- 643 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
665 – ARTİZ AĞACI
Onur BİLGE
“Lodos,
Seni çok iyi tanıyorum. Kendimi de öyle… Hayat da kafama vura vura öğretti kendisini bana. Ben senin aklının ucundan bile geçmiyorumdur ama yine de ben seni yaşatmaya devam ediyorum içimde. Her gün farklı bir biçimde…
Kaç yıldır seni sana anlattığım yetmedi şimdi de aşkını anlatıyorum yüzlerce mektuba, hem de büyük bir zevkle… Yaklaşık iki yüz mektup yazmışım. Her birinde başka bir haletiruhiye… Bugün Lodos var. Lodosta hırs var, şiddet var! Kısaca sen varsın!
Birlikte güldüğümüz, birlikte ağladığımız ortak bir geçmişimiz var. Sonuna kadar güvenmişiz, kimseye anlatmadığınız sırlarınızı çekinmeden anlatmışız birbirimize… Hiç bıkmamışız birbirimizi dinlemekten. Birlikteyken, nasıl geçtiğini anlayamamışız zamanın. Sen şarkılar söylemişsin, ben şiirler okumuşum. Radyo dinlemişiz, İskele’de, parkta, bahçede gezmişiz. Denizi seyretmişiz. Melteme karşı oturmuşuz, sahilde çay içmişiz, simit peynir yemişiz.
Her şeyden önce güvenmişiz birbirimize. İhanet etmemişiz emanetlerimize. Ölünceye kadar dost kalacağımız düşüncesiyle yola çıkmışız. Şimdi bu ayrılığı nasıl hazmedeceğim, bilemiyorum.
Antalya’da üç mevsim bahar, bir mevsim yazdır. Yaz ayları bunaltıcı, kavurucu sıcaktır. Bizim sıcağımız meltem, deniz veya yaylayla çekilir hale gelir. Yaylalarımız bin metre yüksekliktedir. Kaynaklarının suları, yaz kış aynıdır. Otuz iki dişe keman çaldırtır!
Yılın on ayı serinlik veya ılık bahar havası, iki ayı sıcak, buhar, nem… “Ağustosun yarısı yaz, yarısı bahar…” dense de Temmuz Ağustos cayır güneş, ateştir! Ağustos başında Eyyamı Bahur vardır. “O günlerde güneşe çıkılırsa, hele ciltte su damlacıkları varsa güneş ala atar.” derler. Onun için denize girilmez. Ala gölge olan ağaç altlarında durulmaz. Vücut ıslaksa güneşin attığı lekelerde yaprak araları görülür. Yaprakların gölgelediği kısımlar ten rengi kalır. Diğer taraflar açık kahverengi bir renk alır ve hiçbir şekilde geçmez. Ölünceye kadar aynı kalır.
Yaz günleri aranan meltemdir. Özellikle öğleye doğru esmeye başlar, akşama kadar devam eder. En çok deniz kenarlarında, falezlerde hissedilir. Coğrafya kuralı olarak rüzgârlar, alçaklardan yükseklere doğru eser. O can kurtaran hafif esinti sana benzer. Onun için sana Meltem dedim.
Bir zamanlar sen de öyle serin serin eser, hafif terli bedenimi görünmeyen ellerinle okşar, saçlarımı tarar, ruhuma ferahlık verirdin. İnsanlar içinde bitkiler için de bulunmaz bir nimettin. Serinliktin, nemdin.
Aynı rüzgar, aynı yerden kış aylarında çok fena esmeye başlar ve artık ona Meltem değil, lodos denir. Estiği zaman denizi yerinden kaldırır, kırk elli metre yükseklikteki falezin başına giydirir! Koca gemileri kayalara çarpar! Sandalların, kayıkların canlarına okur!
Antalya’da, deniz görmeyen, meltem almayan evlerde oturulmaz. Güney cepheli evler tercih edilir. İlkbaharın başından, neredeyse yazın yarısına kadar serin eser. Sonra yavaş yavaş ısınır. O el aman dedirttiren iki aydan sonra da yavaş yavaş serinleyerek lodos adını alır.
