- 815 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ayrılığın ertesi
1.Gün
Her şey sıradanlaştı, sabah uyanmam bile sıradandı, her doğan güneş umut derdi dedem, bu defa umutsuzluğa doğdu, ya da yalnızlığımın ilk gününe.
Daha dün beraber uyanmıştık, saçlarının kokusu hâlâ yastıkta duruyor, nevresimleri bile değiştiremedim. Belki de şimdiden çok özledim, ya da gidişini hazmedemiyorum, onsuz kalmaktan mı korkuyorum, yoksa yalnız kalmaktan mı hiç bilmiyorum.
Aslında çok şey var bilmediğim, sabahları kahvaltıyı güle oynaya yaparken, birkaç saat sonra birden değişmelerinin sebebini bilemiyordum. O çocuk tadında gülen kız gidiyor yerine ise oğlunun tembelliğine kızıp bağırıp çağıran bir anne geliyordu.
Bir de, nasıl olurda bu kadar güzel gülebiliyordu, gülünce esmer yüzünde beliren o çukurda yaşamak, yaşlanmak istiyordum, hatta vasiyetimdi ölünce oraya gömülmek istiyordum.
Bir şey eksik bugün, radyo açılmamış, ‘’aşkım kahvaltı hazır’’ diyen bir seste yok.
‘’Sen istedin bu gidişi’’ demişti giderken, kaybettin, kaybettik.
Kaybetmiş miydim? Kaybetmiş miydik?
Masanın üzerinde duran ve ondan kalan resimlere takılıyor gözlerim, gülüşleri yine masum, gülüşleri yine çocukça. Gözleri iri iri, ’’eşek gözlerinden ’’ diyerek öperdim her telefon kapatışımda, şimdi sadece resimlerde, gülen bir yüz, iri iri simsiyah gözler.
Özledim mi şimdiden?
Ben istedim zaten ayrılmayı, o da kabul etti, bir ‘’hoşça kal’’ dedi çekti gitti.
Tamam, ama bu kadar kolay olamazdı, galiba bunu kabullenemiyorum.
Özlemedim sanırım, galiba alışmaya ya da kabullenmeye çalışıyorum. Bilmiyorum.
Bu sabah ilk defa baş ve mide ağrısı olmadan uyandım, galiba haklıydım, strese sokup yoruyordu beni.
Şimdi görseydi bu halimi, ‘’ aç karına sigara içme’’ diyerek anne kızgınlığı ile bağırırdı yine.
Dışarı mı çıksam, seve seve, koşa koşa bastığım kaldırım taşlarını, şimdi, söve söve yorgun adımlarla mı yürüsem?
Nereye gideceğim ki?
Her şehir oydu, her mekân, her sokak, her gece, her insan oydu. Şimdi ya herkeste ondan bir şey, ya da her köşede ona benzeyen yüzler arayacağım. En iyisi resimlerle konuşayım, zaten iştahım da yok, miskin miskin yatakta oturayım.
Belki arar, telefonu da yanıma alayım, ararsa hemen açar, ‘’şimdiden çok özledim, dön’’ derim.
Aramaz, biliyorum. Arasa ben de o sözleri söylemem, bunu da biliyorum. Gurur mu? Yoksa adı başka mı bilemem ama ne o arar ne de ben o sözleri söylerim bunu iyi biliyorum.
Saat mi bozuk? Akrep neyse de yelkovanda ilerlemiyor, kesin pili bitmiştir. Zaten bu lanet saate pil almaktan da yorulmuştum. Sanırım gittiği anda durdu, her baktığımda hatırlayacağım sanırım.
Susuyorum, uzun cümleler kurmuyorum, neler oluyor bana, Allah’ım kendi kendime konuşuyorum, tut ellerimden düşüyorum.
Ya da sen tut anne, anne şefkati ile tut ellerimden, saçlarımı okşayarak göğsünde uyut yine, en güzel uykuları kokunda uyudum anne. Sen tut ellerimden, bırakma beni.
Kalkıp mezarına gideyim, uzun zamandır da gitmiyorum, yüzüm de yok ama her zamanki gibi affeder annem.
Ben geldim anne, hayırsız oğlun geldi. Sana ihtiyacım var, şefkatine ve seninle konuşmaya ihtiyacım var anne. Kalk anne…
2.Gün
Dünden tek farkı güneşin daha belirgin doğması, yine sessizlik hâkim, yine duvarlarda yalnızlığın iç karartan kokusu, yine onlu düşlerle uyandım.
Alışmış olmalıydım, o gitti. Alışamamıştım, yine aklımda o var.
