- 601 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Ladin Ağacı ve Yaban Keçisi
Yaz tatillerinde sadece elde tırpan çayır-tarla biçmeden öte başka işler de vardı köy yerinde benim için. Bazen köyün içme suyunun borularının onarımı için muhtar haber salar bekçi amcayla. Bekçi seslenir uzaktan. Yanımıza gelmek için kendini yormaz:
“Yarın kazma-kürek bir kişi de sizden istiyor muhtar. Sular akmıyor köy çeşmelerinden…” Böylesi davetler her yıl alırız yıl içinde birkaç kez. Bileği kuvvetli genç, orta yaşlı toplanıp köyün ortak işlerini yapmak gelenek olmuştur. Hiç kimse muhtarın çağrısına kayıtsız kalamaz!
Bazen yayla çağırır beni. Annem haber salar köye. Kuzuların kırkım zamanı gelmiş. Madem, koyun besliyor babamız, kuzu kırkımı da beni bekler her yıl ağustos ortalarında. Kırklık denilen büyük bir makasla kırkım yapmak hiç kolay bir iş değil! Yayla vardığımdan bileği kuvvetli bir çoban arkadaş bulursam ne ala yoksa tek başına 70-80 kuzuyu kırkmak adamda kondisyon diye bir şey bırakmaz. Bel kemiği iki gün düzelmez insanın.
Önümde babam var. Sorumluluk onun üzerinde. Çayır biçilmiş, Cin Dağı’nın tepesini beyaz bulutlar sarmış, yarın muhakkak yağmur yağacak!.. Yemyeşil otlara yağmur yağarsa otların kalitesi düşermiş… Fazla ilgilendirmezdi beni. İşler bitsin, eylül ayının bir an önce erken gelmesi biricik beklentim. Seminerler başlayacak ve ben ellerimin derisinin manda derisi gibi sertleşip kalınlaştığı bir yaz sezonunu daha bitirmiş olacağım…
Babam akşamleyin planlardı ertesi gününün işlerini. Okulda her gün, günlük plan yapmanın monotonluğu biz öğretmenleri sıkardı açık kalplilikle söylemek gerekirse. İstemeden de olsa günlük planlar yapılırdı yine de. Babamın plan yaparken sıkıldığını hiç zannetmiyorum. Köyde işler planlanmazsa düzenli dirlik olmaz. Hele de yağmurun sık sık yağdığı Doğu Karadeniz Bölgesinde. Bir saatlik iş gevşek davranıp savsaklanırsa tarla olsun çayır olsun hiç fark etmez. Aniden bir yağmur yağar. Her şey berbat olur. Ve de havanın düzelmesi uzun sürerse ekinler çürümeye yüz tutar, yeşil çimenler küflenir…
Tüm bu olasılıkları bilen babam, metrolojinin tahminlerine fazla güvenmez. Yılların verdiği deneyimle, rüzgârın yönü ve hızı, güneş ışınlarının parlaklığından en önemlisi de kuzeyden beyaz bulutların yükselmesi babamın en güvenilir hava tahmin verileriydi.
Akşam yemeğini yedik. Sıra kıtlama çay faslına geldi. Babam, “Yarın erkenden balta hızarı kuşanıp ormana gideceğiz. Geçen gün yayladan yürüme dere yolundan geldim. Eski Yayla’nın hemen aşağısında çayın öte yakasında tepesi kurumuş koca bir ladin ağacı gördüm.” Plan belli olmuştu yarın için. Kış odunu hazırlığı içindi babamın planı. Daha farklı bir iş çıkmıştı demek ki. Devam etti sözlerine:
“Hanımlar, biz erkenden çıkarız yola. Yatmadan önce peynir-ekmek bir çıkın hazırlayın. Ağacın yanına vardığımızda karnımızı doyururuz.” O gün de yetesiye yorgunduk evcek. Son harman yormuştu bizi. Tınaz makinesiyle öğleye kadar buğdayları samandan ayırdık. Ürünün çuvallanıp kilere taşınması, samanın samanlığa doldurulması hiç kolay iş değildi. Köy yerinde harman işi, döven, öküzler, saman tozu… En ağır işlerden sayılır. Harman işi bitmişti ya mutluyduk. Erkenden yat borusu çaldı. Uykunun tatlı kollarına attım kendimi. Sabaha erkenden kalkmak vardı.
