- 698 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
BAY K. (Öykü)
O çok kuralcı biriydi; hayatta onun için önemli olan kurallardı. Hatta ona göre, ”Hayat kurallardan ibaret.” ti. Böyle olunca da, onun için her kural doğruydu. Yeter ki kural olsundu. Buna görgü kuralları da dahildi. Bu kuralcılığı, her zaman her yerde, kısaca yaşamın her alanında ailesinden iş ortamına kadar geçerliydi. Bu yüzden onunla bir arada bulunmak zorunda kalanlar, kendilerini hep gergin bir ortamda hissederlerdi. Onun için kurallar insanlardan daha önemliydi.
Çalıştığı yerde mutlaka o kurumun başarısı için çalışırdı. Bunu sağlamak için her türlü fedâkarlığın yapılması gerektiğini söylerdi. Onun anlayışına göre, bu uğurda çalışanlar bile feda edilebilirdi . Bu anlayışını ise, kendine göre şöyle açıklardı: ”Çalışanlar gelip geçicidir, önemli olan kurumun yaşamasıdır. Bunun için de kuralların işlemesi gereklidir.” derdi. Yine ona göre, “Başarının devamlı olması için bir kurumda kurumsallaşma şart.” derdi. Amir olarak çalıştığı iş yerlerinde kuralları kendi koymayı da severdi. “Burada kuralı ben koyarım.” der, ardından da mutlaka: “Ben ne dersem onu yapmak zorundasınız.” diye de eklerdi. Yaptığı işin en iyisini yapmaya çalışırdı. Şunu da belirtmek gerekir: Gerçekten o, tüm kanunları, yönetmelikleri ve genelgeleri de gayet iyi bilirdi. İyi bilmesi bir yana, asıl kötü tarafı tüm bunları tam olarak uygulamaya kalkmasıydı. Karşısındakinin insan olduğunu düşünmez; onları, emredilenleri yapmak zorunda olan birer robot olarak kabul ederdi. Sonra yine, herhangi bir konuda bir karar vermişse ve o kararı uygularken bir yerde bir yanlışlık yapmışsa, eleştirileri kabul etmez, yani yanlışını düzeltme yoluna gitmez, verilen o kararı aynen uygulardı.
Yine disiplinle her şeyin halledileceğine inanırdı. Disipline uymayanlar, zaten kendi kendini bu kurumun dışında bulacaklardı. O aynı zamanda insanları harcamayı da çok severdi. Disiplinden anladığı, tatlı sert bir disiplin değil, oldukça sert bir disiplindir. Disiplini uygulayayım derken insanları sıkar ve onlara ister istemez baskı uygular ve ortamı gererdi. Kendisi işine zamanında gidip gelir ve herkesin de öyle olmasını isterdi. Haydi, böyle bir durumla bir kez karşılaştı; bunu normal karşılar, ama bir daha böyle bir durumla karşılaşmak istemediğini, sizi yanına çağırarak gayet sinir bozucu bir ses tonuyla söyler, sonra da bu işin sonunun nereye varacağını ima ederek, kendine göre “izah etmeye” çalışırdı. Kısaca her şeyin başı disiplindi ve bunun için de kurallara mutlak surette uyulmalıydı. Hatta acil bir durum yoksa izin alınmasını da istemezdi; Çünkü işler aksayabilirdi.
O, bu kuralcılığını kendi özel yaşamında da aynen uygulardı; evindeki düzenden eşinin
giyimine kuşamına karışacak kadar her şeyde kural arardı. Eşinin, evin içinde ve dışında nasıl giyineceği, nasıl makyaj yapacağı gibi durumlardan tutun da davranışlarına ve konuşmasına kadar her şeyine karışırdı. Mutfak için de yine durum aynıydı. Mutfak rafları düzenli mi, tabaklar, bardaklar, çatal ve kaşıklar her şey yerli yerinde mi, iyi temizlenmiş mi; buzdolabının içi düzenli mi, aylık yemek listesine uyuluyor mu... Her şeye ama her şeye karışırdı. Karısı birçok zaman söylenir ama ağzının tadı bozulmasın diye fazla da sesini çıkarmazdı.
