- 751 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Zeytin Gözlüm
Kahveden çıktığımda yağmur çiseliyordu, bayağı yağmış olmalı yollarda oluşan çukurları yağmur suları doldurmuş. Onu düşünmekten yağmur yağdığının bile farkına varamamışım. Düşüne düşüne giderken epeyce ıslanmışım, hatta yolumu şaşırıp evin tam tersi istikametine ilerlemişim. O gittikten sonra o kahve senin bu kahve benim tabi beraberinde geceleri de barlara gitmeye başladım. Ağzına içki sürmemiş ben şimdi gececi tayfasında yer alıyorum. Gece kuşu diyorlarmış beraber takıldığımız gençler. Uyku bile uyuyamıyorum. Düzenli hiçbir şeyim kalmadı ondan sonra, sanki dünya tersine dönmüşte ben altında kalmışım gibi. Gece kuşu demelerinde de haksız sayılmazlar hani.
Bir araba su birikintisinden hızlıca geçince olduğu gibi üstüme sıçrattı. Elim, yüzüm, elbiselerim sırılsıklam oldu, ardından koştum, küfür ettim, bağırdım sonra birden sustum. Bir filmde görmüştüm adamlar arabadan inip el kol hareketi yapan adamı dövüyorlardı. Aklıma geldi hemen sustum ve uzaklaştım oradan. Ara ara geriye baktım neyse ki gelen olmadı, akşam akşam bir araba dolusu dayak yiyecek güçte değildim.
Düşüne düşüne yolu bir gün tamamen karıştıracağım bu gidişle, soluğu da ya akıl hastane ’sinde ya da karakolda alacağım. Düşünsenize önümü çevirmişler bir ambulansla içinden beyaz elbiseli hemşire, doktor ve yanlarında elinde beyaz gömlekli iki kişi biri apar topar ellerimi arkadan bağlıyor diğeri de gömleği giydirip atıyorlar ambulansa. Ya da ihbar edilmişim, gecenin kör karanlığında elinde gazeteye sarılmış içki şişesi sokaklarda bağırıp çağıran, küfürler eden ben, sonra karakol hadi bakalım çık işin içinden.
Yok yok… İçiyorum ama kendimi de kaybedecek kadar veya sokaklarda içecek kadar değil, içiyorsak derdimiz var kardeşim, öyle borç, haciz gibi şeyler değil derdimiz, herkesin bildiği gibi kara sevdalık bizimki.
Şairin şiirlerinde bahsettiği gibi ‘’alamadık kara sevdamız oldu.’’ Yok, şimdi haksızlık etmeyeyim, o’na git diyen bendim, giden de o idi. Tamam, ama o da hazırmış gibi hemen gitmeyecekti, hayda yine içimdeki ses ulan git işte benden. Sende git, herkes gibi, gece gibi git, gündüz gibi git, yoldan geçen arabalar gibi git, hatta üstümü de ıslat, onun gibi gitme de kimin gibi gidersen git.
Sokaklar yine ıssız, kimse yok, saat kaç acaba? Evde olsam duvardaki saate ilişirdi gözlerim, duran saate, o gideli çalışmayan benim de pil alıp takmadığım saate. Yine takıldım bozuk plak gibi aynı şeyleri düşünüp duruyorum, gerçi uzun kelimeler kuramaz oldum, kimisi sarhoşluktan diyor ben ise yalnızlıktan diyorum. Hatta onsuzluktan.
İki gece evvel bölük pörçük nadir uyuduğum uykuların birinde rüyamda görmüştüm onu, elinde beyaz bir gül, beyaz bir elbise, beyaz ayakkabılar, bende de tam zıttı siyaha bürünmüştüm bana bakıp gülüyordu. Birden sıçradım rüyadan ulan dedim ulan, rüya da bile siyah benim, yapıştı yakama bırakmıyor beni.
Tabii onu görmenin verdiği mutluluk yüzümde beliriyordu, yanaklarımın kızardığının farkındaydım ama aynaya bakmaya utanıyordum. Saç, sakal karışmış, kendinden utanan bir adama dönmüştüm. Eskiden olsa on beş günde bir saç ve haftada iki defa da sakal tıraşı olurdum. Şimdi saldım çayıra Mevla’m kayıra. Rastgele yaşıyorum, plan falan yok, nerede akşam orada sabah.
