- 755 Okunma
- 5 Yorum
- 2 Beğeni
651 – PUT
Onur BİLGE
“Put,
Düşünüyorum da… Belki kibrim yüzünden put edindim ben de seni. Çok da ihtiyaç duyduğum için değil… Evliydim. Eşim de evlatlarım da vardı. Sevme ihtiyacımı karşılamam için karım olmasaydı bile çocuklarım vardı. Seni severken de senin de beni sevmen ya da sevmemen şart değildi ki! Onlar da beni sevmeyebilirlerdi. Sevgi ille de ille karşılıklı olacak değildi ya! Zavallıları boş bir hayal uğruna bozuk para gibi harcadım. Onlar, Nil’i geçip İstanbul’a gittiler, ben alık balık gibi Aşkdeniz kumsalının cayır cayır yanan hüsran kumlarına gömüldüm kaldım!
Radyoda Dario Moreno… Ortalığı kasıp kavuruyor! “Deniz ve mehtap sordular seni… Neredesin? Nasıl derim terk etti…” Ay da yok, mehtap da yok artık. Aşkdeniz yasta, ruhum yasta…
Lara sahilinde mehtaplı bir yaz gecesi gibiydi hayatım, varlığınla avunduğum zamanlarda. Her yer ve her şey aynı kalsa da mehtap yok olmuş. Sanki ay çalınmış gökyüzünden, dünyanın madde dağılımı, büyüklüğü, enerjisi, dönme ekseni açısı, atmosfer ve mevsimler değişmiş!
Dünyamda her şeye rağmen halen hayat var ama her şey farklı bir şekle bürünmüş durumda. Oysa benim için sen diye bir varlık varken sanki her şey, en ince ayrıntısına kadar benim için özel olarak hazırlanmıştı. Hayattan zevk almam için her şey vardı, tamdı. Tam arzuma göreydi hayat ve o mükemmel düzen içindeki yerin ne kadar önemliydi!
Varlığının bana hiçbir zararı olmadığı gibi pek çok faydası vardı. Üzerimdeki en büyük etkin, çekim gücündü. Dönüş hızımı yavaşlatıyor, hayatımın belli bir düzen içinde geçmesini sağlıyordun. Kendi etrafımda belli bir hızla dönüp duruyordum. Çoğu zaman telefon başında hep senden bir haber bekliyordum. Kapı dışarı çıkmıyordum.
Hayatımda çok az oldun maddi varlığınla, çoğu zaman yoktun. Hep hasretin vardı, akkor halinde. Tamamen yok olunca dönüş hızım arttı. Günlerim kuşa döndü, on beş saat kadar kaldı. Bekleyiş sıkıntısıyla geçmek bilmeyen saatler avucumda hızla eriyip akıyor şimdi.
Yeni düzene ayak uydurmam kolay olmadı. Fırtınalar, kasırgalar, yağmurlar şiddetlendi. Bütün tabiat olayları arttı. Hayat şartları ağırlaştı.
Sevgili Ay da kalmadı göklerimde, ay ve güneş tutulması gibi olaylar da… Med cezirlerim de önemli ölçüde azaldı. Yüzde yetmişi, senden kaynaklıydı.
Denizlerdeki gel-git olayları en çok Kanada’da Fundy körfezinde meydana gelirmiş. O zaman deniz on beş metreden fazla yükselirmiş. Manş sahillerinde on bir buçuk, Çanakkale Boğazı’nda beş altı santim kadar olurmuş. İstanbul Boğazı’nda pek hissedilmezmiş.
Senin bende meydana getirdiğin med cezir öyle böyle değildi. Fundy körfezindeki kadardı! Bütün benliğimi kökünden sarsardı! Yalnız denizlerde değil, karada da elli santime kadar olan yükselme misali, yalnız ruhumda değil, bütün benliğimde aynı tesiri yapardı.
Hep seni net görememekten yakınıyordum ve hep görmek istiyordum, buğulu gözler ardından sisli puslu olsa da... Bu uğurda güneşimden, eşimden vazgeçtim. Aile hayatımı tümüyle gece ettim. İçinde hep sen olasın diye günlerimin, gündüzlerimin üstüne kapkara bir perde çektim. Buna rağmen gözlerimdeki atmosfer engel oldu, seni net ve hep görebilmeme. Yine de sis çöktü üstüme ara ara. Yine de zaman zaman şımarık beyaz bulutlar girdi aramıza. Sonra da kahreden kara bulutlar, arka arkaya… “Bir türlü yüz yüze olamadık!” diyemiyorum ama yüzüne bakmaya doyamadım!
