- 660 Okunma
- 5 Yorum
- 2 Beğeni
680 - HURDA
Onur BİLGE
“Dua,
İyi kötü her işimi kendim yapıyorum da şu yorgan kaplama işini bir türlü beceremiyorum. Ben öyle ev hanımları gibi haftada bir yorganın çarşafını sökecek, yıkattıracak kadın kız arayacak değilim. Bir çarşaflandı mı bir ay kullanırım. Bekâr adamım ben.
Bu eve ilk geldiğim günlerde yoldan geçen Aksekili çocuktan iğne, iplik, lastik falan almıştım. Ne uyanık çocuktu! Ben sadece yorgan iğnesiyle yorgan ipliği alacaktım, neredeyse boynuna taktığı tablada ne varsa hepsini bana satacaktı!.. “Siyah beyaz makara da var amca! Çok lazım olur. Yüksük vereyim mi? Lastik iyisinden, Avrupa hem de… Makas ister misin?” “Yok artık deve!..” dedim kendi kendime. Az daha: “Beni de al!..” diyecekti. Kendisini evlat edindirecekti! Bunlar çekirdekten ticaret adamı yetişiyorlar. İstanbul’da da vardı büyük tüccarlardan onun gibi Aksekililer. Hem de eski kulağı kesiklerdendiler.
Pervin sağ olsun, çarşafları yıkadı getirdi. Kar gibi etmiş. Mis gibi sabun kokuyor. Çivit de kullanmış, iyice ağarmışlar. Mavimsi beyaz olmuşlar, yenilenmişler.
Kızcağız bir de utana sıkıla: “Sırdaş, ütüleyemedim. Nemli nemli topladım. Annemle dört ucundan çekiştire çekiştire muntazam bir şekilde katladık. Biraz da üstünde oturdum. Ütülenmiş gibi olmuştur artık idare et!” demez mi! Sanki bana ütü lazım! Ben yıkanıp geldiğine şükrediyorum!
“Tamam kız tamam! Olmuş işte! Daha ne olsun! Ben de senin düğününde kalburla su taşırım, ödeşiriz. Teşekkür ederim. Ellerine sağlık! Annene de selam ve hürmetlerimi iletirsin.” dedim.
“Kalburla su taşınır mı Sırdaş? Sen benimle dalga mı geçiyorsun?” diye sitem etti.
“Taşınmaz mı kızım! Kalıp kalıp buz koyarım kalbura, getiririm. Siz de millete buzlu şerbet mi ikram edersiniz artık, buz gibi su mu? Onu siz bileceksiniz.”
Kız bunları bıraktı gitti. “İğne var, iplik var, çarşaflayacak kimse yok. Ne yapsam bilmem ki!” diye söylenmeye başladım. Daha önce bizim kızlar oluyordu. Birinden biri oyulgalıyordu. Bazen iki kişi birden girişiyorlardı. Karşılıklı çapraz iki köşeden başlıyor, iki kenarı biri, diğer iki kenarı da öteki teyelliyor, gözümde dağ gibi büyüttüğüm işi bir çırpıda hallediveriyorlardı.
Bugün iş başa düştü. Çarşafı yere bir güzel serdim. Yorganı üstüne koydum. Yorganı düzeltiyorum, çarşaf kayıp gidiyor. Çarşafı çekiştiriyorum, yorgan yamuluyor. Bir türkü dört ucunu denk getiremedim! Kızlar ne kadar düzgün kaplıyorlardı. Yorgan çarşafının dışa dönen kenarları birbirine eşit oluyordu. Yalnız baş tarafını biraz fazla bırakıyorlardı ki yorganın yüzü kirlenmesin!
Kaptan der ki: “İstanbullu! Dua et! Başın dara gelsin gelmesin dua et! Duamız olmasaydı ne ehemmiyetimiz vardı! Sıkışınca kaldır ellerini, aç avuçlarını! Ne istersen avuçlarına koyuverir Allah!”
Bildiğim surelerden okudum. Başladım duaya. “Ey kurban olduğum Allah’ım! Şu ölüyü yerden kaldıracak birini gönder, ne olursun!”
Kalktım kendime yemek hazırlamaya. En kolayından makarna yapacağım. Patates kızartacağım. Teldolapta bir küçük kâse de yoğurt var. Yeter de artar bile! Biraz çokça yaparım, aç gelen çocuklar olur. Zaten yalnız sofraya oturmak en nefret ettiğim şeydir!
