- 449 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
VAKİTSİZ MİSAFİR
.......................................
Odanın içi iyiden iyiye ısınmıştı ki, dış kapı aceleyle çalındı.
“Hayırdır inşallah” diyerek yerinden kalktı, kapıya doğru hızla yürüdü.
“Buyur.” Etmişti Hacı Kadir.
Kapıyı; başı sarılı orta boylu, giysilerin içinde zayıf görünen, esmer yüzlü bir adam zorlukla itelemişti. Yorgunluğu yüzünden okunuyordu. Siyah gür bıyıkları dudaklarının üzerini doldurmuş, kıştan beri kesmediği siyah sakalları arasında birkaç ak tel görünüyordu. Siyah kaşları birbirine yapışacak kadar gür bıyıklarına uyum sağlamıştı.
Handris’in rüzgârıyla kavrulan yüzünün ortasında biçimli burnunun ucu kızarmıştı. Gür kaşlarının altında iki iri siyah göz parlıyordu. Başını gri bir puşiyle kasketinin üzerine sıkıca bağlamıştı. Mart ayına rağmen sırtında sadece yeni aldığı belli olan siyah kareli bir ceket vardı. Kadife paltolunun paçalarını beyaz yün çorapların içine koymuştu. Beyaz yün çorabını diz kapaklarına kadar çekmiş, beyaz yün iple bağlamıştı. Cizlavet lastiklerinin içine kar dolmuştu. Omzunda taşıdığı nakışlı heybenin gözleri şişkindi. Hacı Kadir şaşkın bir halde tekrar;
“Buyurun, hele içeri girin” dedi.
İçeri girince sobanın sıcaklığı yüzüne vurdu, bir hoş oldu. Nayde bacı oturduğu yerden usulca toparlandı, ayağa kalktı. Adam yarı duyulur bir sesle selam verdi.
“Ve Aleykümselâm, hele buyur içeri.” Derken, meraklı bakışlarla misafiri tanımaya çalıştı, gözleri bir yerlerden ısırıyordu, başı sarılı adamı çıkaramadı.
“Şöyle sobanın arkasına geç otur, belli ki çok üşümüşsün, hem de yorgunsun.”
Misafir konuşmadan ağır hareketlerle lastik ayakkabılarını ayağından çıkarmaya çalıştıysa da üşümüş elleri tutmamıştı. Hacı Kadir hemen kolundan tuttu, sobanın arkasında oturttu misafirini.
“Sen şöyle otur da, gerisi kolaydır.”
Eğildi, misafirin ayakkabılarını ayağından çıkarmaya çalıştı, lastikler donmuştu. Zorlukla ayağından çıkardı. Adam gevşedi, ayaklarını gayri ihtiyarı oturduğu yerde uzattı. Üşümüştü, donmak üzereydi, uzun yoldan geldiği belliydi. Hacı Kadir, meraklı gözlerle misafire bakan karısına seslendi.
“Kalk hele, hanım. Misafirimize sıcak bir çorba getir, uzun yoldan gelmiş olmalı. Sıcak çorba içerse içi ısınır.” Dedi.
“Mutfak damında çorba kaynıyor, ocaktadır. Hemen getiririm.” Dedi aceleyle dışarı çıktı.
Dışarıdan ev horantasına seslenmesi duyuldu. Mutfak damından bir hengâme koptu. Merak edenlerin, kapkacağı hazırlayanların sesi birbirine karıştı.
Adam sobaya yakın oturdu, üşümüş ellerini yanan sobaya uzattı, hemen geri çekti. Misafiri duyan, gören birkaç komşu aceleyle Hacı’nın misafir odasına dolmuşlar, meraklı gözlerle sarılı başına bakıyorlardı.
“Hacı, misafirimiz kimdir?” diye ilkin Hüseyin sormuştu, diğerleri de sordular. Hüseyin, kardeşi Süleyman’la gelmişlerdi.
