- 492 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
NECİP FAZIL ÜZERİNE
1930 yılında yaşanan Kubilay olayını kanlı bir irtica ayaklanması olarak görür Necip Fazıl, ve o günlerde yazdığı bir yazıda şunları söyler:
’’Vatanımızın, kalbimize en yakın köşesinde , daha dün düşman bayrağından temizlediğimiz bir meydanı bugün’İnna fetahnaleke’ yazılı zift ruhlu irtica aleminden, temizliyoruz. Düşman bir kılıçtır. Bu kılıç şakırtıyla çekilir. Vızıltıyla savrulur. Aydınlıkta saplanır. İrtica yatağımızın başucundaki bir bardak suya karıştırılan zehirdir. Kubilay’ın katili Derviş Mehmet’in Menemen kapılarına sokuluşu gibi, uykumuzu bekler ve ayaklarının ucuna basa basa gelir.’’
Bu satırları yazan Necip Fazıl, bundan bir kaç yıl sonra, ’’İçki ve kumar partilerinden şeyh dergahına’’ engelsiz bir geçişi gerçekleştirecek, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na da, cumhuriyet devrimlerine de düşman kesilip karşı devrimin bayraktarlığını üstlenecektir.
Bu değişimi Mina Urgan, ’’Bir Dinazorun Anıları’’ adlı kitabında şöyle anlatır:
’’1930’lu yılların Necip Fazıl’ı ile 1940’lı yılların Necip Fazıl’ arasında uzaktan yakından en küçük bir değişim yoktur. Bunlar iki ayrı kişiliktir sanki. Birincisini çocukluğumdan beri çok iyi tanırdım Annemin bir yakınına aşık olduğundan, bizim evden çıkmazdı. İkincisini ise, hiç görmedim, hiç tanımıyorum. Çünkü ben de, bütün arkadaşlarım da 1940’tan sonra onunla selamı sabahı kesmiştik. Süper-Mürşit olarak parlak kariyerini, hayretler içinde uzaktan izledik ancak.
Necip Fazıl, yavaş yavaş değişmedi. Dinle hiç ilgisi yokken , ansızın, sadece dindar değil, dinci oluverdi. O sıralarda duyduğumuza göre, bu şaşırtıcı değişimin nedeni tik sorunuymuş:Necip Fazıl’ın bir yüz tiki vardı. Kaşı gözü acayip acayip oynardı ikide birde. Bu biçimsiz tikten kurtulmak için , böyle işlerin uzmanı bir şeyhe gitmesini salık vermişler. Şeyh efendi okumuş üflemiş ve ancak bir haftalık bir süre için, tikinden kurtarmış onu. İşte ne olduysa o bir hafta içinde olmuş. Bizim bohem şair Necip Fazıl, Süper-Mürşite dönüşmüş ansızın.
Necip Fazıl bundan böyle cumhuriyet ve Atatürk karşıtı saflarda yer alacak, devrimler ve Atatürk aleyhinde yazılar yazacaktır. Öyle ki, ’’Son devrin din mazlumları’’adlı kitabında işi, şeriatçı kürtçü ayaklanmaları bastıran Kemalist devrim hükümetini katliamcılıkla/soykırımcılıkla suçlayacak kadar ileri götürmüştür. Kemalist devrime baştan aşağı karşı çıkmış, Atatürk’e gizli ve açık hakaretlerde bulunmaktan çekinmemiştir.Yazdığı’’Destan’’adlı şiirinde Atatürk’ten şöyle söz edecektir:
........
Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde;Tartılan vatana bak, dalkavuk kafesinde!Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti? Ah!küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;Bir şapka bir eldiven, bir maymun ve inkılap!
Necip Fazıl, İslami çevrelere göre ’Üstad-ı Azam’, ’Sultan’üs Şuera’, abidevi bir şahsiyet, eşi menendi bulunmaz bir mütefekkir, hatta bir dahidir...