Beni düşünüyor mu acaba?
Düşlerinde görüyor, benli hayaller kuruyor mu?
Niye o var aklımda, neden atamıyorum bir türlü?
Resimler yine suskun ve bu defa gülüşü alaycı gibi geliyor bana, kırıp atmalı mıyım? Bilemedim.
Ondan kalan tek şey resimler, ya bir gün gelip almak isterse?
Aklımdan çıkarmam zaman alacak, ne kadar zaman bilmiyorum ama belki de çok uzun zaman.
Dünden daha iyi hissediyorum, yine ağrısız bir sabah. Kahvaltıyı düşünene kadar iyiydim, asma suratını diyor içimden bir ses, kalk giyin, dışarı çık, barlara, kafelere, sahile at kendini.
Psikolojim mi çöktü? Anlayamıyorum, kendi kendime konuşuyorum neyse de, cevap vermeye de başladım bugün. Galiba deliriyorum.
Kimse yüzüme bakmıyor, ben de her yüzde ondan kalan bir gülüş, herkeste tanıdık bir ses arıyorum. Galiba daha da yalnızlaşıyorum. Ayrılığın en acı tarafı bu olsa gerek, cebindeki saatin tik tak sesini duyduğunda yalnızlığın başlıyor. Onca kalabalığın içinde nasıl olurda duyuyorum, oysa tek istediğim ses onun sesiyken!
Deniz kıyılara kızmış sanki hoyratça vuruyor kıyılara, bütün hıncını alıyor gibi.
Martıların sesini duyamıyorum, etrafımda bir şeyler satan sokak satıcılarının, dilenen kadınların, mendil satan çocukların seslerini duyamıyorum, algımı da kaybediyorum sanırım.
Küçük bir çocuk ilişiyor gözlerime, on bilemedin on iki yaşlarında, bir şey söylüyor ama duymuyorum ya da duyuyor anlamıyorum, üstü başı kir içinde, yüzü gözü pas içinde, o da benim gibi kimsesiz sanırım.
Senin de mi annen öldü?
Yok, tabii ki sormadım, soramadım. Uzunca baktı gözlerime, her bakışında bin acı vardı, her bakışı içimi yakmalıydı ama yakmadı, merhametimi de mi kaybediyorum?
Neler oluyor bana?
Her şey apaçık ortadayken neden algılayamıyorum?
Bugün hava da kasvetli, tıpkı benim gibi, eskiden olsa o çocuğu alır karnını doyurur, üzerine yeni bir şeyler alırdım, neden bunu düşünemedim? Ah akılsız kafam. Hep sonradan çalışır zaten, hiç zamanında bir şey düşünmedin, bunca zaman boşuna yük etmişim seni yorgun bedenime.
3.Gün
Ne aradı ne sordu, nasıldır acaba? Üzülüyor mu? Mutlu mu? İyi mi? Yoksa benim gibi yalnız mı?
Kaybettik derken neyi kastetmişti?
Aşkı mı? Duygularımı mı?
Yağmur yağıyor, cama düşen yağmur tanelerini izliyorum. Şimşek çakmasından hep korkmuşumdur ama bugün nedense korkmuyorum. Başım ve midem de ağrıyor, iki gündür çok sigara içtim ve yemekte yemedim doğru düzgün ondandır belki.
Bugün, güzel bir kahvaltı yapma isteğim var ama iştahım yine yok. Sahi iştahım da mı onunla gitti?
Simit çay bile ilgimi çekmiyor.
Gerçekten gittiğine biraz daha inandım bugün, belki de sevmediğine, belki de beni denediğine, neye inanacağımı bilmiyorum ama birçok şeye inancımı yitirdim bugün.
Zaman kavramını yitirdi, zamanın işleyişini anlayamıyorum, takvimden yapraklar onsuzluğa dökülüyor akrep ve yelkovan onsuzluğa ilerliyor, tek duvardaki saat onsuzluğa ilerlemiyor. O gideli durgun, tıpkı yağmur suyundan oluşmuş küçük bir göl gibi.
Yağmur gittikçe artıyor, cam buğulanmış adını yazsam, bir de kalp çizsem görür mü acaba?
Ne oluyor bana?
Bana ne oluyor?
Cam buğusu bana her zaman ilk âşık olduğum kadını hatırlatırdı, ilk işlediğim günahı, ilk sevdiğim zamanı, ilk aptallıklarımı, ilk heyecanlarımı.
Şimdi onu hatırlatıyor, ne çok ortak yanları varmış, o da gece ayrılmıştı, o da gece gitmişti, o da bir hoşça kala sığdırmıştı sevgisini.