“Kimdir?”
“Bu vakitsiz zamanda gelen..?”
“Bilmem, birazdan anlarız.” Dedi Hacı Kadir.
Telaş yapmadan ayağındaki beyaz yün çorapları çıkarmaya çalıştı. Ayakları buz kesilmişti. Misafir ellerini sobadan çekti. Ateşi görünce elleri de ayakları gibi azmıştı. Hemen leğen ve soğuk su getirdiler, ibrikle suyu ellerine döktüler. Ayaklarını soğuk suyun içine koydular. Biri seslendi.
“Karın içine koyalım.”
Süleyman koştu, dışarıdan koca bir kar kitlesini getirdi. Leğenin üzerinde ellerini ve ayaklarını karla ovdular, sobadan uzaklaştırdılar. Konuşamıyordu. Geldiğinden beri sadece yarı yamalık bir selam verebilmişti. Nayde bacı sıcak çorbayı getirdi, dumanı üstünde tutuyordu. Hacı Kadir tahta kaşıkla mercimek çorbasını karıştırdı, odaya hoş bir koku yayıldı. Hüseyin yutkundu. Misafirin ağzına tahta kaşıkla azar azar koydular. İlkin zor yutmuştu. Bir kaşık, bir kaşık daha derken rahatlıkla içebiliyordu şimdi. Bir tas çorbayı içti, bitirdi. Gözleri iki siyah zeytin tanesi gibi parladı.
Başındaki puşinin düğümlenmiş uçlarını çözdüler, başından arkaya hafifçe kaydı, kıvırcık saçlarından bir tutam alnına düştü, puşinin altından isyan edercesine kulaklarının üzerine döküldüler. Saçları siyahtı. Siyah iri gözleri biçimli yüzüne yakışmıştı. Misafir ısındıkça bedeni gevşedi, edeplice minderin üzerine bağdaş kurdu. Odada bulunanlar hala meraklı gözlerle bakıyorlardı. Hacı Kadir misafirini bir yerlerden tanıyor gibiydi, ama bir türlü çıkaramadı. Usunu zorladı, o esnada adam Hacı Kadir’e minnet dolu gözlerle bakıyordu. Hacı Kadir bu bakışları tanıdı.
“ Oğlum Kasım, sen misin?” Adam istifini bozmadan;
“Hee, benim Hacı Amca.” Diye bildi, zorlukla. Komşular sordular.
“Kimdir, misafirimiz Hacı? Nayde bacı da soran gözlerle kocasına baktı.
“Allah iyiliğinizi versin, tanımadınız mı bizim postacı Kasım’ı?”
“Postacı Kasım?”
“Evet, odur.”
“Vallahi odur.”
“Ne arar acep bu karda, kıyamette?” diye sordu Nayde bacı.
“Bilmem, onu da kendisinden öğreniriz artık. Bunları bırak da misafirimiz şimdi açtır. Tez elden bir horoz kesin, akşama yetişsin.” Emir vermişti Hacı, karısına bakmadan.
Misafirini ağırlarken aydınlık yüzüne sevimli bir dostluk yerleşti. Postacı Kasım ısındıkça bedeni gevşedi, başı kendiliğinden sol omzuna düştü. Hacı hemen seslendi, köşeye kalın yün döşek serdiler, iki yastık koydular. Kasım’ın ceketini, üzerindeki diğer giysileri çıkardılar, haberi olmamıştı. Üzerinde sadece pijamaları kalmıştı. Yatağa uzattılar, üzerini yün yorganla örttüler. Yorganın yüzü açık mavi, beyaz çiçekliydi. Kasım derin uykuya daldı. Hacı Kadir:
“Vah, oğlum vah, ne kadar da yorulmuş zavallı.” Dedi, acıyan gözlerle ona baktı.