Ay’ın Dünya’yı, uzayda başıboş gezen bazı göktaşlarından koruduğu gibi varlığın da beni felaketlerden koruyordu. Yokluğunda başıma taşlar yağdı!
Ay ışığında yaşayan gece kuşu gidiydim. Gecem gündüzüme karışmıştı. Zaman mefhumu kalmamıştı bende. Fena etkilenmiştim senden. Galiba ben kendimi unutmuştum, Kurt Adam olmuştum!
“Her yerde kar var!” diyor Adamo. Antalya’dan haberi yok galiba. Bu aralar böyle şarkılar moda… “Karda zordur yürümek. Anladım gelmeyecek!” diye ah- u figan ediyor. Bizim çocuklar kadar ben de seviyorum bu şarkıları. Yoğun duygusal… “Gözyaşım, dur düşme! Gelmeyecek, düşünme!”
Yokluğun, romantizmi bitirdi bitirecek bende. En dayanılmazı da o olacak! Sahilde kumlara bata çıka, el ele yürümeyi hayal edemeyeceğim seninle. Gökyüzündeki o muhteşem manzara yok artık. Islak kumların da, nemli meltemin de anlamı yok. Aşkdeniz’in ılık temasının da manası kalmadı.
Bir avuç tuz serpip gittin gözlerime. Aşkdeniz’in tuzlu suyu yerine, gözyaşlarım ıslattı yanaklarımı, bağrımı… Ne kadar bağırdıysam da: “Yapma etme! Gitme!.. Kal!..” diye çıkmayan sesimle, kâbus gibi… Dik kafana duyuramadım çağrımı.
Yüreğimin üstünde yürüyerek devam ettim yoluma. Konyaaltı kıyılarında, cayır güneşin alnında kızgın çakıl taşları yaktı kalbimi her adımda. Son sözlerin ok gibi saplandı yüreğime. Nevrim döndü, onları senin ağzından duyunca! Ne bir ağaç ne bir kaya gölgesi vardı, birazcık serinlemek ve nefeslenmek için o kara hüsran boyunca…
“Hakkım yok seni sevmeye… Çıktın karşıma ne diye?” diyor Neco. “Sen başkasının aşkısın!” Şarkılar, hece hece içime işliyor. Benim yerime dertlerimi dile getiriyorlar. Tam anlamıyla uymasa da aramızda yaşananlara, o kadar güçlü notalarla seslendiriyorlar ki onları, doğrudan kalbe vuruyorlar.
Ne güzelliğinin sarhoşuyum ne de bu halim şarkıların suçu… Kendim ettim kendim buldum. “Hiç suçum yok, nasıl oldu, bilmiyorum! Bir de baktım ki âşık olmuşum ben ona!” diyemem. Seni gördüğümde “Ben!..” dedim mutlaka. En azından “O benim olsa!..” diye düşündüm. Farkındayım ya da değilim ama mutlaka böyle bir şeyler düşündüm senin hakkında ve bir sonuç çıkardım kendimce ki varlığımı cömertçe, olduğu gibi koydum karşına. “Ona ben refakat ederim!” dedim. “Onunla ben dans ederim!” O anda kendimi kral ilan ettim. Sen de benim her şeyim, prensesimdin. Elime el verirdin!
Putumu süsledim, güzelleştirdim, mücevherlerle bezedim. Sonra da geçtim karşına, taptım! Ne yaptıysam ben kendime yaptım!..
Şarkılar kışkırtacaktı tabii ki beni. Bahar geliyordu. Toprak kıpır kıpırdı, tohumlar çimlenmeye hazırdı. Bademler, erikler çiçek açmıştı, aldanmıştı da havaya. Aldanmıştı havaya deli gönlüm. Zamansız çiçek açmıştı.
Antalya’da her yerden erken gelir bahar. Dutlar tomurmuştu, yapraklanmaya hazırdı. Mimozalar açmıştı. Benimse son şansımdı. Islak bir kuş konmuştu, kurumaya yüz tutan dalıma. Ürkek, çekingen, pır pır yürek atışıyla sığınmıştı avuçlarımın arasına. İçim gitmişti ona o anda!
Şarkıların hiç de suçu yoktu aslında. Benim zafiyetimdendi. Zaafım vardı mutlaka ve karar benden çıkmıştı. Akıbetimi de idrak edecek durumdaydım ama gönlümü frenlemedim. İşime gelmedi. Yaşamak istedim aşkı, giderayak, son bir umutla… Karşılıksız kalacağını, sonunun hüsran olacağını bile bile… Kendi içimde de olsa, yaşamak olabildiğince, alabildiğine… Şimdi nasıl eşlik edebilirim o şarkıya: “Hiç bağlanır mıydım çocuklar gibi! Ah, bu şarkıların gözü kör olsun!” diye diye?