Babamın uyarmasıyla gözlerimi açtım. Biraz daha uyumaya neleri değişmezdim! Hafifçe kol-kanat hareket ettirerek giyindim. Ilık bir sabah başlıyordu. Evimizin karşısındaki orman, kuşlar uyuyordu. Tan yeri henüz aydınlanmamıştı yetesiye. Ben hızarı babam baltayı aldı. Bir saat yolumuz vardı yürünecek. Bir an önce karayolunu bitirip vadiye sapınca ormancı tehlikesini atlatmış olacaktık. Olur ya! Orman İdaresinin jeepi önümüze çıkabilir. İşte o zaman ayıkla sen pirincin taşını! Orman için suç aleti balta hızarla dolaşmanın tutarlı açıklamasını yapmak olası değil.
Hızlı hızlı yürüyerek karayolunu bitirip vadinin sağ tarafına geçtik. Güneşin doğmasına epey zaman vardı. Biçim zamanı henüz gelmemiş yemyeşil çimenliklerde yürüyorduk. Yaz-kış suyu fazla eksilmeyen yayla düzlüklerinden pınarlardan kopup derin vadi boyunca akan çay sakin sakin akıyordu ak köpükleriyle. Vadinin yukarısındaki Sahara Dağı’ndan yüce tepelerinden kopan serin yel yüzlerimizi okşuyordu. Yeşillik denizinde yürüyorduk. Dağ çiçekleri çayırları bezemişti alabildiğine.
Çocukluk ve ilk gençlik günlerim geçtiği çayırlar, dereler karış karış hafızamda. Babamda bu topraklarda büyümüştü. Çayırları geçtik. Yer yer taşlık bayırlar vardı önümüzde. Bizlere hiç yabancı olmayan vadinin yer yer dik, geçit vermeyen yamaçlarını da aşarak babamın kış odunu için bellediği ladin ağacının yanına vardık.
Çapı, ormancıların deyişiyle kuturu bir metreden aşağı değildi. Ağacın tepesinden yukardan aşağıya üçte bir bölümü kurumuştu. Upuzun koskoca bir ağaç… Selimiye Camii minarelerinden daha uzundu. Odunu iki senelik yakacak ihtiyacımızı karşılardı. Daha yukarılarda kendisinden daha kısa, genç köknar ve ladin ağaçlarının kapladığı orman uzanıyordu. Sabah sabah uzun bir yürüyüş yapmış, hayli yorulmuştuk.
Balta-hızarı bırakıp dinlenelim diye oturduk. Sahara Dağı’nın yücelerinden esen serin rüzgâr yorgunluğumuzu üzerimizden atmaya yardım ediyordu. Eski Yayla’nın üst tarafında karayolunun sağlı sollu kuşatan çam ormanı karşımızdaydı. Eski Yayla’nın bitiminde dik yamaçlı, bütün ihtişamıyla gür ladin ormanlarıyla kaplı Kayalarla yüz yüzeydik. Ve sağlı sollu, iki yakasında akgürgen, huş ağaçları, daha yukarılarda maki topluluklarıyla bezeli vadimiz uzayıp gidiyordu.
Yetesiye dinlendik. Ladin ağacına bir daha baktım. Kış mevsiminin nice rüzgârlarına direnmişti geçen uzun yıllar içinde. Yetesiye yaşamıştı artık. Uzun yıllar yaşaması olası değildi. Kurumaya başlamıştı. Önümüzdeki yıllarda esecek sert rüzgârlara direnecek özelliğini kaybetmişti. Çobanlık yaptığım çocuk yaşlarımda rüzgârların devirdiği koca koca ladin ağaçlarının düşüklerini görmüşüm. Üzerlerinden karşıdan karşıya geçemeyecek kalınlıkta olurdu rüzgârın kırdığı fundalıkların içinde boydan boya uzanmış çürüyen yüz tutmuş ladin düşükleri…
Tam hızarı kavrayıp ağaca yaklaştık. Babam, ses yapmadan arka tarafa bakmamı işaret ediyordu. Arkaya döndüm sessizce. Aramızda on metre mesafe yoktu. İri kara gözleri fark ediliyordu. Bordo, mor karışımı renkli bir yaban keçisi şaşkın şaşkın bize bakıyordu. Nefes almayı unuttum adeta. Bu harika hayvana biraz daha seyretmek istiyordum. O kadar mahzun ve garip hali vardı ki, anlatılamaz. Az sonra tedirgin oldu. Kafasını sağa sola salladı, sessizce ormanın derinliklerinde kayboldu. Arkasından baka kaldık.
