- 843 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
667 - FİDAN
Onur BİLGE
“Fidan,
Bugün Kaptan’la, deniz kenarında bir yürüyüşe çıktık. Bu yol Lara’ya, Adalyalıların Çikinoba dedikleri Çirkinoba, yeni adıyla Güzeloba’ya gidilen, falezlerin üzerindeki yüreklere ürküntü veren yoldur. Eskiden sabah bir, akşam bir minibüsün kalktığı, çalışanları ve öğrencileri şehre indiren ve akşamüstü de evlerine götüren Güzeloba dolmuşundan ve birkaç özel otomobilden, motosikletten başka bir vasıta işlemez.
Demircikara Mahallesi hudutları içinde kalan Rumkuş, Paşakavakları ve diğer bahçelerde gezdik. Buralar eskiden piknik alanlarıymış. Kaptan okuldan fırsat buldukça arkadaşlarıyla buralara gelirmiş. Hıdrellez’de de halk buralara, İskele’ye, Kepez’e ve en çok da Düzlerçamı’na akın edermiş. Sabahın köründe çoluk çombalak evden çıkar, mahallecek buralarda buluşur, akşama kadar güler eğlenirlermiş.
Paşakavakları, ilginç bir isim… Kaptan da bilmiyor bu adın nereden geldiğini. Yalnız çok önemli tarihi bir kişilikten söz etti. Tekirova’da İtalyan gemisini batıran yüzbaşı Ertuğrul Aker’den… Parmağıyla onun bahçesinin olduğu yeri gösterdi ve kendisinden gururla bahsetti.
“Topçu Mülazım, yani teğmen Mustafa Ertuğrul Aker’i rahmetle anmadan geçmeyelim arkadaşım! O bizim medarıiftiharımızdır. Dünyanın ilk uçak gemisi batırmayı başaran Türk subayıdır o!
Sonradan Aker soyadını alan Kıdemli Topçu Yüzbaşı Mustafa Ertuğrul, 1893 senesinde Girit’in Hanya vilayetinde doğan, Ahmet Nuri Beyzadeler’in evladıdır. Birinci Dünya Savaşında her asker gibi ona da görev verilmiş, Gelibolu Cephesine dâhil edilmiş. Orduda çok çalışmış, çok takdir toplamış. Genç yaşta başarıdan başarıya ulaşmış. Pek çok madalya almış. İngilizler, Fransız garnizonuna erzak ikmali yapmak için, Chree isimli yüz on dört metrelik bir uçak gemisi göndermişler. Kaş’ın karşısındaki Meis Limanına demir atmış. Yüzbaşı Mustafa Ertuğrul, 27 Aralık 1916 tarihinde, top atışlarıyla o gemiyi batırmış.
13 Aralık 1917 tarihinde de Kemer açıklarındaki Fransız Paris-2 savaş gemisini batırmış. Savaş bittikten sonra, Mondros Mütakeresi şartlarına göre işgal edilen topraklarımızdaki bütün silah ve cephaneye el konmuş, topların ateşlenmemesi için kamaları sökülmüş. O zamanlarda Aydın yöresindeki birlikleri denetleyen İngiliz komutan, sergilediği kahramanlık nedeniyle Kıdemli Topçu Yüzbaşı Mustafa Ertuğrul komutasındaki Topçu bataryasına dokunmamış.
Babacığım özellikle kış akşamlarında masal yerine onun ve diğer kahramanlarımızın hayat hikâyelerini anlatırdı. Özellikle Mustafa Ertuğrul’dan o kadar çok bahsetti ki hayatını ezbere bilirim. Aldığı madalyaları da noksansız sayabilirim. Çünkü babam, onun hikâyesini her anlatışından sonra aldığı madalyaları da sayar: “Mustafa! Say bakayım, ezberlemiş misin?” der, sırasıyla saydırır, sonra da başımı okşar, koca bir aferin verirdi. Küçükken ezberlenenler, istense de unutulmaz kardeşim. Onun için Kur’an’ı hıfzetme yaşı dörttür. Tertemiz, bomboş bir defterdir o yaşta hafıza… Dört yaş, hafızlık yaşıdır. Bak sayayım da gör! Takip et!
Donanma İane Madalyası, Osmanlı Liyakat Madalyası, Alman Demir Haç Madalyası, İstiklal Madalyası, Prusya Liyakat Madalyası, Cedit Girit Madalyası, Harp Madalyası…
Ayrıca Çanakkale’de düşürdüğü İngiliz uçağının pilotunun şapkasındaki rozetiyle Avusturya 305 no’lu Havan Topu Birliği rozeti de Hatıra Madalyası olarak verilmiş.
