- 442 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİZİM ÖYKÜMÜZ
Birgün sebepsiz bir şekilde aklıma bir soru geldi anama, ebeme bende sordum...
Aslında bu soruyu sormama vesile olan şey yaşlılarımızın verdiği cevaplardı. Nasıl mı? Etrafımda gördüğüm ve hep duyduğum soru benimde aklımı ufaktan kemirmeye başlamıştı... Ana ben ne zaman doğdum? Ebe ben ne zaman doğmuşum? Verilen cevaplarsa hemen hemen aynı.
Valla yavrum ne biliyim, şimdiki gibi bildiğimiz mi varıdı. Sen felan rahmetliğin öldüğünde kırklı çocuğudun. O kişi ne zaman öldü ki? Valla yavrum bilmiyorum amma köye geliyordu kaza yaptı, iyi hatırlıyorum ekin biçme zamanıydı. Ekinler Ağustos başında biçildiğine göre ellaham sende o zaman doğdun. Aslında yazılacak o kadar güzel şeyler var fakat sadece kısa bir an bile çocuk olduğumuzun en belirğin ve en unutulmaz parçasıdır. Hepimizin yaşadıklarını göz önüne sermektedir çocukluğumuzda yaşadığımız en ufak bir olay dahi. Aklım dedemin köyün içinde bulunan ve konak dediğimiz yerde yetmeye başlamıştı, Mayıs ayı deyince babamla beraber yola koyulurduk, babam bensiz gitmezdi hiç. Köy deyince içim öyle kıpırdardı ki heyecandan yerimde duramazdım varınca hemen çomça balıkları ile oynayacaktım ve hayalini kuruyordum acaba hala duruyorlar mı? Babamla yolculuk güzeldi çünkü ne istersem babam alırdı. Köye hep gün doğumunda varırdık ve hep güneş bizimle doğardı sanki, güneş doğmak için bizi bekler gibi oda nazlı nazlı yükselirdi. Varınca babamlar hemen uyurdu bende elimdeki birkaç oyuncak ile evin önündeki arkta çomça balıkları ile oynardım elim yüzüm çamur içinde. ( Ark su giden hafif çukurluk olan düzüne giden su yolu.) Çomça balığı diye bildiğim meğersem kurbağa imiş ama olsun o yine benim gönlümde çomça balığıdır ve onları bir kavanoza doldurup baş ucuma koyup bekleyerek uyuduğum çomça balıkları... Babamlar uyanırdı bir bakarlar el yüz çamur toz toprak, kızmazlardı bana çünkü onlarda çomça balığı ile zamanında çok oynamışlardı. Beraber köye giderdik ebem konakta kalırdı, köye girdiğimizde bizim koca konağın önünde yaşlılar ellerinde kirmen, dillerinde laf, ver ediyorlar lafı, ver ediyorlar lafı... Yaşlı erkekler yanlarında ama onlar eskilerden çoluk çocuk davar doluk diye bir birine laf açıyorlar. Başlarında köşeli şapka, ellerde tesbih tabaka, üzerinde mintan ceket örme yelek, ayaklarında kara lastik ayakkabı, şalvar ve örme yun çorap... Bizi gören yaşlılar sanki aylardır bizi bekliyor, gadasına aldığım hanı gelele, abari gurban olduğum niyediyon, anan nasıl, geldiğiniz yerdekiler ne yapıyor diyerek gelmeyen evlatlarından bir haber alırım umudu ile bizlere soruyorlardı umutsuz fakat belkilerle, belki görmüştür diyerek. O kadar içten konuşurlar sanki beni kendi evlatları gibi görürler yada torunları yerine koyarlardı o masum insanlar, elleri çalışmaktan nasır bağlayan, yüzleri güneşten al al olan... Ellerde kirmen dillerde laf bir yandan bize hizmet bir yandan koyun kuzu. Akşam yaklaşırken ikindi vakti geldiğinde hepsi evlerine çekiliyor bir bir. Ağır adımlarla yürüyorlar kimilerinde baston kimilerinde yerden aldıkları değnek ile yürür. Hava erken kararır köyde, hele kimsen yoksa daha beterdir, evine çağırır bizi bazı yaşlılar aman gadasına aldığım hadi bize gelinde acık şora mora için, göbelanen pilav yaptım, kömbe de var, haydiyele... Dışarıda tek ses yok, bir başlarına dışarıda kalacak yerleri dahi olmayan köpeklerden başka... Yemek o kadar güzel olurki sanki bu yemekleri hiç yememişim ve hiç değmemiş ağzıma. Velhasıl yıllar sonra hala da anama sorarım ve hala da aynı cevabı alırım, felan rahmetliğin öldüğünde kırklı çocuğudun oğlum. Hoş ya rahmetliğin öldüğünde sene kaçtı, halama soruyorum oda bilmiyorum diyor, hala kızına soruyorum oda kendini ufak gösterecek ya ben iki yaşındaymışım der geçiştirir :-D :-D :-D Hala doğduğum yılı tam bilmiyorum ve hala aklımdaki soruyu sorarım hep, bizim köy kadınları ve tüm yaşlıların verdiği cevap aynıdır. Valla karakışta ( Karaış, zameri, gücük, ülğer, guyruk, Ali öldüğünde, şunun oğlu doğduğunda, işte şu kazada...) işte benimde çocukluğum böyle idi hepsi bu değil ama hayatımın en tatlı ama en zor zamanları bu yıllarımdı.
Baharda eşiklikte oturur kadınlar, kızlar
Ellerinde yun, kirkit ip yaparlar
Ne hoş olurdu köyde o sabahlar
Gel seninle bizim ele gidelim...
Elinde tesbih, tabaka, sarma tütün
Ayrı gayrı yoktu, herkes bir bütün
O dağlarda az mı koyun güttün
Gel seninle bizim ele gidelim...
Gün ilkindi akşam olur
Soğuk olur, ıssız olur, el olur
Karanlık çöker idara dost olur
Gel seninle bizim ele gidelim...
Idara altında yanar soba, tüter bacası
Akşam olsada düşmez elinden tabakası
Sobada eksik olmaz kömbesi, tarhanası
Gel seninle bizim ele gidelim...
Güzelce laf verir yaşlılar çocuğa, gence
Anlarsınız sizde bizim yaşa gelince
Yola bakıp hele kimse gelmeyince
Gel seninle bizim ele gidelim...
Iki laf etsen oturup ağlarlar bilmem niye
Bakar yola boynunu eğer önüne yine
Gelmezse kimsesi çekilir iki gözeli evliğe
Gel seninle bizim ele gidelim...
Odalarda kilim, ıstar dokur kadınlar, kızlar
El nasırlı, yüzü güneş yanığı analara yürek sızılar
Onlarda halini hatrını soranı gönülleri arzular
Gel seninle bizim ele gidelim...
Anlatsam daha çoktur köyde yaşanan
Şehirde yapamaz köyde yaşamağa alışan
Akşam perişan,gündüz perişan
Gel seninle bizim ele gidelim..
Halakaçayır...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.