- 774 Okunma
- 4 Yorum
- 3 Beğeni
642 – ANNE FRANK
Onur BİLGE
“Anne Frank,
Şayet bu yazdığım mektupları okuma ihtimalin olsaydı, sana karşı olan duygularımdan bahsetmezdim. Bu sıkıcı konulara da girmezdim. Zaten kendim çalıyor kendim oynuyorum. Onun için her aklıma geleni rahatça yazıyorum. Seninle konuşamamanın acısını çıkarıyorum. Bu şekilde avutuyorum kendimi.
Bunları kimsenin okuyacağı da yok ama yine de yazıp yazıp saklıyorum. Epeyce kabarık bir dosya oldu. Tarih sırasına konmuş bir tomar kâğıt… Ne zaman seninle konuşmaya ihtiyaç duysam, ya birini açıp okuyorum ya da yeni bir mektup yazıyorum. Hatıralarımız canlanıyor her defasında… Yaşadıklarımı tekrar tekrar yaşıyorum. Başka nasıl teskin edebilirim ruhumu! Nasıl ferahlayabilirim!
Bazen aşkımı anlatıyorum, bazen yaşanmışlıkları canlandırıyorum. Bazen de kaçıp kurtarmaya çalışıyorum yakamı senin elinden, bambaşka şeyler düşünmeye ve yazmaya zorluyorum kendimi.
Hani dün bir şarkıdan bahsetmiştim ya… Avni Anıl’ın o kürdili hicâzkâr makamındaki güzel bestesinden… “Çoktan unuturdum ben seni çoktan… Ah bu şarkıların gözü kör olsun!” demiş, Şahin Çandır. Yani şimdi ben hiç kulağını kıvırmasam radyonun, seni şıp diye unutuverecek miyim? Hep şarkılar mı girmiş kanıma? Laf olsun diye onu da sordum bir keresinde bizim Kaptan’a.
“Yapma kardeşim yahu! Şarkının gözü neden kör olsun ki! Şarkı mı baktı harama! Allah korusun da… Sen baktın, senin gözlerin gördü onu. “Gözlerini haramdan sakınsınlar!” dendiği halde.
“Zavallı gözlerim! Zavallı gözlerim! Çukuruna kaçmış, kırpışık kara gözlerim! Onlara nasıl ileneyim!..”
“İrfanını seveyim!” diyerek güldü.
Bazen seni gördüğüm güne lanet ediyorum, bazen de seni tanıdığım için Allah’a şükrediyorum. En azından seninle, sevebilme kabiliyetimi test ediyorum. Sonuçta kendimle iftihar ediyorum!
Kaptan, bir konuya başladı mı bırakmıyor, ben de yakasına yapıştım mı bırakmıyorum onu. Ahiret sualleri soruyorum! “Of!..” bile demeden izah ediyor. Hani dün bahsettiğim kalplerin mühürlenmesi olayı var ya… Yazarken bizim çocuklardan biri gelmişti de akşam, yarım kalmıştı. Sırdaş’ın müdavimlerinden Ercan… Babasıyla bozuşmuş, epey bir atışmışlar. Ders çalışmıyor, okulu asıyor, arkadaşlarla çok geziyor, sigara içiyor diye. Babası, onun kabahatlerini biriktirir biriktirir, bir an gelir, çuvalı ters çevirirmiş.
Ercan, arkadaşlarıyla Antalya Lisesi’nin tuvaletinde sigara içerken Baş Muavin Portakal’a enselenmiş. Mustafa Bey babasını çağırtmış. Oğlunu müzevirlemiş. Ayıkla pirincin taşını! Dün akşam da bizim oğlan eve akşam yemeğinden sonra gelince pandomimo kopmuş! Bizimkinin de hey hey hey zamanı… Karşı gelince babasının tepesinin tası atmış, kovmuş evden! “Bak hele sen! Hem suçlu hem güçlü!..” demiş. “Nereye gidersen git!..”
