- 322 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İNSANOĞLU NERDESİN?
’’Savaşla yatıp savaşla kalktığımız şu günlerde, medyanın, politikacıların ve ekonomistlerin savaşla ilgili yorumlarını dinliyoruz sürekli olarak. Dünyaya ve toplumlara seslerini duyurabilenler onlar çünkü...Savaş ve insan , savaş ve doğa, savaş ve öteki canlılar ilişkisinden söz etmek için Surıye’de süren savaşın gerçek sonuçlarını anlatmak için kimilerine göre vakit daha erken...Oysa ihtiyar dünyamız, sonuçları çoktan biliyor. Binlerce yıllık deneyimleri, dağlarının bombalarla nasıl aşınacağını, denizlerinin kan ve kimyasal silahlarla ne kadar kirleneceğini, ovalarının mayınlar ve öldürülen canlılarla ne kadar verimsizleşeceğini şimdiden haykırıyor ona... , Savaş kullanılan silahların reklamları, taktikler, beklentiler ve pazarlıklarla sürerken, öldürülen doğa, insan, umut, aşk, ekranlara yansımıyor...
Savaş, insan soyunun sosyalleşmesi kadar eski...Savaşın yazıya dökülmesi de yazının bulunmasıyla belki de aynı yaşta...En eski metinlerde savaştan söz ediliyor. Krallar, başarılarını geleceğe bırakıyorlar zafer yazıtlarıyla...Ama savaşın gerçek etkilerini, insanda yarattığı duyguları, bozulmayı, çalınan yaşamları, bütün yönleriyle yalnızca edebiyat yapıtları anlatıyor bize...
Barış bilincinin gelişmediği yıllarda, kahramanlık şiirleri, zaferleri ya dayenilgileri anlatan oyunlar, savaşçılara övgü dolu sözlerle doluydu. Bu övgüler doğal sayılırdı o yıllarda. Zaferialkışlamak da...Bu nedenle sanatçılarla ve şairlerle barışıktı yöneticiler. Oysa 20. yüzyıl, dünyayı saran iki büyük ateşten bir şey öğrenmişti:Savaşlarda artık kimsenin kazanamayacağını ! Bu bilinç, sanatın ve sanatçının barışın yanında yer almasına neden oldu. Belki de en çok bu yanıyla 20. yüzyıl, egemen görüşle sanatçıları birbirinden ayırdı...Yönetenlerin sanata düşman olması da, en çok geçtiğimiz yüzyılda verdi meyvelerini.
Kapımızı çalan savaşla ve savaş görüntüleriyle yaşadığımız şu günler, savaşı konu alan edebiyat yapıtlarını bir kez daha okumanın, savaşın gerçek yüzünü, sayıya indirgenen bireyin savaş karşısındaki durumunu daha iyi anlamanın tam zamanı. Ancak savaş ve edebiyat, çok geniş ve çok titiz çalışma gerektiren bir konu. Belki de aylarca çalışmak gerek savaş ve edebiyat ilişkisini yazabilmek için. Bense, okuduğum ve savaş görüntülerini izlerken sık sık düşündüğüm yapıtlardan söz ederek, füze reklamlarına, harika uçak tanıtımlarına ve cihatla Haçlı Seferi arasında bocalayan yöneticilerin titrek sesine, yazarların farklı seslerini katmayı deneyebilirim...
Savaşı anlatan ilk edebi yapıt İlyada olsa gerek...Ilk savaş yazarı da Homeros. İsadan önce yedinci yüzyıldan beri adı bilinen Homeros, ünlü Troya Savaşı’nı anlattığı İlyada da, Yunan inancının Tanrı soyunu kuran ozandı aynı zamanda. İlyada, savaşçıların giysilerinden beslenmelerine, Tanrıların aşk ve kıskançlık öykülerinden zafer gösterilerine, yenilginin alçaltıcı acılarından kadınların gözyaşlarına kadar anlatıldığı bir yapıt...Ölümsüz atların, Tanrısal silahların, ikili dövüşlerin betimlemeleri, bazı teorisyenlerin ’’Savaş, Tanrısal bir yasadır’’ düşüncesini destekler
nitelikte...Homeros’un yaşadığı çağa en uygun savaş düşüncesi de budur elbette.
