- 618 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Ali değilim
Gece yarısı, acı acı çalan telefonun sesine uyandım. Beni tanıyan hiçbir kimse gece aramazdı!
Birine bir şey mi olmuştu? Kardeşimin sürekli araba kullanıyor olması, annemin rahatsız olması ve babamın yüksek tansiyon rahatsızlığı kafamı gittikçe bulandırıyor ve garip bir korku yaşatıyordu.
Sahi ne oldu acaba? Birkaç saniye içinde binlerce senaryo kurguladım.
Telefon, eskitme bir komodinin üzerinde yine sürekli sigortayı attıran eski bir prizde şarjdaydı. Telefon da eski olduğundan ve kolay kolay bozulmamasından dolayı hiç endişe uyandırmıyordu bu durum bende.
Ekrana baktığımda arayan ‘’Ahmet’ti.’’ Ahmet’i yaklaşık yedi senedir tanıyorum, kendi halinde mütevazı kişiliği olan, aile ve dost kavramına önem veren, esmer yüzlü, siyah saçlı, ela gözlü, 180cm boylarında oldukça bakımlı, kendinden emin duruşuyla her zaman fark yaratan ve nerede ne konuşabileceğini iyi bilen naif bir kişiliğe sahipti. Yaşı otuz beş olmasına rağmen hiç evlenmemiş, arada ne zaman evleneceksin diye sorsam da, sevebileceğime inandığım kimse yok derdi. Beni bu saatte arayabilecek olması da birbirimize olan saygıdandı herhalde.
Aile bireylerimden birine bir şey olmadığı için sevindim.
Ama, Ahmet beni bu saatte neden arıyordu?
Telefonu açtığım anda kapandı, tekrar aradım. Çalıyor ama açmıyordu, acaba duymuyor muydu?
Komodinin üzerinde duran dünden kalan gazeteyi elime aldım ve bir iskemle alıp oturmaya karar verdim. Gazetede yine bir kadın cinayeti ilk sayfayı kaplamıştı, okusam mı, okumasam mı?
Merak uyandırdı ben de bu durum zaten uykumda kaçmıştı, okumaya başladım ama aklım Ahmet’te idi. Kesin bir şey olmuştu!
Tekrar arasam mıydı? Bilemedim. Okumaya devam ettim.
Kıskançlık krizine giren bir koca karısını vahşi bir katil gibi vücuduna on dokuz bıçak darbesi atmış ve en sonunda da boğazını keserek, çocuklarının gözü önünde öldürmüştü. Nasıl bir canilik bu? İnsan sevdiği insana nasıl kıyabilirdi? Okumaya devam ettim.
Meğer adam şizofrenmiş, hastalığından dolayı, olmayan şeyleri oluyor gibi görüp davranıyormuş. Üzülsem miydi, bilemedim. Her ne olursa olsun hiçbir kimse bu şekilde öldürülmeyi hak etmez diye düşündüm sonra, yine hiçbir çocuk annesinin vahşice öldürülmesine tanıklık ettiren birine baba diyemezdi.
Ahmet tekrar arıyordu ama gazetedeki haber gittikçe dikkatimi çekmeye başlamıştı, neyse konuşmadan sonra okuyacaktım.
Ağlamaklı ve sarhoş bir ses tonu vardı Ahmet’in, bir şey mi oldu?
‘’Sadece bir kadın sevdim, ALİ seni çok seviyorum, beni bırakıp gitme, sensiz yaşayamam, hatalıyım özür dilerim, beni bırakma deyip telefonu kapattı. ALİ değilim diyemedim. ’’
Üzülmüştüm, ama ne desem bilmiyordum. Sarhoş bir erkek ve bir kadının birkaç kelimeden oluşan bu konuşmasına belki de platonik bir aşkın başlamasına şahit oluyordum.
Heyecanlandım, çünkü ilk defa Ahmet’i böyle görüyordum ve az önceki ağlamaklı ses tonu, telefonu ağladığı için açmadığı hissi uyandırdı ben de.