Eşyaları onun bildiği yerde ve düzenli olmalıydı. Takım elbisesi, pantolonları, gömlekleri düzenli, ütülenmiş bir şekilde dolabında olmalıydı. Hatta öyle ki İç çamaşırları bile katlanmış ve ütülenmiş bir biçimde yerlerinde düzenli durmalıydı. Terlikleri ve ayakkabıları da yine dolabında düzenli bir biçimde durmalıydı. İster evinde olsun ister işyerinde olsun, onun bilgisi dışında hiçbir şeyinin yerini değiştiremezdiniz. Zaten yıllardır hiçbir eşyasının yeri değiştirilmediği için tüm eşyalarının yerlerini ezbere bilirdi. Eğer yanlışlıkla değiştirilmişse hemen fark eder ve tekrar eski yerlerine konmasını sizden rica eder ve memnuniyetsizliğini de kızmak yerine surat asarak belli ederdi. Herkes de onun bu surat asmasından adeta ölümüne korkardı.
Çok titiz bir insandı; Bu yüzden geç evlenmişti. İlk evliliği bu titizliği yüzünden yürümemiş, ikinci evliliğini yapmıştı. Hatta bu evliliklerinde sırf bu titizliği yüzünden çocuk sahibi olmak istemediğini iddia edenler de vardı. Yine onlara göre o, çocuğunu istediği gibi büyütemeyeceği kaygısından tutun da, çocuk nedeniyle işinde başarısızlığa uğrayacağı korkusuna kadar, çeşitli iddialarda bulunurlarda. O ise, çocuk sahibi olmak istemeyişinin nedenini şöyle açıklıyordu: “ Bir çocuğum oldu, ama birkaç gün sonra öldü. Bu acıyı bir daha yaşamak istemiyorum. Çocuğum öldüğü zaman onu kucağıma verdiklerinde, onu sol kolumun üzerinde tutmuştum. Bebeğimin soğukluğunu hâlâ sol kolunda hissediyorum. Ama özellikle de, üzerinden yıllar geçtiği halde, katılmak zorunda kaldığım cenaze törenlerinde, sol kolumda o soğukluğu hissediyorum ve içim bir hoş oluyor. Bunun için hiçbir zaman bırakın ölmüş birine dokunmayı, tabuta dahi yaklaşamıyorum."
Her akşam banyo yapmadan yatmazdı. Dişlerini günde iki kez fırçalar, her gün tıraş olurdu. Hatta saç tıraşını bile o kadar düzenli aralıklarla olurdu ki, onun saçlarının uzadığını hiç gören olmamıştı. Zaten düz olan saçlarını parmaklarıyla çok da kolay tarardı. Mutlaka ütülü takım elbise giyerdi. Arada bir spor giyse bilse, bu tarz giyim onun üzerinde sırıtırdı. Zaten kendisi de böyle bir tarzı benimseyemediğini kabul ederdi. “Ama...” derdi, "İnsanlarla iyi iletişim kurmak için spor giyinmek gerek!". Biraz kiloluydu. Uzun boylu oluşu nedeniyle bu yönü pek göze batmıyordu. Ama şu var ki en belirgin yönlerinden biri de kemer burunlu oluşuydu.
Şehir içinde nereye giderse gitsin mutlaka yanında bir el çantası taşırdı, eğer şehir dışına gidiyorsa büyük bir valiz alırdı yanına. Valizinde gömleklerinden, kravatlarından, kravat iğnelerinden çoraplarına ve iç çamaşırlarına kadar her şeyi vardı. Hatta parfümünü de yanında götürmeyi unutmazdı. Valizi o kadar düzenliydi ki, içinde neyi arasa hemen bulurdu. Ayakkabısı her zaman boyalıydı. Ayakkabı boyası da valizindeydi her zaman. Hiçbir şeyini kolay kolay unutmazdı. Zaten zaman zaman şehir dışına çıktığı için, valizinde bazı eşyaları her zaman hazır dururdu. Yağmurlu ve soğuk havalar onun için sorun değildi. O, bu durumlara karşı da önceden mutlaka önlemini alırdı. Yağmurluğundan şemsiyesine, botundan paltosuna kadar her şeyi hazırdı. Hava durumunu mutlaka önceden öğrenir ve ona göre akşamdan ertesi gün giyeceği giysilerini hazırlardı. Kılık kıyafetine o kadar çok önem verirdi ki, bunun nedenini de şöyle açıklardı: “Kendini saydırmak istiyorsan, giyiminden davranışına kadar her şeyine dikkat etmelisin.” Her yerde, her zaman saygı görsün isterdi. Eğer saygı görmezse bir daha oraya asla gitmez, o kişilerle de bir daha asla görüşmezdi.