Bile isteye başladım bu maceraya ben! Kazancım da zararım da benim yüzümden! Put edinmemeliydim bir faniyi. O kadar yüceltmemeliydim! Geçip karşısına gün yirmi dört saat, her dakika tapmamalıydım! Şimdi de putumu kırmaya kıyamıyorum!
“Unut!” diyor Kaptan. Hayatımı ibadetle, zamanımı sohbetle ve tefekkürle geçirmem için yarenlik ediyor benimle. Ne konular açıyor, neler neler anlatıyor, aklıma gelmeyesin diye… Nafile...
Allah’a inanıyorum. Namaz da kılıyorum. Zikir ve tefekkür de yapıyorum. Bununla beraber putuma tapmaya devam ediyorum. Gizli ya da açık şirk yaptığımı biliyorum… Nefsime zulmediyorum… Vazgeçmiyorum.
Sayısını Allah bilir, kaç kere “La İlahe İllallah!” dedim, dilimle ama anlamına inemedim. Yüreğimde tekleyemedim. Ruhumda birleyemedim. Benim gibi bir aciz yaratık da var tapmakta olduğum Allah’la birlikte kalbimde. “İlahe İllallah!” diyorum da aslında “La İlahe…” demiyorum.
Âşık olmadan önce şarkılar bir şey ifade etmiyordu benim için. Anlamları teğet geçiyordu idrakime. Yoksa ben henüz âşık olamadığım için mi samimiyetle “La İlahe…” diyemiyorum?
Neden şirkte ısrar ediyorum?
Putperest”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 651
YORUMLAR
bu yazı yazılarınızın şahı olmaya aday benim sinemde. Önce Yuvasını yıkmış birinin kendi nefsiyle muhasebesi kusursuzca verilmiş yazıda. Sonra bu kapıyı aralayan sevilme ihtiyacından doğan başkasını sevmek. Ve bunun itikatdaki o elim sebep. La ilahe diyemeden İllallah demenin envaitür acıları. Tabii ki bu müşriklik değil fakat şirk yani nefsin hevasını kendisine ortak kılıp dirayet gösterememek. Takılıp takılıp düşmesi kendi ayaklarına, kendini arayanın.
Nefs: Yani insanın bizzat kendisi. Onu buluncaya kadardır mücadele.
Kendini bilen Rabbini bilir sözünün tecelli ettiği makam. Cümle Ümmete bu makama ulaşmak nasip olsun. Amin. Ve Allah razı olsun yakasından kavranmış bir suçludan farkım yok.
Ne kadar güzeldi yazı. Teşekkür ederim.
Allah’a inanıyorum. Namaz da kılıyorum. Zikir ve tefekkür de yapıyorum. Bununla beraber putuma tapmaya devam ediyorum. Gizli ya da açık şirk yaptığımı biliyorum… Nefsime zulmediyorum… Vazgeçmiyorum.
.Sayısını bilmediğim kadar...La İlahe İllallah!” dedim, dilimle ama anlamına inemedim. Yüreğimde tekleyemedim. Ruhumda birleyemedim. Benim gibi bir aciz yaratık da var tapmakta olduğum Allah’la birlikte kalbimde. “İlahe İllallah!” diyorum da aslında “La İlahe…” demiyorum.
Çok güzel bu bölümde Şu yukardaki aldığım yerde bahsedilen konu dikkatimi cezbetti Allah dan başka bir faniyi sevmemeliyiz anlamı çıkardım. Ama yüreğinden sökemediğin birini acaba putlaştırmak? Bu konuda terettütler yaşıyorum. Tebrikler elinize emeğinize sağlık çok güzeldi Selamlar Saygılar...
CAN KAN taraf
CAN KAN tarafından 15.12.2020 01:02:05 zamanında düzenlenmiştir.
"Varlığının bana hiçbir zararı olmadığı gibi pek çok faydası vardı. Üzerimdeki en büyük etkin, çekim gücündü" Bahçe işlerinde kullanılan AY TAKVİMİ gibi yeni ay, eski ay göre çekim gücüne göre hareket...
Lara da kampa gelirdik eskiden YAKAMOZLAR oluşurdu şimdilerde pek oluşmuyor çünkü balıklar azaldı. Mehtapta Ay güzel görünürdü...
Putperest bağlılığın abartılı hali....