Harp Madalyası, Çanakkale, Kafkasya, Galiçya, Irak, Mısır Savaşlarında verilmiş.”
Kaptan onu rahmetle andıktan sonra ruhuna on bir İhlas, bir Fatiha gönderdi ve dua etti. Ben de okudum ve “Amin!” dedim. Nur içinde yatsın!
Sonra birkaç yer daha gösterdi. Oralar da vaktiyle Atatürk’ün samimi arkadaşlarından Miralay Şefik Aker’in bahçeleriymiş.
Rumkuş’un, Adalyalıların bardacık diye adlandırdıkları inciri meşhurmuş. Eskiden oralarda çok ceviz ağacı varmış. Kesile kesile tek tük kalmış. Arap cerimleri gelip gelip Mermerli’de depolanan ceviz kütüklerini alıp götürmüş. O zamanlar kütükler büyük gürültülerle İskele’ye atılır, çıkan sesleri Kaleiçi ve civarında duymayan kalmazmış. Kayıklarla cerimlere taşınırmış koca koca kütükler. Bu ceviz ağaçları kendiliğinden yok olup gitmemiş.
“1934 yılında Türkmenistan kökenli Şevket Bey isminde esmer bir adam narenciye istasyonu kurdu. O zamanlardaki adı Sıcak İklim Nebatları İstasyonu idi. Kahve ve hurma yetiştirmek amacıyla kuruldu ama ekolojik şartlar ve teknolojik eksiklikler nedeniyle başarı sağlanamadı. Çeşitli ülke ve bölgelerden muz klonları getirilerek adaptasyon çalışmalarına başlandı. Antalya muzla o zaman tanıştı. İki sene sonra da bu istasyonun adı Antalya Narenciye İstasyonu olarak değiştirildi. Ona bağlı Alanya’da limon fidanlığı, Mersin’de örnek portakal ve Hatay’da hurma bahçesi teknikerliği kurulmuş. Burada üretilen fidanlar yöreye dağıtılarak narenciye bahçeleri meydana getirilmiş. Kuruluşundan on bir yıl sonra Bahçe Kültürleri İstasyonu adını aldı. Şeftali, kayısı, zerdali, erik, badem, muşmula gibi diğer fidanlar da üretilmeye ve dağıtılmaya başlandı. Onun yanı sıra tohumculuk deneme ve ıslah çalışmaları başladı. Yörede Adana’dan getirilen Akala 130 pamuk çeşidinin ekimine başlandı. Sebzecilik, kauçuk, ipekböceği ve tavukçuluk daha da sonradır.”
“Kaptan, Allah aşkına, sen bu kadar şeyi nereden öğrendin? Aklında nasıl tutuyorsun? Vallahi beni şaşkınlıktan şaşkınlığa düşürüyorsun!”
“Benim Narenciye’de çalışan Gülcü Ali Bey isimli bir arkadaşım var. O beni ben onu sık sık ziyaret ederiz. Eskiden buralarda kirada otururlardı. Manavoğlu Kırına Barınak Evleri yapılırken kooperatife üye olmuştu. Oraya taşındılar. Şimdi denize nazır bir evi var. Bahçesinde narenciyeciliğe devam ediyor. Aşıcı Ali Bey diyenler de vardır ona. Oradaki evini de gördüm. Bahçesinde birbirinden güzel güller vardı. Koca koca tenekelerde fidanlar yetiştirmiş.
“Mesleğe devam mı?” diye sordum.
“Sevgili Peygamberimizin emri!” diye cevapladı ve o çok bilinen hadisi tekrarladı. “Kıyametin koptuğunu görseniz, elinizdeki fidanı dikiniz, tohumu ekiniz.” Sen daha iyi bilirsin bilader. Yanlışsa, doğrusunu sen deyiver!” dedi.
Aslında hepimiz yediğimiz meyvelerin çekirdeklerine bir şans vermeliyiz. Küçücük saksılarda bile bunların fidan halini aldıklarını görebiliriz. Ağaç olup meyve verdikleri zaman onlardan insanlar, kurtlar kuşlar istifade ederler. Ağaç dikenler ölseler de bıraktıkları eserlerden hâsıl olan sevap arkalarından gider, mizanlarına konur.”