Zatürre olmadan eve varabilseydim bari yoksa önüme bir tas çorba koyacak, ateşim çıksa ilaç verecek kimse yok. Yalnızlık sinmiş dört duvar arasında ölür giderim de kimsenin ruhu duymaz. Hani mevsim de kış, yaz olsa cesedim kokar kokudan rahatsız olup şikâyet ederler alıp götürürlerdi. Şimdi koku gelmeyince şikâyet de eden olmaz. Kısaca çürür giderdim bu evde. Hakkını yemeyeyim ev sahibim vardı gerçi bak o her ay arayıp sorar, beni değil ha, kirayı gönderip göndermediğimi sorar, neyse iyi tarafından bakalım. En fazla bir ay kalır ceset ortada. Ulan sevindiğim şeye bak.
Acaba ölünce ne diyecekler arkamdan, herkese söylenen klişe sözler mi? Yoksa sarhoşun tekiydi, bir gece ayık görmedik, öldü de kurtulduk mu?
Kapı komşum Nevzat amca, o ve eşi Nadire teyze iyi derlerdi işte, bir keresinde marketten gelirken poşetlerini taşımıştım, o kadar dua etmişlerdi bana. Gerçi Nevzat amca ölmüştü, Nadire teyzeyi de kızları huzur evine yerleştirmişlerdi. Ne üzülmüştüm, Allahtan çoluk çocuk yok demiştim o zamanlar.
Akıl kalmadı bende, şimdi kendimi şikâyet edesim geldi. Alıp götürseler hastaneye yatırsalar, kafa dengi birkaç koğuş arkadaşı, satranç oynardık ya da iskambil kâğıdından fal açardık. Fala da inanmam ya neyse. Bir umut işte benimkisi, belki o çıkardı…
Bu sensörlü ışıkları oldum olası sevmedim, yanıncaya kadar şekilden şekle sokuyor insanı, ne güzeldi eskiden bas düğmeye yansın belli bir süre sonrada kapansın. Evde soğuk, ev sahibine doğalgaz taktıralım dedim, bir konuşmaya başladı haline acıyıp bir yıllık kirayı peşin veresim geldi. E, güngörmüş kadın, tabi bizim gibi değil ya. Derdini iyi anlatıyor ya da ağlamayı mı deseydim bilemedim.
Üzerimi değiştirip hemen yorganı kafaya geçirip ısınmalıyım, yoksa bu gidişin sonu hayra alamet değil. Hapşırma, tıksırma derken sabah bir bakmışım nenem gibi alnımda bir yazma kalk kalkabilirsen.
Uzun zaman sonra ilk defa güzel uyumuşum, tabii üşümek ve hastalık cabası oldu. E, yolu karıştırıp yağmur altında onca yol yürürsen olacağı buydu.
Şu eczaneden doktorun verdiği ilaçları alıp gideyim yine üşümeye başladım.
-Merhaba, i…
-Merhaba.
Hayda nereden çıktı karşıma, ya şimdi üzülürse, hiç iyi olmadı bu rastlantı. Tesadüfe inanmam ama şimdi bu neyin nesi?
-Hoş geldin, geçmiş olsun.
Senli benli, bak bu güzel henüz beni unutmamış, siz demiyor.
-Hoş buldum. Teşekkür ederim.
-Oturun, hazırlayıp seslenirim.
Hayda, yine siz. İki dakikalık sevincimiz yine kursağımızda kaldı.
-Teşekkür ederim, sağ olun.
Öfke ile baktı, bak bu sevinmem için bir sebep işte. Öfkeli bakışının altında yatan sevgiyi görebiliyorum yine.
-Hâkim bey, ilaçlarınız hazır.
Hâkim bey ne şimdi, bey olduk birde. Hâkim bey diye seslenince, diğer müşterilerin bana baktığını fark etmemek mümkün değildi. Tabii bende onlara ‘’bildiğiniz ceza hâkimi değilim, adım Hâkim’’ der gibi bir bakış attım. Neyse ki herkes önüne dönmüştü.
-Teşekkür ederim.
-Kimlik numaranız, ulaşabilmemiz için irtibat numaranız ve imza alabilir miyiz?
Onlar değil de sen alabilirsin, sadece sen, telefon numaram yok mu sende? Sildin mi yoksa? Ben kimliğimi vereyim sen soyadımı al, imza sonsuza kadar atarım.