Nereye gidecek! Sırdaş’a gelmiş. Alelacele mektubu tamamladım, ifadesini aldım. Bir gece misafir ettim. Öğle yemeği molasında dairesine gidip Behçet Bey’le konuştum. Bir çayını içtim. “Olur böyle şeyler… Gençlik!” diyerek yatışırdım. Ercan kapının önünde beklemekteydi. Çağırdım, özür dilettim. Babasının elini öptürdüm, barıştırdım. Gönül rahatlığı içinde evime döndüm.
O çocukların ikinci evleridir benim fakirhane… İstedikleri zaman gelir giderler. Ne dertleri varsa bana derler. Bilirler ki olay ne kadar çetrefilli olursa olsun, Sırdaş bir kolayını bulur, halleder. Gençler Sırdaş’ın fedaileridirler, Sırdaş da gençlerin hamisi…
Bu mektuplar da mektupluktan çıktı, hatıra defterine döndü. “Anne Frank’ın Hatıra Defteri” gibi bir hal aldı. Olanı biteni kaydetmeye başladım. Anne Frank’ın Hatıra Defteri’nin filmi yapılmış. Siyah beyaz… Şehir Sineması’na gelmiş. Kaçırır mıyız hiç!
Nadir para topladı bizimkilerden. Gitti sıraya girdi, biletleri aldı. Hep beraber, ordu gibi gittik bir akşam. Sonra da günlerce o filmden bahsettik. Faşizmden, mezalimden, Hitler Almanya’sından, Yahudilerden… Kıyımdan, ezenlerden ezilenlerden bahsettik. Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavarın, o tek dişiyle kaç kişiyi değirmen gibi öğütüp tükettiğinden… Barbarlıktan, barbarın tanımından…
O filmi seyreden kızlar da hatıra defteri tutmaya başladılar. Ancak ne yazacaklarını bilemediler. Az buçuk şiirden anlıyorum diye defterini kapan geldi, bir şeyler yazdı, okudu. Günlük olayların sıralaması halindeydi. İçinde duyguları, düşünceleri yoktu. Olamazdı da zaten. Onlar, kişiye hastı. Uluorta dillendirilemezlerdi. İlk yazıları alıştırma kabilindendi. Biliyorum ki daha sonrakilerde duygu ve düşünceler daha çok yer alacaktı.
Yaşar Abla’nın kırtasiye dükkânında varmış o süslü püslü, boyalı moyalı defterler. Küçücük bir kilitleri, biri yedek olmak üzere iki minik anahtarıyla oldukça albeniliydiler. İçleri çizgili, pembe boyalı kâğıttan, kenarları çiçekliydi. Biz, mektebe giderken defterlerimize kenar süslerini kendimiz yapardık. Matematik defterimiz samanlı sarı kâğıttandı. Pürüzlüydü. Diğer defterlerimiz kaymaklı kâğıttandı. Yeni nesil ne kadar da şanslı!
Nerde kalmıştım? Tamam! Hatırladım. Kaptan’ın kafasını ütülüyordum. Sorular sorup bunaltıyordum. En son sorum kader faslındandı.
“Konu açılmışken, şu kader bahsine de değinsek… Yani iman edeceklerle etmeyecekler ezelden belirlenmemiş mi? Benim kafam kalındır. Anında şıppadanak anlayamam. Misalle daha güzel anlarım. Bana bir örnek versen…”
“Misal mi? Ne kadar istersen… Şimdi sen git, adamı öldür. Sonra da dön Allah’a: “E, ne yapayım! Sen beni katil tıynetinde yarattın!” de! Olacak iş mi bu! O sana kötülüğü emretti mi! Aksine: “Bir insanı öldüren, bütün insanları öldürmüş gibidir.” dedi, değil mi! Fakat sen ne yaptın? Tamamen aksini… O halde müeyyidesine de razısın demektir. O zaman da itiraza, isyana ya da bir hayat hakkı daha talep etmeye hakkın yok! Alıklığının cezasını çekeceksin! Akıbetine katlanacaksın! Kuzu kuzu gireceksin ateşe!”
