- 318 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Mustafa Öztürk çorbamıza siyanür katıyor
Doğrusu Mustafa Öztürk’ün yaptığı şeye ’fikir jimnastiği’ tadında yaklaşanlara şaşıyorum. Tasa karışan siyanür bir damla da olsa artık o çorba içilmez. Öztürk bunu yapıyor. Kur’an’a öyle veya böyle Aleyhissalatuvesselamın beşeriyetini karıştırdığını imâ ediyor. Biz buna ’hadis inkârcıları’ söylerken dahi karşı çıkıyoruz. Dini tebliğde "Aleyhissalatuvesselamın buyurdukları ya vahiydir ya vahiydendir!" diyoruz. Kaldı ki tarihselciler! Evet. Öztürk ’tarihselcilik’ üzerinden mevzuyu alıp ta Kur’an’a kadar çıkarıyor.
Hadi bakalım. Bu fikir jimnastiği mi şimdi? Eğer öyleyse şeytanın cehennemde ne işi var? Nihayetinde o da Öztürk gibi jimnastik yapmış olur en fazla. Cık, cık, cık. Böyle olduğunu düşünen arkadaşlar varsa hemen uyaralım: İslam’da jimnastikten sayılmayan hareketler de vardır. Tıpkı kafa üstü betona atlamanın spordan sayılmadığı gibi. (Çünkü hayatınızı kaybedersiniz.) Buralarda da ’öyle de güzel böyle de güzel’ formatına girerseniz, hafazanallah, imanınızı kaybedersiniz. Evet. Zira bir müslümanın İslamlığını beyan ederken ’İnşaallah müslümanım!’ demesi bile caiz değildir. Yani bu kadar dahi ’tarafsızlık/acaba’ kaldırmaz orası. Ya? Ya ne denilecek? Denilecek olan: ’Elhamdülillah müslümanım’dır. O söz ağızdan çıkarken göğsün de özgüvenle duruşuna taraftar olmalıdır. İman dediğin böyle olur.
Peki Aleyhissalatuvesselamın beşeriyetinin Kur’an’a karışmış olmasının çorbayla-siyanürle ne ilgisi var? Efendim çok ilgisi var. Açalım: Eğer vahyin/sünnetin içine, hâşâ, Aleyhissalatuvesselamın hevasına göre davrandığı durumlar dahil olursa, yani ki peygamber ’ismet’ sahibi olmazsa, artık tastakinin tamamı ’güvenilmez’ hale gelir. Çünkü insanlar başkalarının insanî tutumlarını din olarak kabul etmek zorunda değildirler. Sözgelimi: Hâşâ, Aleyhissalatuvesselam, bir ayeti sırf müşriklere çok kızdığı için öyle köpürtmüşse, müslümanlar bu hamlığında ona neden ittiba etmek zorunda olsunlar ki? Her şeytanın aklına bu fikir gelir. Bir kere geldi mi de bir daha gitmez. Ondan sonra beşeriyete kesilen dilimin hacmi büyür de büyür. "Belki şu ayetlerde de birazcık insancıllık vardır ha? Sonra şunlarda da? Sonra, sonra, sonra..." En nihayet, muayyen bir hattı olmadığından/olamayacağından ötürü, dinde ilahî hiçbir yan kalmaz. Beşerilik şüphesi, tıpkı bir siyanür şüphesi gibi, çorbanın tastamam emniyetini siler. Ve buna izin vermekle Hakîm-i Mutlak, hâşâ, ’İnsanlar doğruyu bulsun’ diye gönderdiği dini bizzat ’güvenilemez’ kılar. İşini abesleştirir. Amacını kayıtsızlıkla boşa düşürür. Yani maksadını hebaya kalbeder. ’Becerememiş’ olur.
Yüzbin hâşâ. Böyle bir ’kusurlu’ hiç Subhan Allahımız olabilir mi? Bizim Allahımıza böyle kusurlar yakıştırılabilir mi? Hadsizliktir bu. Allah tasavvurundaki arızadır. Eksikliktir. Allah’ın ’Allah’ olmasının nasıl bir ’münezzehiyeti’ beraberinde getirdiğini anlamayanların ’embesilliğini’ biz neden tedrisimize sokalım? Öyleleri nasıl çocuklarımıza din öğretsinler? Öğretirlerse çocuklar bu çorbayı daha nasıl içsinler? Düşen sinek değildir ki kaşıkla alınıp kenara konsun. Zehir bir kere çorbaya karışırsa her yerine sirayet eder. Cenab-ı Hak cümlemizi ahirzamanın her fitnesinden muhafaza eylesin kardeşlerim. Âmin. Âmin. Âmin.