Güneş Yavuzköy’ün Kışlası’nın sırtlarına parlak altın ışıklarını göndermişti. Sahara’nın doruklarındaki kayalar da güneş ışınlarıyla ayna gibi parıldıyordu. Hızara sıra geldi. Ladin ağacının odunu sert değildir. Kısa sürede koskoca ağacı yarı yarıya kestik. Bir mola vererek çayın kenarındaki taşların diplerinden çıkan yarpuz kokan suyun yanında peynir ekmekle kahvaltımızı yaptık.
İkinci bir hamleyle işe giriştik. Biraz sonra ağaç sallanmaya başladı. Ve koskoca ağaç büyük bir gürültüyle boylu boyunca yıkıldı. İki yerden kırıldı, üç parçaya bölündü… Vadi, karşıki yamaçlar yankılandı. Henüz uyanmamış kurt, kuş, börtü-böceğin tedirgin olduğu belliydi. Yaşam alanlarını ihlal etmiştik. Abartısız 6 ay süren bölgemizin kışların için yakacak ihtiyacımız içindi yaşlı ladin ağacına kıymak. Ağaç kesmek, kaçak odun satmak gibi amacımız olmadı hiç bir zaman. Hayvancılık ağırlıklı bir çiftçilikti geçim kaynağımız sülalece. Fakat ormandan nemalanan aileler var köylerimizde maalesef! Fazla durmak tehlike arz ederdi. Yetesiye gürültü oldu. Karayolunu kullanmadan eve döndük. Sonbaharda izin çıkıncaya kadar ormana gitmek gerekmeyecekti.
YORUMLAR
Yine Harika Bir Eser!
İbrahim hocam eser ifadesini bilerek isteyerek kullandım. Yazılarınızı okurken içinde kendimi bulduğumu ifade etmek isterim. Elbette sizin yaşadığınız coğrafya ile benim büyüdüğüm coğrafya, farklı da olsa; yaşam kalitesi üç aşağı beş yukarı birbirinin aynı.
Mesela “Yarın kazma-kürek bir kişi de sizden istiyor muhtar. Sular akmıyor köy çeşmelerinden…” İmece olayı kültürümüzün örneklerinden biri.
Olayları anlatırken, yeşil çam filmi izler gibi, perdenin içinde bütün renkleri yaşadığımı söylerken, kesinlikle abartmıyorum.
Ve son söz!
Bu anıklardan kocaman bir kitap olur demek geçti içimden. Mutlaka raflarda yerini almalı.
Zira Türk milletine, geçmişi bilinçli olarak unutturuluyor. Topraklarımız sahipsiz kalırken, bir vilayetimiz kadar yerlerden toprak kiralanıyor. Yaramız derin hocam.
Güzel yazı için kutlar, Esenlikler dilerim.
Saygılarımla.
İBRAHİM YILMAZ
Dar gelirli ailelerin çocuklarıyız. Emeği katık ederek büyüdük. gelenek ve görenekleri Atatürk ilkeleriyle taçlandırdık. fakat bu güzel ülkeyi yetesiye gönendiremedik üzüntümüz bu ve ortak.
Dilerim güzel günler görür daha içtenlikli yazılarda buluşuruz.
İlginize içtenlikle teşekkür ederim. selam ve saygılarımla.
Artvin'in o güzelim dağlarında, köyünüzde ne güzel, ne sağlıklı günler geçirmişsiniz kim bilir Hocam? İnsan unutabilir mi çocukluğunun, gençliğinin geçtiği o güzelim yerleri, o nur yüzlü dedelerini ninelerini ve arkadaşlarını? Kutluyorum yürekten...
İBRAHİM YILMAZ
çalışma koşulları Adem baba usulu zorluydu lakin yine de güzeldi her şey.
Selam, saygı ve sevgimle.