Meltem, karalar ısınınca esmeye başlar. Güneş batınca yine karalar yavaş yavaş soğumaya başlar ve esinti durur. Yaprak kıpırdamaz. Sonra da sabaha kadar Manavgat veya Alitimya rüzgârı esmeye başlar. Bunlar da karadan denize doğru eser.
Meltem ve Alitimya kurtarır Antalyalıları. Bunlardan biri olmazsa yaz günleri de geceleri de çekilmez. Poyraz, karadan eser. Kuru ve kavurucudur. Cildi kurutur, dudakları çatlatır. Gece yarısından senra serinlemeye koyulur. Yukarılar yağışlıysa, kıyıya doğru serin ve nemli eser. Genellikle gece yarısında hava poyraza döner. Gece rüzgârıdır. Diğerlerinden serindir.
Eyyamı Bahur’da esen rüzgâr kuru ve serindir. Ancak karaların sıcaklığıyla ısınır, kavurucu bir hal alır. İnsanlara da hayvanlarla bitkilere de zarar verir. Bunaltıcıdır. Bazen tozu dumana katar! Basra Körfezi’ne doğru, oradan da buraya doğru eser. Bazen denizden karaya, bazen de karadan denize… Eyyamı Bahur, bir felakettir! Dayanılacak gibi değildir. Bir hafta veya on gün, tek sayılar kadar devam ettiği söylenir. Yılın da yazın da en sıcak ve kurak günleridir.
Antalya’dayken Meltem’di adın. O gelişin ve çekip gidişinle bir anda Lodos’a döndün. Artık hep Eyyamı Bahur olarak kalacaksın. Dayanılmaz hasretinle yakıp kavuracaksın!
Her gün biraz daha artacak yalnızlığım. Aylar geçti, yıllar geçecek ama galiba hiç eksilmeyecek. Hiçbir umut kalmadı değişeceğine dair.
Yirmi dört saat beraberdik ara ara da olsa konuşmalarımız. Ölmek var, kopmak yoktu! Ayrılık çok erken girdi aramıza. Hiç beklemediğim bir anda… Hayallerim bile yarım kaldı. Geldiğin gibi gittin. Keşke hiç gelmeseydin! Hep İzmir’de kalsaydın! Ömrümün sonuna kadar seni hiç görmeseydim de o şekilde gitmeseydin. O şekilde… Ne varsa kırıp dökerek… Her şeyi mahvederek…
Öyle bir zamanda geldin ki hasretten çıldırmak üzereydim! Bütün benliğimle esirin olmuştum. Keşke sen gelmeden ölmüş olsaydım!
Aslında Kuzen konusunda kararsızdın. Aklın başka yüreğin başka söylüyordu. Sonunun olmayacağını bal gibi de biliyordun. Duygusallığının kurbanı olacaksın!
Senin bensiz, benim sensiz bir günümüz geçmemişti. Hayat mı acımasız, sen mi acımasızsın? Sen mutsuzluğa, acıya, umutsuzluğa dayanamadın. Gel gitlerinle sersemledin. Her gecen gün biraz daha battığını hissediyordun.
Anlatamayacağım kadar canım yanıyor! Kalbimde sönmeyen ateş, gözlerimde istemsiz yaş… Yoruldum, tükendim! Kendim açtım başıma bu derdi. Kim derdi ki bu yaştan sonra Necmettin… İyi bir marifet ettin Nevmettin! Şimdi ayıkla pirincin taşını!
Alıp başımı gitmek istiyorum buralardan. Buralardan bu anılardan… En deli sancılardan… “Gitme!” dedim sana. “Gitme!..”
Şimdi sus gönlüm, sus! Umudun bittiği yerdesin Bundan sonrasını sükûtun desin!
Boğazım düğüm düğüm… Konuşsam ne diyeceğim? Şimdi susma zamanı. Pusma zamanı… Şimdi gitme zamanı… Tutunacak dalım kalmadı.
Kendimi falezlerin üstündeki Artiz Ağacı gibi hissediyorum. Sen de iyi bilirsin onu. Karaalioğlu Parkı’nda, birinci miradorun solundaki çitlembik ağacı… Ayakları kayalıklarda, kendisini denize atmış atacak vaziyette, ümitsiz gözlerle denizin derinliklerine dalmış. Hani bizimkilerle birlikte önünde hatıra resmi çektirmiştik. Sahi o resimden neden bende yok? Parasını peşin vermediğim için mi?