Mihail Şolohov, dört ciltlik ’’Durgun Akardı Don’’ adlı yapıtını yirmi yaşında yazmaya başlamıştı. Bir Kazak köyünün , hemen tüm insanlarıyla anlatıldığı roman, Birinci Dünya Savaşı öncesinden , Rusya Devrimi sonrasıtarihte geçer. Kazakların geleneklerini, günlük yaşam biçimi, sıcacık tiplemelerle okura aktarırken, savaşın etkilerini, Kazakların devrime karşı çarpışmalarını, epik bir taajedi niteliğinde verir yazar. Kazakların biraz da kutsal saydıkları Don Irmağı, aşk adına geleceklerine başkaldıran roman kahramanlarının bir simgesidir yapıtta.
Alman üniformasıyla savaşa katılan Henrich Böll, istemiyerek savaşa sürüklenen insanların dramını, insanlığa yönelttiği bir soruyla dile getirir: ’’İnsanoğlu Neredeydin?’’ İnsanlığa bir uyarı, barışın önemine bir vurgudur çizdiği her tablo...
Yunan, İtalyan ve partizanlar arasında el değiştiren, sonunda Nazi işgali yaşayan bir kentin öyküsü ’’Taşkentin Günlüğü’’: Arnavut yazar İsmail Kadare, bu kentte geçen çocukluğunu, bir çocuğun gözlerinden işgalleri ve sığınaklarda geçen zamanla, kentin yaşamını anlatır...
İkinci Dünya Savaşı’nı anlaran edebiyatçılardan en ilginci Curzio Malaparte belki de...Birinci Dünya Savaşı sonrasında, ülkesi İtalya’da, Faşizme dayanan bir ulusal edebiyat kurmaya çalışan Malaparte, İkinci Dünya Savaşı sırasında faşizmden nefret etmiş, sosyalizmi savunmaya başlamış bir yazar. Subay üniformalı bir muhabir olarak katıldığı 1941 Rusya seferini anlattığı, deneyimlerini ve gözlemlerini insanlıkla paylaştığı ’’Kaputt’’ adlı yapıtında, savaşın yarattığı dünyaya götürür okuru...İnanılmaz resimler çizer sözcüklerle...Irmağın donmasıyla buz tutan atlar ve heykellere dönüşen askerler de vardır bu anlatımda, ülkelerin temsilcileri de...Malaparte’ın ’’Kadınlar da Savaşı Yitirdi’’adlı oyunundaysa, savaşın kadınlara dönük yüzü vardır:Naziler, işgal ettikleri ülkelerin kadınlarını, erkeklere özel hizmetler vermekle görevlendirir !..
Bizim coğrafyamızda geçen savaş romanları içinde, Hasan İzzettin Dinamo’nun yapıtları ayrı bir yer tutuyor belleğimde. Babası Sarıkamış cephesinde ölen Dinamo, ’’Savaş ve Açlar’’ romanında anlatır çocukluğunu. Bir ailenin yok oluş öyküsüdür bu. İnanılmayacak bir açlığın pençesinden sağ olarak kurtulduğu için olsa gerek, yapıtlarında Öksüz Musa adını takmıştır kendisine...Romanda, babasını yitirdiği Sarıkamış cephesine gönderilen gencecik bir çocuğun, annesine;’’ben gidersem siz açlıktan ölürsünüz. Öyleyse ben bu savaşta kimi kurtarmak için dövüşeceğim’’ sorusu, savaşları sorgulamanın en can alıcı cümlesidir...
Yalnızca aklıma ilk gelenlerden, belki de beni en çok etkileyenlerden söz ettiğim bu yapıtlar, savaşı anlatan edebiyat yapıtlarının pek azı...Savaşı doğrudan anlatan roman ve öykülerin yanı sıra, savaşın sonuçlarını, savaşla değişen insanı, toplumu, ilişkileri, ortaya çıkan yoksulluğu, ele alan birçok edebiyat yapıtı var. Bu yapıtlar, ister kahramanları yüceltmek için yazılsın, isterse görkemli savaş sahneleri sunsun okura, 21. yüzyılın insanı, savaşın ekonomik bir paylaşım sorunu olduğunu biliyor...Yaşama saygı duyan , savaşlarda yitirilen ilk şeyin masumiyet olduğunu bilen herkes, ’’barış için barış’’ söylemine her zamankinden daha yakın...Dünya ve ülkemiz yazarlarıysa, kapitalizme hizmet için var olanların dışında, savaş kışkırtıcılığının , öteki ve biz söylemlerinin yoksul halkları sömürmenin, dünya zenginliğinin adil olmayan bölüşümünün karşısında yer alıyorlar...Sanatçı duyarlılığı denen özel bir şey varsa, böyle olması da kaçınılmaz...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.