- 654 Okunma
- 2 Yorum
- 4 Beğeni
635 - ÇITIR
Onur BİLGE
“Çıtır,
Melli Çarşı’sındaki küçük kahvehanenin önünde oturuyoruz. Şarampol’ün eski halinden bahsediyoruz. Buruk bir çay gelmiş, karbonat mı atılmış birazcık, nedir? Yudumluyoruz. Karşıda İş Bankası var. İkinci katındaki bir pencereden üstü önlüklü bir kadın işaret ediyor. Sağ elini yumruk yapmış, sağa sola sallıyor. Sol elinin üç parmağını göstererek bir şeyler anlatmaya çalışıyor.
Çay Ocağından bir garson baktı. “Tamam!” der gibi başını salladı. İçeriye girdi. Ben de merak ettim. Ne oldu? Kimdi o kadın? Ne dedi ki? Kaptan fark etmemiş. Ona da naklettim olayı. “Soralım!” dedi. “Oğlum!..” diye seslendi içeriye. Az önceki garson hemen koştu.
“Buyur Kaptan Amca!”
“Oğlum o kadın kim? Ne işaret etti sana? Merak ettik.”
“Ha! O mu? İş Bankasının hademesi Keziban Abla… Kahve istedi. Üç tane… Orta şekerli…”
“Demek o cezve tutma işareti… Peki… Çayı nasıl tarif ediyor?”
“O zaman da Sol elini bardak tutar gibi yapıyor, sağ elinde de kaşık varmış da karıştırıyormuş gibi… Daha sonra da kaç tane ve nasıl olduğunu işaret ediyor.”
Demek ki kadıncağız her müşteri için ikinci kattan inip karşıya geçmemek, kahvehaneye girmemek, sonra da tekrar o merdivenlerden çıkmak zahmetinden kurtulmanın bir yolunu bulmuş. Demek ki garsonun da bir gözü camdaymış. Ekmek parası…
O sırada az ötedeki kumaş mağazasının birinin önüne iskemle atmış oturan esnaftan iki kişiyle ayaküstü konuşmakta olan İdris’i gençlerden biri kızdırdı, kaçtı. O da peşinden… Bir kovalamaca başladı. Delikanlı hem arkasına bakıp konuşuyor, hem kaçıyor. Onun ona yetişmesi imkânsız. Yakalayamayacağını bildiği halde takip ediyor. Herkes oraya bakıyor. Gülüyor, eğleniyorlar. En çok İdris’e oluyor olan. O beş yaşında çocuk kadar… Kafası normal boyutta ama bedeni gelişememiş. Antalya’nın maskotu! Çok sevilen bir sima!
Antalya caddelerinin renkleri onlar. İdris, Sisi, Gega… Daha niceleri… Ben de Antalyalı oldum burada. O kadar alıştım ki onlara!
“Ağabey, dün gece bizim kapının önünde şenlik vardı. Giritliler yediler içtiler, eğlendiler. Erkekler kendileri çaldılar, kendileri oynadılar. Bir tek darbuka vardı ama ne güzel çalıyorlardı! Hele bir de oyunları vardı ki değme gitsin!..”
“İyi dans ederler, güzel oynarlar onlar. Hiç seyretmemiş miydin oyunlarını? Bizimkinden farklı bir zeybek oynayışları vardır. Rakı bardakları başlarında… Mastikacılar!”
“Hiç Giritli oyunu görmedim ama Yunanlıların Sirtaki’lerini seyrettim İstanbul’da. Takır takır tabak kırıyorlar. Tak tak tak… Güya uğursuzluk gidiyormuş. Nazar değmemesi içinmiş.”
“İsraf değil mi bu! Yazık! “Haydi bir tane kırdınız neyse de onca tabaktan ne istediniz!” demezler mi adama!”
“Çok çalışkan insanlar. Hiç boş durmuyorlar ama eğlenceyi de çok seviyorlar. O kadar ehlikeyif insanlar ki! Paraları olsun ya da olmasın, eğlenceden geri kalmıyorlar. Ellerindeki imkânları sonuna kadar kullanıyorlar. Tantanadan hoşlanıyorlar. Giyinip kuşanıp geziyor tozuyorlar. Öyle olmalı insan aslında. Her halükârda hayattan zevk almayı bilmeli! İyi yapıyorlar bence. Dünyaya bir daha gelecek değiller ya!”