O hiçbir zaman mutlu olamıyordu; çünkü her şeyde mutsuz olacak bir şeyler bulurdu. Öyle ki, havanın sıcak ya da soğuk oluşundan tutun da insanların basit şeylere sevinmesine kadar, her şey onun mutsuz olması için birer nedendi. Arada bir mutlu olurdu olmasına da, onun da bir tek yolu vardı; o da onu bol bol övmenizdi. İşte o zamanlar bol bol da gülerdi. Bunu bilenler, özellikle yardakçıları onu bol bol överlerdi. Gerçi kimi zaman övgünün dozunu da kaçırırlardı ama olsun.
Beğenilmeyi, takdir görmeyi çok isterdi; yaptığı işi size soruyorsa bilin ki sizden takdir beklemektedir. Yoksa size akıl soran kim. Ona: “Sensin, bunu ancak sen yapabilirsin!” diyeceksiniz, o da size “Estağfurullah” diyecektir, bundan emin olun. O an sizin dikkatsizliğinizden dolayı bunu fark etmediyseniz size bunu tekrar soracaktır. Sakın ola ki ona başarısız olduğunu söylemeyin. Eğer ağzınızdan öyle bir söz kaçırdıysanız vay halinize. Kincidir; çünkü, kendisi hakkında biri kötü bir şey söylediyse o, onu asla unutmazdı. Bir de şu var ki, “Estağfurullah” demesi, onun alçak gönüllüğünden ileri gelmezdi. Eğer yaptığı işi beğenmediyseniz, neden beğenmediğinizi, neresinin yanlış olduğunu söylemenizi isterdi. Gerçi siz ne söylerseniz söyleyin, o yine kendi bildiğini okuyacak, kendi yaptığının doğruluğunda ısrar edecekti.
Zaten her zaman övülmek istemesi gibi huyu, beğendiği bir kadın görünce daha farklı bir hal alırdı; hemen onun yanına gider, hoş ve güzel sözlerden sonra başlardı kendini övmeye. Yaptıklarını, yapacaklarını anlatırdı hep. Eğer, kadın bu anlatılanları hayranlıkla dinlerse, o anlattıkça daha da çok anlatırdı. Zaten karşısındaki erkek hem güzel giyimli hem de güzel konuşan biri olunca, kibar olan her kadın onu sonuna kadar dinlemek zorunda kalırdı.
Çok konuşkan biri değildi. Ama konuştuğu zaman etkili ve inandırıcı konuşurdu. Kendine göre espriler de yapardı, ama bu onun esprili biri olduğu anlamına gelmezdi. Zaten bu esprileri de bir tek kendisi anlardı. Söylediği sözlerde anlam inceliği olduğuna inanırdı. Bu yetmiyormuş gibi, bir de size bu anlam inceliklerini sormaya kalkardı. Doğal olarak siz bu anlam inceliklerini fark edemeyeceğiniz için söyleyemezdiniz. O da bunu görecek ve buradaki anlam inceliğini size kendisi açıklayacaktır. “Bak bu böyle değil mi?” diye size sorular sorarak açıklamaya çalışacak ve sonunda da kısa ve öz bir söyleyişle ne kadar derin anlamlı sözler söylediğini övünerek anlatacaktı.
Bulunduğu ortamda, hiçbir şeyi beğenmeme gibi davranışları ve konuşması nedeniyle insanları huzursuz ederdi. İnsanlar ne yaparlarsa yapsınlar, onlarda hata arardı ve de mutlaka bulurdu. Bu yüzden hiç kimse de onu sevmezdi. Hele konuşurken, o çok sert konuşması yok mu, işte asıl o, insanı en çok rahatsız ederdi; ona bunu söyledikleri zaman da kabul etmezdi. Bir defasında ondan bilgi almak gibi hataya düşen bir kadın, onun bu tür konuşması karşısında ona, “Çok sert konuşuyorsunuz!” dediğinde, “Hayır, ben sert konuşmuyorum!” diye yine aynı tonda cevap veriyordu. Kadın aynı sözleri iki kez daha tekrarladı, o da aynı sözlerini iki kez daha tekrarladı. Sonunda kadın konuşmaktan vazgeçti, kalktı gitti.