Başka şeyler düşünmeye çalışıyorum ama bir türlü bunu başaramıyorum, radyoyu açmaktan da korkuyorum, ya ayrılık şarkısı geçecek, ya da ayrılık şiiri. Nasıl olurda birden çok şey için korkar insan?
Yalnızlık mı yoksa bunun nedeni?
Yağmur dindi, ne yapacağımı bilmiyorum. Sustukça içim daralıyor, resimlerde konuşmuyor, saat zaten durgun. Ne zamanı anlayabiliyorum, ne bir şey algılayabiliyorum. Tek hissettiğim onsuzluk, tek hissettiğim duvarlardan içime kadar işleyen yalnızlık.
Bağırsam sesimi, haykırsam feryadı mı duyar mı acaba? Ya da içten bir ah çeksem, yalnızlığımın sarılmaz yarasını o iri gözleriyle veya gülüşüyle sarar mı?
4.Gün
Acı da hissetmiyorum, sanki narkoz yemişte ağır bir ameliyata girecek hasta gibi hissediyorum kendimi, belki de uyuyunca bir daha uyanamayacağım bir ameliyat. Gittikçe anlamsızlaşıyor her şey, yastıkta kokusu da kalmadı. Resimlerdeki gülüşü de solmaya başladı, sanki küs gibi bakıyor bana, sanki kızmış gibi, keşke demeyi hiç sevmezdim, şimdi keşke olsa, anne öfkesine bile razıyım. Ama yok, gitti. Gelmez, bilirim.
Sağlıklı mı acaba? Çabuk üşürdü, yine üşüyor mu? Üşümesin diye sıkı sıkı sarardım uyurken onu. Şimdi ne yapıyor acaba?
Normal değil bu, alışagelmiş bir şey değil. Unutmam ya da alışmam lazımdı. Ama hâlâ aklımda o var, atamıyorum, alışamıyorum. Sanki her an her şey ondan ibaret, sanki ondan başkası yok, sanki ondan başka bir şey düşünürsem ihanet edecekmiş gibi hissediyorum kendimi.
5.Gün
Doğru kelimeleri kurmakta zorluk çekiyorum, ya da konuşmakta mı demeliydim bilmiyorum. Resimlerde ki bakış kızgınlaştı bugün, aramadığım, sormadığım için mi acaba?
Konuşman şart değil diyor içimdeki ses, nereden çıktı yine!
‘’Konuşman şart değil, düşünmende yeter, onu değil, kendini, o gitti, dönmez artık. Sen iyi adamsın, sen önemli adamsın, kendin için bir şeyler yapmalısın, vakit geç olmadan,’’ diyor.
İyi de ne yapacağım ben?
Aklım karışık, kendimde bile değilim, etimi sıkıyorum bir şey hissetmiyorum.
Allah’ım bir yol göster!
17. Gün
Tıpkı diğer günler gibi uyandım, anlamsız doğan güneş, yüzüme bakan insanlar, sokak satıcıları, bakkal amca, simitçi çocuk çiçekçi kız.
İki hafta sonra ilk defa dışarı çıktım, sanırım alışmaya başladım, ya da kendimi kandırmaya, yine bilmiyorum. Bilmediğim o kadar çok şey var ki, ya hep geç anlıyorum, ya da hep geç kalıyorum. Kendi kendime konuşmuyorum artık, daha çok kavga etmeye başladım. İçimdeki ses gittikçe esir almaya başladı beni, gittikçe beni benden koparıyor, acımasız bir insan haline soktu beni. Kendime bile acıyasım gelmiyor.
Sahil kenarı bugün ne kadar sessiz, kimse yok etrafta. Bunca sessizlik nedir?
İnce bir çizgi üzerinde yürüyordum, tıpkı emeklemekten yürümeye geçtiğim ilk günlerdeki gibi, annem ve babam karşıda duruyorlardı, gel diyordu annem, gel!
Babamın yüzündeki heyecan başka bir şeydi, sanki ilk tattığı mutluluk gibiydi, ışıl ışıldı gözleri.
Yan tarafımda da birileri vardı ama hepsini seçemedim, tanıdık bir ses gel diyordu, o yöne ilerlemeye başladığımda annemin yüzü hüzünleniyor babamın gözleri nemleniyordu. Yardım et Allah’ım!
Uyandığımda kan ter içindeydim, etrafımda kimse yoktu, saate baktım yine aynı yerdeydi.
Şimdi hatırlıyorum da, kaybetmiştim, kaybetmiştik. Ben her şeyimi, o benliğini.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.