Kaptan’la konuşma böyledir. Oradan oraya geçilir, konudan konuya atlanır, sonunda söz mutlaka güzel dinimize gelir ama onunla sohbet çok zevklidir. Hoş konuşur, boş konuşmaz. Ansiklopedik bilgiden magazine kadar ne istersen vardır onda. En çok da tasavvufi bilgiler… Nerden sorarsan sor! İslam İlmihali mübarek!
Ayet mi istersin, hadis mi? Vecize mi istersin, atasözü mü? Aklıma bizin sokaktan geçen, sebze meyve satan adamın bağırışı geldi: “Ne alırsan elliye, ne alırsan elliye…” diyordu. Şimdilerde enflasyon kelimesi girdi ya bizim sözlüğe… Develi Osman dedikleri Devalüasyonla birlikte… “Ne alırsan bi lira, ne alırsan bi lira!..” diye bağırmaya başladı hiç sıtma görmemiş o gevrek sesiyle…
Ne fidanlar yetişmiş bu topraklarda! Kıdemli Topçu Yüzbaşı Mustafa Ertuğrul Aker gibi... Ne faydalar sağlamış, nasıl da devrilip gitmiş! Gitmiş ama bitmemiş, bitmeyecek! Namı yürüyecek!
Sen de benim Fidan’ımdın. O kadar korudum, başına kötü bir şey gelmesin diye. İzmir toprağına dikilmek istedin. Şimdi de başka yere nakledildin. Tercih senin… Fidan bir yıl yoğun bakım ister, dikildiğinde. Yanına değnekten destek ister, kırılmaması, düzgün büyümesi için. Sonra olabildiğince ağaç halini alır. Gövdesi yeteri kadar sertleşir. Desteğe gerek kalmaz. Senin gibi kendine güvenir.
Ağaç yaşken eğilir. Sen direnmeyi öğrenmişsin.
Ne denir!
Değnek”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 667
YORUMLAR
Muhteşem!..Neden sonuç içerisinde bilgi dağarcığı o kadar güzel birbiriyle ilişkilendirilmiş ki; kompozisyonu görünmez bir şekilde desteklemiş kaymaması için..En sonunda desteği değnek le özdeşleştirip Yaş fidanın olumsuzluklar karşısında direnmeyi öğrenmesine kadar vardırılmış..Tabi ki uygun zamanlarda alınan donanımların da payı vurgulanarak. Bin bir gece hazinesi ..saygıyla..
Onur BİLGE
Nerden .... Nereye o kadar güzel bağlama yapıyorsunuz ki
Kendimizi bazen bir tarihin içinde , Bir bakıyorum Ekolojik tarımda ...
bazen de tropikal bir bahçede hepsinde teknik özel ve güzel bir anlatım var
Ceviz ağaçlarının neslinin neden tükendiğini öğreniyoruz...
Cevizin kök salarak toprak kaymasını hatta depremi önleyecek kadar kök saldığını
Dini duygularda Prof. Mustafa Karataş kadar bilgili, 4 yaşında hafızlık (bisiklet-satranç) çabuk öğreniliyor..
Kaptan, Allah aşkına, sen bu kadar şeyi nereden öğrendin:))
Onur BİLGE
Şükür kavuşturana. Nihayet dün döne bildim en tazesinden başlayıp noksanımı gidereyim inşallah.
Ve iyi ki buradan başlamışım. Dedirtti yazınız. Olması gerekeni ilmek ilmek dokumuş hem vefa olmuş yazı hem tarih dersi hem kocaman bir nasihat. Savaşta Vatan duygusu Tarımda Vatan duygusu Çevrecilikte Vatan duygusu yanı sıra Her birinden murat Allah arzusu diye diye yürüdük mısraları .
Elleriniz dert görmesin.
Onur BİLGE
Sevgili ONUR.
Ben tahsil hayatımda tarihi hiç sevmedim.
Özümü sevmediğimden değil. Tarihçilerin sözünü sevmediğimden.
Böyle güzel anlatılsaydı tarih sevilmez mi hiç?
Sanki yazı okumuyorum da başım iki elimin arasında seni dinliyor gibiyim.
Kalemine, bilgine sağlık.
Sevgiyle kal.
Onur BİLGE
Belli bir konuyla boğmak istemiyorum okuru. Biraz nostalji biraz felsefe, biraz tasavvuf, biraz mizah, mutlaka sevgi ve aşk gibi çok şey oluyor her birinde. Tek renk değil yani GÖKKUŞAĞI gibi...
Başarabiliyorsam ne güzel! Amacım gerçekleşiyor demektir.
İlginiz için teşekkürler... Sevgiler... :)