Sanki insanları kırsın diye dünyaya gelmişti. Kime bir söz söylediyse, o sözlerle karşısındakini mutlaka kırmaktaydı. Ama o, her konuşmasıyla yaptığı bu davranış biçimini, aslında insanları kırmak niyetiyle yapmadığını, farkında olmadan yaptığını, sonra da insanların kırıldığını görünce üzüldüğünü söylerdi. Çocukken çok fazla terslenmiş olmasından dolayı böyle bir konuşma tarzına sahip olduğunu da eklerdi. Babası çok sert biriymiş. Yanında onu doğru dürüst konuşturmazmış. Konuşmaya kalktığı zaman da onu, “Sen ne bilirsin ki...” diye terslermiş. O hep böyle açıklardı, böyle bir karaktere sahip olmasının nedenini. Her ne kadar, insanları kırarak konuştuğunu bilse de, bu konuşma biçiminden kendini bir türlü kurtaramıyordu. Önceleri bu konuşma biçimini değiştirmek için çok uğraşmış ama değiştirememişti. Kırmamanın yolunu ancak olaylar karşında insanlara hemen tepki göstermemekte bulmuştu. Fakat ne yaparsa yapsın yine de kırıyordu.
Eğer yanlışlıkla da olsa, ona, “Hak etmediğin halde, falan kişilerin desteğiyle bunu elde ettin.” gibi sözler söylerseniz vay halinize! Onun hakkında nasıl olur da böyle söyleyebilirsiniz: Ne kadar çalışkan olduğunu, ne kadar bilgili olduğunu söyler; bunu da herkesin bildiğini, onun için de herkesten takdir gördüğünü anlatır da anlatırdı. Elde ettiği bu kazanımı, ondan daha iyi hak eden birisinin olamayacağını da eklerdi. “Ancak!..” derdi, “Bunu söyleyenler benim başarımı çekemeyen, kıskanç insanlardır.”
En çok kullandığı sözlerden biri de “Bu niye böyle?”ydi; zaten hiçbir şeyi beğenmediği için yapılan her işe bir kulp bulmak amacıyla bu soruyu sorar, sonra da eleştirisini yapardı. Her zaman her yerde hep kendisinin dediği olsun isterdi. Eğer kendi dediği yapılmamışsa, hiçbir işi beğenmez ve sürekli olarak eleştirirdi. Bir iş yapılırken herkesin ona danışmasını isterdi. Eğer danışmadıysanız yaptığınız işte bir hata arar; bulursa, bulacağından emin olabilirsiniz, bundan da büyük keyif alırdı. Bir de size şunu söylerdi: “Keşke bana sorsaydın.”
Yine, ona göre insanlar ya başarılıdır ya da başarısız; ikisinin arası olamazlardı. Doğaldır ki kendini hep başarılılar arasında sayardı. İnsanın o anki durumuna göre, o işte başarılı olup olmaması onun için önemli değildi. Onun için varsa yoksa başarıydı. Bunun için de disiplin şarttı. O, en çok derbeder, serseri, sorumsuz, dağınık insanlardan nefret ederdi. Onların yaşamasına bir anlam veremediği gibi, onların varlıklarına bile tahammül edemezdi.
Kendisini lider olarak görürdü; çevresine topladığı üç beş kişiye liderlik yapardı. Zaten onlar da onun konumu gereği çevresinde bulunurlar ve ondan yararlanmayı amaçlarlardı. Bu kişiler onun dediklerinin hiçbir zaman dışına çıkmazlardı. Eğer farkında olmadan onun düşüncelerine ters bir söz söylemişlerse, farkına vardıklarında hemen onun gibi düşündüklerini söylerlerdi: “Aslında öyle değil de, şöyle demek istemiştik. Demek ki yeterince anlatamamışız.” diyerek durumu kurtarmaya çalışırlardı. Önceki sözleriyle bu son söyledikleri arasında, anlamca uçurumlar dahi olsa, bu biçimdeki açıklamalarıyla aynı şeyi söylediklerini iddia ederlerdi. Zaten, böyle de yapmasalar onunla ters düşeceklerinden kötü sonuçlar doğabilirdi.
