- 482 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SPEYER, REN VE BEN
Bazen nehirlerin, gözü ve gönlü çeken canlı bir mıknatıs olduğu zannına kapılırım... Özellikle büyük nehirlerin… Bunu ilk defa Kahire’nin ortasından nazlı nazlı akan Nil Nehri’ni; bir de Almanya’nın tarihî Speyer (Şipayer) şehrinin doğusundan narin narin süzülüp giden Ren Nehri’ni görünce fark etmiştim.
Dört yıl kaldığım bu şehirde, benim için bir nehirden çok daha ötesiydi Ren. Deyim yerinde ise her kıyısına uğradığımda sevinen, âdeta benimle sohbet eden, nefes alıp veren, kıvrım kıvrım yoluna devam eden devasa bir mahluk gibiydi o… Bir şehir, bir nehir, bir insan… Sanki “üçü bir arada” gibiydik biz… Speyer, Ren ve ben…
Benim kim olduğum belliydi. Kırkında bir adam… Ren de bir nehir… Speyer ise yaklaşık altmış bin nüfuslu, güzel mi güzel, cennet köşesi, turistik bir şehir… Orta Çağ’da Hapsburglar’ın bölge başkentliğini yapmış… Bu nedenle bir zamanlar etrafı, şehri baştanbaşa kuşatan surlar ve eski kapılarla (alte portal) çevriliymiş... Hatta bu yöre ile yakın bağları olan eski Almanya Başbakanlarından Helmut Kohl Speyer şehir merkezinde bulunan Adenauer (Adenoyer) Parkı’nın bir köşesindeki eski mezarlığa gömülmüş.
Şimdilerde sakin, huzurlu ve dingin görünen; şık, güzel ve büyüleyici bir kent burası. En hâkim noktasında, Hıristiyanlık tarihi açısından çok önemli bir katedral bulunuyor bu kentin. Gotik tarzı mimariyle inşa edilmiş, dikdörtgen biçimli, kubbeli ve kuleli; uzaktan bakıldığında sanki demirden bir biblo gibi görünen ve yer yer paslanmış izlenimi veren muhteşem bir dom kilisesi... Arka tarafları biraz iniş çıkışlı, gür ağaçlı, park ve bahçelik bu kilisenin. İlerisi ise, hafif eğimli bir arazinin yanı sıra Ren kıyılarına doğru uzanan; temiz, bakımlı ve çimleri koyu-açık tıraşlı yemyeşil düzlükler...
İnsanın kâh içini açan, kâh bakışlarını yutan bir esrarengizliği vardır bu düzlüklerin... Daha sonrası mı? Yaklaşık yüz adım yürür, Ren kıyılarına gelirsiniz yavaş yavaş… İnsanı âdeta keyif sarhoşu yapan bu düzlüklerden; kimi yaya, kimi otomobille, kimi bisiklet kullanarak ulaşır Ren’e... Dahası sizi her hâlinizle kabul etmeye dünden razıdır Ren... Çok geçmeden, bir kısmı toprak bir kısmı asfalt olan ve kıyı boyunca bir uçtan diğer uca uzanan doğal ve otantik yollar; bazen duru mavi, bazen cam yeşili, bazen hafif bulanık bir Ren akıntısıyla buluşturur sizi…
Speyer halkının can dostudur Ren. Hatta dışarıdan gelmiş biri olarak benim bile... Ne zaman kıyılarına doğru bisikletle bir gezintiye çıksam, mutlaka Speyer ile Stuttgart bölgesini birbirine bağlayan Salier Köprüsü’nün altındaki o ahşap banklardan birine beni buyur eder; ruhumu yıkayan bir akıntının diriltici salınışları eşliğinde, kendisiyle beraber hayallerimi de ağır ağır geçmiş zamanlara doğru sürükler... Derken, imam hatibin lise kısmında okuduğum Ülkeler Coğrafyası dersindeki Almanya ünitesi gelir aklıma... Öğretmenimiz Ali Türka Hoca’nın "Çocuklar, Almanya bir sanayi ülkesidir... Nehirleri Ren, Tuna, Elbe, Mozel..." sesleri yankılanır bir kez daha kulaklarımda. Sonra birden, kelam derslerine sürüklenir mazinin hafif buğulu atmosferi içerisinde kalmış hayallerim. İnsanın eşya (varlık) ile üç ayrı zaman ve mekândaki boyutsal ilişkisini anımsarım birden: Önce, “O coğrafya dersini okuduğum günlerde, sadece bilgisel yakınlıkta (ilmelyakin hâlinde) idim bu nehirle” şeklinde bir fikrî uyanış belirir içimde. Ardından bilincimi toplar, bir kez daha bakarım sessizce akıp giden Ren’e... “Şimdi de, bu nehirle gözsel yakınlıktayım (aynelyakin hâlindeyim)” derim kendi kendime...