Ben yemek yapmakta olayım, kapı çalındı. Baktım Emine’yle Hüsnü… Yeni evlendi bunlar, el öpmeye gelmişler! Daha içeriye adım atar atmaz gelin hanım yorganı yerde gördü.
“Sırdaş bu ne? Yorgan mı kaplayacaksın?”
“Hayır, kızcağızım yahu! Nerde bende o marifet! Yapabilir miyim acaba diye geçtim başına ama gördüğün gibi işte! Yerden kalkamıyor garibim! Zahmet olacak ama bir elinden tutsan… Belki sen kaldırabilirsin.”
“A! Sözü mü olur Sırdaş! Seve seve hem de…” dedi, geçti başına, yarım saate kalmadı, hallediverdi. O zamana kadar benim de işim bitti. Yemekler oldu olacak. Hal hatır sorarken, üç beş laf ederken yemekler de oldu. Kızı iyi ezmiş annesi! Yemeklere de el attı. Yoğurdu sarımsakladı. Kurdu sofrayı, hep beraber güzelce karınlarımızı doyurduk. Üstüne bir de çay içtik.
Yahu, şu yoksulluğun gözü kör olsun! Bir çeyrek altın alıp da takamadım ya ben bunlara! Ancak: “Bir eksiğiniz var mı?” diye sorabildim. Onlar da beni zor durumda bırakmamak, hiçbir şey istemeyerek de yıpratmamak için olsa gerek, ahşap bir anahtarlığa ihtiyaçları olduğunu söylediler. Hemen bir gazete kâğıdı aldım. “Şu büyüklükte olsun mu? Şurasına anahtarları asarsınız, burasına da elbise fırçasını… Ortasına da oval bir ayna… Oldu mu?” diye sordum. “Aliyülala!..” dediler. Böylece düğün armağanını bedavaya getirmiş olduk.
Param olsa, cimrilik eder miyim onlara! Çoluğum yok, çocuğum yok bakılacak. Dedeleri gani nasıl olsa! Dayıları da var. Bakarlar çocuklarıma. Mutlaka bakıyor olmalılar ki gittiklerinden beri onlardan ses seda yok! Sıkılmış olsalardı bulurlardı beni. Ne yapacaklar benim gibi çulsuz babayı!
Öyle ya! Sen ne yapacaksın! Kim ne yapacak! Ellimi çoktan aşmışım. Benim gibileri ancak teneşir paklar! Onlar da sen de her şeyin en iyisine layıksınız aslında.
Bir zamanlar tek duam vardı. Üstelik inkârcının başıydım o zamanlar. Dua’m sendin! Şimdi her şey için dua ediyorum. Bazen dua etmeye gerek bile kalmıyor. Allah, yarattığının neye ihtiyacı olduğunu bilmiyor mu! Hepimizin halini görüyor. Vermeyecek olsaydı, ihtiyaç hissettirmezdi. İhtiyaçları fazla fazla karşılarsa serveti mi tükenecek! Bol keseden veriyor hem de! Hak edene de etmeyene de fazla fazla…
Benim yeni evlilere sorduğum gibi mi soracak, neye ihtiyacımız olduğunu! Ay aydın, yol belli… Her şey gün gibi ortada!
Bayram çocuğu gibi yılanını çıyanını tepeden tırnağa giydiren O! Tavuğa turaca tüyünü döktüren, yeni tüyler veren O! Yer altında yeryüzünde, ta denizin dibinde ne kadar mahlûk varsa hepsini doyuran O! Yeter ki O’nu bilelim! O her şeyi biliyor. Her yarattığını, her şekilde görüyor, gözetiyor.
A!.. Kaptan gibi konuşmaya başladım ben! Kır atın yanında duran, ya huyundan ya tüyünden… Üzüm üzüme baka baka... Kararmam ben, ağarırım. Olgunlaşır demeliyim! Kenarına bak... Yok! Anasına bak kızını al! Olmadı! O Hüsnü için geçerli… Kaptan’ına bak, İstanbulluyu al!
Ah! Ah!.. Kim alır ki İstanbulluyu! Alsa alsa antikacı alır, bu yaştan sonra. Elliyi geçtim ya… Yarı antikayım artık.
Yok yok! O da almaz beni. Kötü kullanılmış olmamam gerekiyordu. Ben fena yıprandım. Aşk elinden fena hırpalandım! Bir de yokluk! Bir de çokluk!..
Alsa alsa hurdacı alır beni!
Hurda”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 680