Birçok şeyin gizli kalmasını isterdi; zamanı gelince açıklanabileceğini, ama gerekmedikçe söylemeyi hoş karşılamazdı. Bu yüzden de sır tutabilen insanları çok beğenirdi. Çevresinde de bu özelliği olan insanları tutardı. Yine, çevresinde kendisine laf getirip götürenleri de tutardı, ama onlara hiçbir zaman sır vermezdi. Zaten onlar güvenilmeyecek kişilerdi; nitekim öyle de olsalar, onlar olmadan da olmuyordu işte.
Hiçbir şeye hayret etmezdi; ama “Yapma ya!” diye bir söz duyarsanız, onun bir durum ya da olay karşısında şaşırdığını ya da hayret ettiğini sanmayın. Bilin ki, o sırada başkalarının başarılı olamaması durumuna sevinmektedir. Çünkü o, hep kendi başarılı olsun ister, başkalarının başarılı olmasını istemezdi. Şunu da bilin ki, o yardım etmeyi severdi de! Ancak siz ona danışırsanız, severdi. Size her türlü yardımı yapar ancak bir şartla, bunu tabi o söylemez,: Onu herkesin yanında öveceksiniz.
“Canım” diyerek konuşmayı çok severdi. Onun ses tonunu yükselttiğini hiç gören olmamıştı. En kızgın anında bile ses tonu aynıydı, tek düze bir sesle konuşurdu. Konuşmasında hiçbir heyecan yoktu. Tepkisini bile ses tonunu yükselterek göstermez, o ortamı terk ederek gösterirdi. Zaten onu yakından tanıyanlar, onun ikili tartışmalardan ne kadar uzak durduğunu gayet iyi bilirlerdi. Daha sonra bu durumu, her vesileyle karşınıza getirirdi. Sadece bununla kalsa iyi, size karşı soğuk savaşa da girişir, sizin sinirlerinizi iyice bozmaya çalışırdı. Hatta, bir bakmışsınız ki, size karşı bir cephe de oluşmuştur. Size karşı oluşan bu cepheyi o, sessiz ve derinden sağlamıştır. Bundan emin olabilirsiniz. O kadar ki yaptığınız bir işi, yanlış yapmışsınız gibi önüne gelene anlatırdı. Siz bunu duyup da ona bunu niçin böyle yaptığını sorduğunuzda, oralı bile olmaz, sanki bununla kendisinin hiç ilgisi yokmuş gibi davranırdı. Siz yine de, ona öfkeyle bağırıp çağırsanız da onun için bu, hiç önemli değildi. Bu yüzden size asla tepki vermezdi. Onun için önemli olan, sizin işi beceremediğinizi, beceriksiz biri olduğunuzu başkalarının öğrenmesiydi. Bunu da sağladı ya, gerisi hiç önemli değildi.
Yalnız şu özelliği de belirtmeden geçersek hakkını yemiş oluruz: Hiç kimseyle asla dalga geçmez, kimseyi aşağılamazdı. İlk karşılaştığı insan, onun ilgisini çekmişse kim olduğunu merak edip sorar, eğer beklediği gibi, yani bir makam mevki sahibi değilse, o kişi onun için hiç mi hiç önemli değildi. Zaten, onun gözünde toplumda bir yer edinemeyen ( makam ve mevki) kişi başarısızdı. Onunla konuşup görüşmeye gerek görmezdi.
Sigara içmez, ama yine de yanında taşırdı. Bunun nedeni herhangi bir yere gittiği zaman ilişkilerin iyi olması için sigara ikram ederek samimi bir ortam sağlamaktı.
Mümkün olduğu kadar insanlarla samimi ilişkiler kurmaya çalışır, ama mutlaka kendisini desteklemeleri koşuluyla. Yoksa diğer insanlardan, kendisi için özel olamayan insanlardan ne farkları olurdu ki...
YAŞAR YILTAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.