“O defalarca ayağına gidilenler, kendilerine yapmaları ve yapmamaları gerekenlerle o amellerin karşılıklarının mükâfat mı caza mı olacağı açık açık anlatılanlar neden inat ettiler de iman etmediler?”
“Şeytan gibi büyüklendikleri için burunlarını indirmediler! Allah’a inandıkları halde aracı koydukları putların yıkılmasına razı olmadılar. Razı olsalardı, o zamana kadar aptallık ettiklerini kabul etmiş olacaklardı. Putlarının aczini kabul etmeleri demek acizliklerini ve cahilliklerini kabul etmeleri demekti. Benlikleri şeytanlaşmıştı. Yenilgiyi reddediyordu. Kabul etmiş olsalardı, putlarıyla birlikte gururlarının da yerle bir olacağını düşünüyorlardı. Oysa gerçek öyle değildi. Tamamen tersi olacak, aksine küçülmeyecek, büyüyecek, İslam’la şereflenmenin gururunu duyacaklardı.
İnsanın en büyük düşmanı benliğidir! Benlik devi bilgi ışığının önüne dikilir, sahibinin aydınlanmasını engeller. Onun için onlar cehalet bataklığından kurtulamadılar. Uzatılan eli tutamadılar. Biat etmediler. O kadar katıydı ki benliklerinin istila ettiği yürekleri, asla iman etmeye yanaşmayacaklardı.
Kara birer kaya gibiydiler. Şakır şakır yağsa da rahmet yüklü yağmurlar halinde bilgiler ve uyarılar, üstlerinden süzülüp akacak, bir nebzesini bile ruhları emmeyecekti. Bunu, her şeyi bilen Allah gayet tabii ki önceden biliyordu. “Biz uyarılmadık! Sınanmadık!” dememeleri için onlara da elçi gitti, görevini defalarca, en güzel şekilde yaptı, bitti! Israrın faydasız olduğu bildirildi ve kalpleri mühürlendi. Allah noktayı koyduktan sonra kime söz düşer! Onlar onu, kibirleri yüzünden hak ettiler.”
Ya ben neden hak ettim, bunca zulmü? Ne sen Hitler’din, ne de ben Yahudi...
Haydi bana Eyvallah! Sipariş oyuncaklar yapılacak. Beni anla!
Bu günlük de bu kadar olsun, Anne…
Ezilen”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 642
YORUMLAR
Evet dün ki durgunluğa çözüm değilse bile bu yazı kendi içinde dünü de parantezleyip sözü kendi güzergahına sokmayı başardı.
Belki İman esaslarından Hayır ve Şer Allahtan dır. Hayra Rızası var. Şerre rızası yoktur. Esasından usullere kapı aralanarak izah tercih edilebilirdi. Uzun olur kanaatine yenik düşmüşse naçizane. Derim ki. Sözün gereksizi gevezeliktir. Kaleminizi esirgemeyin yazıdan. Siz çiçek saydığınız Kevniyyattan devşirdiklerinizle , arı misali mahsül veriyorsunuz.Her halükarda ŞİFA olan balın bazılarının bacağını kırması sizin endişeniz olmamalı.
Yinede siz bilirsiniz.
Şahsım için. Varlığınızı hamd sebebi.
Elhamdülillah.
yeğinadnan tarafından 6.12.2020 12:08:28 zamanında düzenlenmiştir.
Değerli yazarım dünkü kişisel eleştirim ve dileğim üzerine, sunmuş olduğunuz bu ilaç şifa oldu;)) içtim sonuna kadar okudum ilk defa.
ve hayran kaldım, bedenime de tam uydu desem yeridir;)))
Şu benlik devini öldüreli ben çok oldu
ışığınızla çokça benlik devleri devrilecektir diye düşünmeye başladım, çok teşekkürler
nice sevgi ve saygılarımla
Onur BİLGE
Teşekkürler... Sevgiler... :)