“Onun için uzun yaşıyorlar ya zaten. Devamlı hareket halindeler. Vücutları da çakı gibi! İri yarı, kemikli bir beden yapıları var. Deniz mahsulleriyle ve otlarla besleniyorlar. Birkaç ot hariç, hepsini tazeyken yiyorlar. Halis zeytinyağı kullanıyorlar. O kadar ki neredeyse bardağa doldurup içecekler ama çok pahalı! Onun için "İsmet Paşa kolonyası!" diyorlar. Kolonya döker gibi az az döküyorlar yemeklerine. Kolayca alabilene aşk olsun! Geçtikleri tarlalarda ot bitmiyor. Kökünü kazıyorlar! Haşlayıp, üstüne tuz ekip, limon sıkıp yiyorlar. Biraz da zeytinyağı gezdiriyorlar üstüne. O kadar!”
”En sağlıklı gıda... Daha ne? Hayvancılık yapanları da çok… Çoğu celep, kasap, derici… Genellikle keçi besliyorlar. Kahverengi Malta keçilerini tercih ediyorlar, etinden sütünden faydalanıyorlar. Ağabey, ben burada gördüm… Kocaman adamlar, delikanlılar, bir ellerinde tel saplı küçük Vita tenekeleri, bir ellerinde de kömür maşası, sokaklardaki köpek kakalarını topluyorlar. Merak ettim, sordum. Meğer derileri tabaklamada kullanıyorlarmış. Boyamada mı? Tam anlayamadım ama onun da bir meta olduğunu öğrenmiş oldum.”
Antalya’daki kasapların neredeyse hepsi onlardandır. Kasapların bellerinde içinde gökkuşağının her rengi olan çizgili kuşaklar sarılı olur. Kuşakların sağ tarafında koca bir bıçak vardı. Onları Hacı Mehli’nin görünümüyle, kendilerinden bir adım önde giden göbekleriyle nakşetmişim hafızama. Mutlaka göbeksizleri de vardı. Burma bıyıklı olmayanı… Tütün sarıp içmeyeni…
“Giritliler öyle her peyniri, loru beğenmezler. Kendilerine has usulleri vardır. Peyniri kendi yaptıkları mayalarla mayalarlar. Lor konusunda üstlerine yoktur!”
“Nasıl yapıyorlar? Şişede satın alınmıyor mu o?”
“Onlar kendi usullerine göre yapıyorlar. Oğlağın kursağını alıyorlar, içine sütü dolduruyorlar, tavandaki kancaya asıyorlar. O orada birkaç ay asılı kaldıktan sonra maya halini alıyor. Yüksük dolusu mayayla birkaç kilo peynir elde edebiliyorlarmış.
Eskiden etler çengellere geçirilir, sırıklarla takılıp sırtlanarak yoğurt satar gibi sokak sokak gezdirilmek suretiyle satılırdı. Şimdiki gibi çok kasap dükkânı yoktu. Adalyalılar Toroslarda alageyik ve dağ keçisi avlarlar, onları yerlerdi. Kahverengi Malta keçisini Giritliler getirdi. Onlar alıştırdılar bizi keçi eti yemeye, keçi sütü içmeye.”
“Kaptan, keçi sütüyle yapılır ya burada dondurmanın hası… O ne lezzet yahu! Bayılıyorum! Yemeye doyamıyorum! Bir kilo gelse önüme “Bir kilo daha gelse!” derim!”
“Yanık dondurmamız da meşhurdur bizim. Bu sıcak memlekette dondurma olmasa yazlar nasıl çekilir! Biliyorsun ben dünyayı gezdim, dondurmamızın üstüne dondurma yemedim! Bir de simidimizle ekmeğimiz rakip tanımıyor! Bizim simidimiz katık bile istemez!”