Sadece bununla kalmam… Yaz mevsiminin sıcak günlerinde, fırsat buldukça tenha kumsallarına gider, bisikletimi bir kenara park eder; yüzmeye başlarım sığ sularında Ren Nehri’nin… Sanki bu esnada, bütün içtenlik ve samimiyetiyle bir torun kucaklayan nine gibi bağrına basar Ren beni. Âdeta yüreğine sokar... Rengi şeffaf ve sarı gölgeli cam gibi oynayan temiz sularına gömer… Ruhumla beraber, bütün nostaljik duygularım birdenbire firar eder yine o imam hatipteki eski okul günlerime: “Şimdi de, öznel yakınlıktayım (Hakkalyakin hâlindeyim) bir zamanlar ilmelyakin olduğum o Ren Nehri ile…” derim bir kez daha kendi kendime. Derken bir yük gemisi geçer… Veya rengârenk gezi sandalları... Turist gezdiren konforlu feribotlar dolaşmaya başlar Ren’in sularında… Sanki bunlardan pek hazzetmez gibi bir tavır takınır Ren. Gelgitleri artar, dalgaları kıyılara çarpar, yer yer köpürür, âdeta öfkesi ayyuka çıkar Ren’in…
Gani gönüllü ve cömerttir Ren. Ne zaman Sivaslı Süleyman Amcayla yaptığımız bisiklet turlarını bahane edip yanından geçsek, kıyılarını süsleyen ceviz ağaçlarının altına çağırır bizi. Yere düşen birkaç ceviz bulunca çocuklar gibi seviniriz sanki. Elbette bunun nedeni, bizim bir ceviz düşkünü olmamızdan değil, Ren diyarının ikram ettiği küçücük bir ceviz parçasının bizim memleketteki cevizlerle aynı tatta olmasındandır. Bazen fazlasıyla coşar, Ren’in aşağılarına, kıyı boyunca uzanan dar ve tenha yollu ormanlara dalar; Philippsburg (Flipsburg) taraflarına doğru çeviririz bisikletlerimizin pedallarını. Issız olduğu kadar rahat, emin ve güvenilirdir bu orman yolları. Gün olur başı kasklı bir sporcuya, gün olur koşuya çıkmış bir genç kıza rastlarız o ağaçtan göğün görünmediği patikalarda. Kimse kimseye en ufak bir rahatsızlık vermez, selametle devam edip gider herkes yoluna.
İlkbaharın iyiden iyiye tüllendiği, ortalığın terütaze yemyeşil ağaçlarla göverdiği günlerde tam bir şenlik karnavalına döner Ren kıyıları… Hele o altında birkaç tane ahşap bank bulunan koca çınarların tiril tiril esen hafif alacalı gölgesi, ömre bedel bir ruh hazzı sunar insanın derinliklerine… Bakışlar Ren’e yayılmış şekilde oturmak, hep oturmak istersiniz o çınarların altında. Ardından, daha çok yaşlı ve centilmen hanımefendilerle beyefendilerin indiği yatılı bir turist feribotu yanaşır az ötedeki demir rıhtıma… Tek tek inerler, heyecanlı ve sevecen bakışlarla bu rıhtımdan… Ren’in kendilerine sunduğu bu romantik geziyle; hem yaşlılığın tadını çıkarırlar, hem Speyer’in Dom Kilisesi’ni ve görülmeye değer yerlerini gezerler…
Hasılı, teknolojik gelişmeler hasret ve gurbet kavramlarını insanlığın gündeminden kaldırıp şu yeryüzünü cebimize sığacak kadar küçültse de; bir özlem, bir tutku, bir can, bir şiirdir Speyer ve Ren… Aynen memlekete dönmeme beş ay kala, 2009 yılının 15 Şubat akşamı yazdığım “Güzel Speyer” başlıklı şiirde olduğu gibi:
Ne Afrika ne Asya’da, görmedim dünyada
Senin gibi bir kent, senin gibi bir yer
Yoksa cennetten bir köşe misin sen
Gözüm açık bir rüyada güzel Speyer
Başka yerlerde bazı insanlar
Yolunu kesermiş bazı insanların
Ama Speyer’de şaşırdım gerçekten
Bir köpek kenara çekildi inanın!
Bana yol verdi yanından geçerken
Hani Ren Nehri’nin geçtiği yerde
Sıra sıra uzanan yemyeşil cevizlerin
Tadı nasıl birse köyümdeki cevizlerle
İşte aynen öyle, güzel Speyer’de
Alman Türk kardeş gibi, beraberdir bizlerle
Güzel Speyer! Ruhum daralıyor sanki
Yaklaştıkça veda vakti
Âdeta hüzün damlıyor her yerimden
Seni o kadar sevdim, o kadar alıştım ki
Gece uyuyamadım bir sel gibi coşan şiirimden
Mesut ÖZÜNLÜ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.