Yukarda yazılanlara bakılınca hiçte öyle olmadığı görülüyor. Necip Fazıl, gençlik yıllarına kadar Hakimiyet-i Milliye’de irtica karşıtı yazılar yazan, içki, kadın ve kumar müptelası, bohem bir şair iken, ’hidayete erdikten’ sonra Atatürk ve cumhuriyet düşmanı olan ve Menderes’in örtülü ödeneğinden yemlenen bir karşı devrimci ve eşine az rastlanır bir megolomandır.
Necip Fazıl, Türk şairleri sıralamasında ilk yirmiye zor girebilen bir şairdir. Hecenin geleneksel kalıplarında herhangi bir yeniliğe yönelememiş, ama eski kalıplara da dil ve deyişini ayrılmaz bir öge olarak bütünleyememiş, özenti bir şiirdir Necip Fazıl’ın şiiri. Bu savımıza bir örnek, Yunus Emre’ye başlıklı şiiri. Yedi yüzyıl önce söylenmiş Yunus Emre’nin deyişi, bu şiir yanında daha taze, daha diri, daha yeni ve daha yoğun kalıyor:
Kaç mevsim bekleyim daha kapında
Ayağımda zincir, boynumda kement?
Beni de piştiğin bela kabında
Kaynata kaynata buhara kalbet
Bekletme Yunus’um bozuldu bağlar
Düşüyor yapraklar geçiyor çağlar
Veriyor ayrılık dolu semalar
İçime bayıltan acı bir lezzet
Rüzgara bir koku ver ki, hırkandan
Geleyim i,zine doğru arkandan
Bırakmam tutmuşum artık yakandan
Medet ey şairim Yunus’um medet
Yunus’u zerrece anlamamış, kavramamış bir şiir ben’inin manzumesinden başka ne ki bu üç koşuk?Son dörtlük salt kalıp dolduran bir tekerleme, şiirsel deyişle ilgisiz. Zaten sonraki döneminde açıkça şeriatçılığa yönelen Necip Fazıl, hiç yakınına gelemediği Yunus’tan ne denli uzağa düşüyor.
Necip Fazıl’ın öncelleri ve çağdaşları arasında -Ahmet Haşim, Yahya Kemal ve Nazım Hikmet gibi önemli şairleri ve büyük yenilikçileri bir yana bırakalım-heceyi daha çok daha çağdaş, , tazeleyici, değiştirici ve uygun içerikle, başarıyla kullanmış bir çok şair var. Faruk Nafiz Çamlıbel, Enis Behiç Koryürek, başta Ziya Osman Saba, Orhan Seyfi Orhan olmak üzere Yedi Meşaleciler, Kemalettin Kamu, yeni şiir arayışları ve örneklerinde Necip Fazıl’ın önündedirler.
Cumhuriyet devrimiyle gelen yeni toplumsal koşulları Necip Fazıl yeterince kavrayamamış ve özümseyememiş bir şairdir. Daha önemlisi, cumhuriyet devrimini ve sonuçlarını, yeni Türkiye devletini ve onun çağdaşlaşma ilkelerini sindirememiştir. Bu durumda, Necip Fazıl’dan yeni dönemin şiirini beklemek boş hayalciliktir. Onun cumhuriyet ilkelerine, önceleri kavramadan ve özümsemeden üstün körü sarılıp sonra bu ilkeleri terk etmesi doğaldır. Bunlara karşı cephe alması, karşı devrim sözcülüğüne soyunması yadırganacak bir durum değildir.
Sonuç olarak, Necip Fazıl Kısakürek, yirminci yüzyıl Türk şiirinde, Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Haşim, Nazım Hikmet,Fazıl Hüsnü Dağlarca, Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat, Melih Cevdet Anday, Ahmet Muhip Dranas, Cahit Sıtkı Tarancı’dan çok sonra gelir.
Necip Fazıl Kısakürek, şiiri tartışılmayan, ama tartışıldığı zaman, beklentileri karşılamayan bir şairdir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.