Romanların köklerinin Hindistan’da olduğu, oradan dünyaya yayıldıkları söylenir. Esmerlikleri ve tipleri başta olmak üzere pek çok yönden onlara benzerler. Hintliler gibi renkli giyinmeyi ve dans etmeyi severler. Kaleiçi’ne Karaferye’den gelerek yerleşen Romanlarda da aynı özellikler vardır. Onlar da tabiatla iç içe yaşamayı severler. Parkın da müdavimlerindendirler. O zamanların "Avare" gibi Hint filmlerinin tesiriyle, özellikle o ağacın altında film artistleri gibi o filmlerden canlandırmalar yaptıkları için Artist Ağacı kalmış, bizim meşhur çitlembiğin adı. Onlar artist demezler, artiz derler. Biz de Artiz Ağacı diyoruz o Âşıklar Ağacı’na. "Acaba ağaçlar da âşık olur mu?" diyeceğim geliyor, haline bakınca. Belki de intihar yeri olarak onun dibi seçildiği içindir, içime yalnızlığı, hüznü ve çaresizliği yansıyor.
Âşık Ağacı… Onun dibinde oturur konuşur, sevişir âşıklar. Sevdiğini alamayanlar, hamile kalan kızlar oradan atarlar kendilerini denize. Aşk aşk konuşurlar, ayrılık ayrılık susarlar onun şahitliğinde. Mutlu mesut bakışırlar, anlaşırlar, hüzün hüsran arpacı kumruları gibi düşünürler dibinde. Beraberlik boyunca ufukları, dalgaları seyrederler, her şey bitince derinliklerine dalarlar çaresiz.
Şimdi susma zamanı… Hava bozdu. Ufuklar sisli puslu… Kemer gözden silinmiş Adrasan çoktan kayıp… Kontaaltı dumanaltı… İskele perişan… Şimdi gitme zamanı… Derinlere dalma vakti…
Bahar çoktan geçti Meltem. Yazı seninle bitirdik Eyyamı Bahur. Şimdi kış… Olanca şiddetiyle Lodos dövüyor falezleri, İskeleyi, tüm sahil şeridini… Savuruyor her şeyi… Koca koca ağaçlar neredeyse devrilecek!
Artiz Ağacı’nın köklerinin çoğu dışarıda… Bir ileri bir geri gidip geliyor hayatla ölüm arasında…
Karaloğlu Parkı’nda, birinci miradorum solunda yaşlı ve yalnız bir adam… Tek kökü kalmış yalan dünyada… Hayatla ölüm arasında… Lodos, olanca şiddetiyle esiyor! Kafasını vura vura parçalamak istiyor kayalıklara…
Falezlerde çaresiz bir adam… Hayatla ölüm arasında…
Artiz Ağacı”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 665
YORUMLAR
Bakmakla Görmek arasındaki fark: önemli olan resimdeki güzel bayanı görebilmek:))
alıntı::::
Seni çok iyi tanıyorum. Kendimi de öyle… Hayat da kafama vura vura öğretti kendisini bana. ..
Sonuna kadar güvenmişiz, kimseye anlatmadığımız sırlarımızı çekinmeden anlatmışız birbirimize…
Ölünceye kadar dost kalacağımız düşüncesiyle yola çıkmışız.
Aslında Antalya mevsimine kendinizi benzetmissiniz çok da güzel anlatmışsınız..
Eyyamı Bahur’da esen rüzgâr; Yaz sonuna doğru meydana gelen en sıcak dönemi sevdiği insanın ne kadar sıcak olduğu... gidişinin ne kadar acı olduğu...
Senin bensiz, benim sensiz bir günümüz geçmemişti. Hayat mı acımasız, sen mi acımasızsın?....
kendisini denize atmış atacak vaziyette, ümitsiz gözlerle denizin derinliklerine dalmış. Hani bizimkilerle ...birlikte önünde hatıra resmi çektirmiştik. Sahi o resimden neden bende yok? ...