“Hele kazan simidi!.. Bence en lezzetlisi o! Tazecik, çıtır çıtır! Zaten “Çıtır” diye satıyorlar burada simidi ama o bambaşka…”
“Onu nasıl yapıyorlar biliyor musun? Ankara’da gördüm yapılışını. Neden kazan simidi dediklerini anladım. Meğer simitleri kaynar kazana atıp önce suda haşlıyorlar, sonra pekmeze atıyorlar, daha sonra da susama buluyorlarmış. Bir de büküyorlar onları. Fırından nar gibi kızarmış halde çıkıyorlar. Aralardaki eğri çizgilerden içi görünüyor.”
Keşke insanların da dışlarından içlerini görmek mümkün olsa Çıtır’cık! Dışı seni yakar, içi beni yakar hesabı… Hayvanın alası dışında, insanın alası içinde… Ne ilk yanılanım ben ne de son… Dışı bal, içi biber! Böyle gelmiş böyle gider…
“Isınca başlıyor lezzeti… Mis gibi susam ve kızarmış ekmek kokusu… Kabuğundaki gevrekliğiyle, yok olup gidiyor ağzın içinde. Birkaç ısırıştan sonra bitiveriyor! “Ne çabuk bitti!..” diyor insan. Belki doyuyor ama lezzetine doyamıyor. En aşağı iki tanesini yuvarlıyor! Hele yanında beyaz peynir ya da tulum peyniri, bir de demli çay varsa…”
İlkin kabullenemedim o fevri tavrını. Sarf ettiğin sözleri hazmedemedim. O nasıl baş kaldırış, nasıl ayrılış! Neyse ki zaman, her derdin dermanı…
O kadar mektup yazdım, o kadar anlatmaya çalıştım, yine de o zamanlar neler çektiğimi, hissettiğim ve istediğim gibi anlatamadım!
Kalem aciz, dil aciz…
Aciz”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 635
YORUMLAR
Baştan sona ilgiyle okudum. Böyle yabancı yerlerdeki değişik hatıralar benim de çok ilgimi çeker. Giritliler zeytinyağına neden İsmet Paşa kolonyası diyor merak ettim. Ben olsaydım sorardım. Askerliğimi Kırklareli subay orduevinde taburumuzun bir santrali vardı orada bitirdim. Muhabere çavuşuydum ama sivil elbise giyiyorduk. Cumartesi pazar akşamları düğünlere giderdim. Kırklareli köylerini gidip geziyordum. Kızlar imece halinde bahçelerde hep bir ağızdan türkü söyleyerek çalışırlardı. Aslen Trabzonluyum, Samsun'da oturuyorum. Yunanlılar her yıl Trabzon'a gelirler. Kadırga şenliklerine katılırlar. İnanıyorum ki Karadeniz bölgesine kemençe onlardan kaldı. Kadırga yaylasında kemençe çalarlar, ne kadar insan varsa hepsi oynar. Kadırga yaylasının pazarı da cuma günüdür ki Türk geleneğinde cuma gününün şenlik günü olması mümkün değil; demek ki o da Rumlardan kalma.
Keçi eti kışın o karlı en soğuk gününde bütün etlerden lezzetlidir. Ancak yazın sakın ha yemeyin. On beş yıl Elazığ'da görev yaptım. Orada da taze lop peyniri doğrayıp bidonlarla buzluğa verirler, kışın alırlar. Anadolu kültürünü o güzel diyarda yaşadım. İki defa Elazığ'a eşimle komşuları ziyarete gittik. Samimiyetimiz aynen devam eder.
Gönül dilinizden kaleminize dökülen güzel bir yazı okudum; tebrik ediyorum. Hoşçakalın.
Onur BİLGE
sakaogluhasankucuk
Aslım Saka Türklerindendir. Onun için mail adresimi bile sakaogluhasankucuk diye başlattım. Alper Tunga öz dedem, Tomris hatun öz ninemmiş gibi onlara sevgi saygı duyuyorum. Bu yüzden tarihimizi anlatan yazıları zaman zaman paylaşıyorum.
Facebook sayfamda şu anda öyle iki yazı var. O yazıları okuyunca ne kadar aldatıldığımızı, öz benliğimizden uzaklaştırıldığımızı anlıyoruz.
Yazılarınız çok güzeldi. Tebrik ediyorum, sevgiler gönderiyor mutlu günler diliyorum.