-Tabii, teşekkür ederim.
-İyi günler.
-İyi günler.
Ulan ne karşılaşma ama ağlamamak için zor tuttum kendimi, bu gün tam kırk gün oldu. Kırk koca gün, kırk asır gibi geçen kırk gün.
-Hâkim!
-Ömür!
-Yüzünün beti bezi solmuş, neyin var? Ne oldu?
Sensizim ulan işte, sensizim. Ölüyorum, öldüm hatta bu ben değilim, bu başka bir Hâkim, bu ruhum ben yokum. Gittiğin o gece kaybolmuşum. Bir daha ne rastladım, ne gördüm.
-Üşütmüşüm de, ilaç aldım.
-Zayıflamışsın, yemek yemiyor musun?
Yemiyorum, en son dün sabah bir simit yemiştim. O’ndan sonra çay, kahve, alkol öyle işte.
-Yiyorum, sabah kahvaltı yaptım. Ama yaramıyor, sen de zayıflamışsın?
Ulan ne yalancı oldum iki dakikada, oysa yalan konuşurken yüzüm kızarır ardını getiremeden doğruyu söylerdim. İnşallah yine kızarmaz.
-Hiç yalanı beceremiyorsun. Kaç gündür yemek yemiyorsun?
-Dün sabahtan bu tarafa yemiyorum.
-Akşam geleyim de sana bir çorba hazırlayım.
Dur dur, şimdi ben mi yanlış anladım. Yoksa geleceğim mi dedi?
-Anlamadım.
-Akşam geleyim mi? Çorba hazırlar giderim.
Biliyor bir halta yaramadığımı, iki yumurta kırıp pişiremeyeceğimi ondan geliyor. Giderim derken yüzünün hali, gitme dersen kalırım der gibiydi.
-Zahmet olmasın!
Bakışları öfkeye döndü, özlemişim ulan işte, özlemişim. Seviyorum, aşığım, kara sevdalıyım, Odunum oğlum ben odun.
-Yok, olmaz akşam görüşürüz.
Görüşürüz, ne çok özlemişim bu kelimeyi.
-Almaya geleyim mi?
-Yok, evi biliyorum. Ben gelirim.
Biliyorum! Unutmamış, acaba o da benim evimi her gece onun evini izlediğim gibi izliyor mu?
Yok, ulan amma abarttın.
-Tamam, bekliyorum.
Erkenden gideyim de, camları açıp evi havalandırayım, yoksa girmez sigara kokusundan eve. Hatta iyi yaşıyorsun burada, ölmediğine şükret der.
Çiçekçiden en sevdiği çiçeği, Nergis alayım.
Her şey hazır, cam kenarına oturdum gözüm yollarda ona bakıyorum. Ezan ha okundu ha okunacak. Bu işte bir terslik var, normalde kadın beklemesi lazım şimdi ben bekliyorum.
Neyse, gelsin de bekleyen ben olayım.
Kapı çaldı, heyecandan elim ayağım titriyor.
-Hoş geldin.
-Hoş buldum, bu koku ne?
-Şey, sigara içmiştim de.
Zıkkım iç der gibiydi bakışları, oldum olası sevmezdi sigara içmemi.
Şimdi çiçeği verip vermemekle tereddüt ettim, çünkü onun dışında birine çiçek almadım. Düzelteyim ona da ilk kez alıyorum.
-Senin için.
Yanakları al al oldu hemen, eskiden olsa yüzünde beliren gamzesinden öperdim.
-Teşekkür ederim. Ama sen burada iyi olamazsın. Ev rutubet yapmış, kaç zamandır havalandırmıyorsun?
Sen gideli hiç havalandırmadım ki Ömür.
-Ara sıra açıyorum ama çok değil.
Ah yalan, bir de becerebilseydim konuşmayı, kesin iyi bir avukat ya da iyi bir pazarlamacı olurmuşum.
Avukat Hâkim Bey, ne saçma oldu bu da ya. Pazarlamacı Hâkim. Bak bu biraz olsun yakıştı sanki.
-Açmıyorsun belli ki, bize gidelim diyeceğim de.
De! Sevgilin mi var? Kırkımız çıkmadan sevgili mi yaptım demek.
-Bir kız arkadaşım var beraber duruyoruz. Yanlış anlama.