Kasım akşam ezanı okunurken uyandığında önce etrafına şaşkın gözlerle baktı. Oda daha da kalabalıklaşmıştı. Soba yanıyordu, içeri sıcaktı. Şirin gelmişti, durmadan sigara üstüne sigara sarıp içmişti. Odanın tavanında sigara dumanından bir bulut kümesi oluştu. Adil dayı da gelmişti, doksan dokuzluk naylon tespihini aynı ahenkte tane tane çekiyordu. Kirve Halit duyar duymaz koşmuştu, yüzü hep güleçti. Herkesin yüzüne tek tek baktı Kasım, bazılarını tanıyordu. Kirve Halit yataktan yana bakarken farkına vardı.
“Misafir uyandı galiba, Hacı.” Dedi. Odada oturanlar dönüp baktılar.
“Çok şükür kendine gelmiş.” Dedi, biri.
“Kasım oğlum, uyandın mı? Doğrusu korkuttun bizi.” Güler bir yüzle misafirine baktı. Kasım kalkmak istedi. Hacı tekrar:
“Kasım’ım, eğer dışarı ihtiyacın yoksa hiç rahatsız olma. Yatakta kal.” Kasım yatağın içinde doğruldu, ona bir bardak su verdiler. Suyu üç yudumda içti.
“Elhamdülillah, çok şükür.” Çekti.
“Yemeğin hazırdır, oğlum. Şimdi acıkmışsındır.” Kasım’ın ne diyeceğini beklemeden emir verdi.
“Sofrayı serin çabuk.” Dedi Hacı Kadir.
Küçük kızı Melike yeni kalaylanmış siniyle odaya girdi. Sofra kısa sürede serildi, el dokuması halının üzerine. Büyük bakır sininin ortasına tepeleme dolu bulgur pilavı konuldu. Pilavın üzerinde de kızarmış horoz eti vardı. Bulgur pilavı horoz eti suyuyla pişmişti, bol tereyağı dökülmüştü. Oda tereyağı koktu. Testinin suyu serin kalmıştı.
Hacı Kadir:
“Yanaş bakalım, Kasım oğlum. Siz de komşular buyurun sofraya.” Dedi. Şirin sofraya yanaştı, Hüseyin yutkundu, ama sofraya gelmedi. Bazı misafirler sofranın etrafına halkalandılar. Diğerleri;
“Allah ziyade etsin." Dediler. “Akşam yemeğini yedik.” Dediler, sofraya gelmediler. Kasım acıkmıştı, iştahla yemeye başladı. Horoz etinden bir parça koparıyor, pilavın üzerine atıyor, kaşığını doldurup yiyordu. Hacı Kadir misafirine yavaş hareketlerle eşlik ediyordu. Kasım doydu, sofradan çekilirken;
“Allah ziyade etsin. Halil İbrahim bereketi olsun.” Dedi, dualar etti. Şirin de sofradan çekildi;
“Ziyade olsun, Hacı.” Dedi. Sofrayı kaldırdılar.
Kirve Halit, Kasım’a dönerek:
“De hele bakalım, Kasım kardaş. Bu kış kıyamette ne arıyorsun.” Kasım önce yutkundu, gözleri hafif nemlendi, sonra başından geçenleri anlatmaya başlamadan Hacı Kadire döndü.
“Hacı Amca, üç gün önce, Serinova köyünden Ömer Ağanın sana çok selamları vardı, üzerimde kalmasın.” Dedi.
“Ve Aleykümselâm. Getirenden de, gönderenden de Allah razı olsun.” Dedi Hacı Kadir. “Anlat bakalım, merakta koyma milleti, Kasım oğlum.”
Kasım doğruldu, sırtını yastığa verdi, döşeğe iyice yerleşti, konuşmalarına hüzünlü bir ses vererek başından geçenleri anlatmaya başladı....
.......................................
30 ARALIK 2020
Mehmet AKIN
TURNANIN FERYADI - Romanından
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.