, koşup gelmişsin!”
“İki leğenin ikisi de sende… Makinen de var. İnsan birini bari verir! Bu adam ne yapacak, çamaşırlarını nerde yıkayacak diye düşünmez mi!”
“Vermedim, vermem! Bitimi bile vermem sana! Ne lazımsa gider alırsın kendine. Çarşıda çok… Bir de kadın bulursun, yıkattırırsın! Yapmadığın şey mi! Sen bilirsin işini! Artık beni kullanamayacaksın!”
“Kim kimi kullandı be! Ne diyeyim şimdi sana? Gözüne dizine dursun!.. Öyle diye diye günahımı aldın ya… Allah’tan bulasın! Bu zamana kadar bir şey yapmadım ama bundan sonra yapmayan namussuz!..” diyerek çarptım kapıyı, çıktım evden! Arkamdan hâlâ laf yetiştiriyordu:
“Yapmazsan hatırım kalır! Aptal sandın değil mi beni? Anlamadım sanki ben! Hadi ordan!.. Cehenneme zümera! Sen çok arayacaksın beni ama gölgemi bile bulamayacaksın! Sende o akıl olduktan sonra daha çok sürünürsün sen!”
“Sen de kına yakarsın ellerine ayaklarına! Saçlarına da yak!” diye mırıldandım, dişlerimin arasından. Kendim zor işittim. Atladım bisiklete, bastım pedala…
Annesi babası vardı içeride. Onlara güveniyordu. Onlar, mahkeme öncesi, eşyalarla birlikte onu ve çocukları götürmek için gelmişlerdi. Çocukları vermek istemiyordum aslında ama onlara bakacak maddi gücüm yoktu. Nesrin’in babası zengindi. Ben batmıştım. Evlatlarımın bari istikballeri kurtulsun istedim. Bağrıma taş bastım, katlandım!
Çağlar’la Çağın neyse de ille de Çiğdem! İlle Çiğdem!..
Dul”
***
On ur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 682