Kesin aklımı okuyor. E okumuş kız ne de olsa.
-Yok düşünmedim. Bir şey olmadı şimdiye kadar bundan sonra da olmaz her halde.
-Yemeği hazırlayana kadar sen yat biraz, sonra kaldırırım.
Ne vefalı kızmış be, ben onun değerini bilememişim.
-Tamam, sağ ol Ömür.
Güldü, esmer yüzü al al oldu.
-Yemek hazır, bu duvardaki saat neden çalışmıyor? Pili mi bitti, bozuk mu?
‘’O saat sen kapıdan çıkınca durdu, bir daha da çalışmadı, gözleri resimlere takıldı yüzü yine utanmış bir kız edasıyla al al oldu.’’
-Pil sanırım, her zamanki gibi.
Yemek yedik, hatta kırk gün sonra ilk defa doydum. Yani metazori ile yedim, bana kalsa bir kaşık alır bırakırdım.
-E, anlat bakalım?
-Ne anlatayım?
-Bensiz neler yaptın?
-ilk zamanlar çok kötü geçti, alışamadım.
-Sonra alıştın yani!
İncinmiş gibi bakış attı, bir an içimde fırtına koptu sandım.
-Aslında öyle değil.
-Nasıl?
-İlk zamanlar çok kötü geçti, alışamadım. Sonra daha kötü geçti.
Anlaşılıyor der gibiydi bu defa bakışları, biraz mutlu biraz hüzün vardı.
-Ya senin nasıl geçti?
-Geçen haftaya kadar senin gibiydi.
Nasıl yani geçen haftaya kadar, ne oldu biri mi girdi hayatına? Hayda yine kötü düşündüm.
-Ne oldu geçen hafta?
-İşe başladım, bir kızla aynı evde durmaya başladım, yalnızlığı unutturdu bana.
-Anladım.
Sitemliydi bu ‘’anladım.’’ Nasıl unutturdu? Ne demek unuttum?
-Ben gideyim.
Nereye, daha yeni geldin? Dur işte kal, gitme. Sen gidince ben kendimi kaybediyorum, şimdi yeniden hem seni hem kendimi bulmuşken gitme!
-Nasıl istersen.
-Tamam, görüşürüz.
Yok, bende ruh yok. Odunum ben, bildiğin odun.
Gitme demek varken, neyin nesiydi bu şimdi.
-Ömür!
-Efendim.
-Gitme.
-Yarın görüşürüz.
-Çok isterim.
Onsuz geçmeyen kırk gün ve kırk bir geceden sonra şimdi bekle de sabah olsun. Elimde yine resmi ve sabaha kadar bu defa mutluluktan uyuyamayacağım sanırım.
‘’Annem ve babam gülüyor, ilk defa bu kadar mutlu görüyordum onları. Annemin yanında biri vardı güneş gözlerime vurduğundan göremiyordum yüzünü, beyaz elbiseli, elinde beyaz gül ve beyaz ayakkabıları olan biri, annem kucaklarını açtı ve yanımda uran küçük kız onun kucaklarına atladı.’’
Neyse ki rüyaymış.
Uyandığımda saat sabahın altısıydı nasıl uyuduğum konusunda hiçbir fikrim yok, elimde resmi ve son olarak yanaklarını okşadığımı hatırlıyorum.
En son sözü ‘’yarın görüşürüz’’ olmuştu. Acaba akşam mı gelecek yoksa sabah mı? Ulan gelsin de ne zaman gelirse gelsin.
Yok, yok yine sabah gelsin, çok özledim.
Üç ay sonra…
O gün sabah gelmişti. Gelirken çok sevdiğimi bildiğinden simit almış ve ben yine onu düşünürken uyuyakalmıştım. Radyodan gelen ‘’ZEYTİN GÖZLÜM’’ şarkısı ve kahvaltı hazır sesine uyanmıştım. Rüyadayım zannetmiş üzülmüştüm ama yine o anne öfkesi barındıran ses tonuyla ‘’Hâkim çay soğuyor’’ dediğinde hatırladığım tek şey yatağımdan fırladığımdı.
Ben o sabah kahvaltıda hiçbir şey yememiştim, onu izleyerek, önce gözlerimi sonra ruhumu doyurmuştum. Bir daha gitmedi ve yakında düğünümüz var.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.