Gazeteyi tekrar komodinin üzerine bıraktım, bir filtre kahve hazırladım kendime ve Ahmet’i dinlemeye devam ettim.
Aramadın mı tekrar diye sordum.
‘’Aramadım gizli numaraydı, nasıl ulaşacağımı bilmiyorum, o da sarhoştu ve ağlıyordu. Ali kim bilmiyorum ama tanısam şu an öldürebilirim dedi. Senin için kendinden geçene kadar içecek bir kadını nasıl üzebilir bir insan? ‘’
Bir anda aklıma gazetedeki haber geldi, Ahmet gerçekten Ali’yi öldürebilir miydi?
Yok canım yapamazdı, yapmazdı, yapar mıydı?
O naif kişiliği olan Ahmet gitmiş, sanki karşımdaki, ‘’Küfürbaz Haydo’ idi.’’ Gecenin alaca karanlığında ve nerede olduğunu bilmediğim bir yerde bağıra bağıra küfürler ediyordu. Demek her insanın bir patlama noktası var diye düşündüm.
İlginç gelmişti bana, yedi senedir tanıdığım, kendinden emin duruşu ve kendinden emin kararları olan Ahmet’i ilk defa böyle çaresiz, ne yapacağını bilemeden kara kara düşünürken görmüştüm.
‘’Zülfü Livaneli’nin kardeşimin hikâyesi adlı kitabında gazeteci kızın gerçek aşk ne? Sorusuna verdiği cevap hafızamda canlandı, sanki kitabı en başından tekrar okumaya başlamış gibiydim, gerçek aşk kara sevda’’ demişti.
Şimdi Ahmet kara sevdaya tutulmuştu, güzeldi ama kötü tarafı kim olduğunu bilmediği ve yanlışlıkla onu arayan birinin sadece sesini ilk defa duyuyor olmasıydı. Benden yardım bekliyordu ama ne yapabileceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Nerede olduğunu sordum, 1990 model baba yadigârı, mavi, Mercedes 300SE ile Ilgaz yolunda olduğunu söyledi, bir kenara çekip beklemesini ve geleceğimi söyledim.
Bizim 1980 model Murat 124e binip yanına kadar gittim. Ne günlerimiz geçti seninle be emektar, çok kahrımızı çektin ve kırk senedir daha yolda bırakmadın. Diyerek onunla sohbet ettim, emektarla bir birimizi anlar gibiydik, tıpkı doktorların öksür diyerek stetoskoptan hastaların ciğerlerini dinlediği gibi, ben de onun çalışırken çıkardığı motor sesinden neyi var neyi yok anlayabiliyordum.
Teypte 1980’lerden Seyyal Taner Son verdim kalbimin işine çalıyor ve bundan hemen sonra Füsun Önal Ah nerede vah nerede çalacaktı sırasıyla ezberimdeydi zaten, bu şarkıdan önce de Ajda Pekkan 1975’lerden olan Sana ne kime ne şarkısı vardı. Şarkıları dinleyerek Ahmet’in yanına gelmiştim.
Elinde votka bir yandan içiyor bir yandan da o kız kim diye bana sorular soruyordu.
‘’Ne yapmam lazım bilmiyorum, nasıl teselli verilir onu da bilmiyorum. Ben buraya neden geldim, bunu hiç bilmiyorum. ’’
Ahmet yüzüme baktı o an çok emindim kara sevdaya tutulmuştu. Sohbet etmeye çalışıyordum ama beni duymuyordu, eminim kulağında sadece o ses vardı.
İkimiz de konuşmuyorduk ve Ahmet’in bir elinde votka bir elinde ise telefon vardı, belki arar diyerek düşürmüyordu sanırım elinden.
Aramaz diyemedim, zaten yanlışlıkla olmuş ama bunu nasıl anlatacaktım.
Ya umudu o ise? Neyse sustum zaten.
Telefonu çaldı, o küçük ela gözleri bir anda ışıl ışıl oldu, sanki geceye doğan güneş gibiydi.
Yine gizli numaraydı, Ahmet telefonu kulağına koydu ve yine dinlemeye başladı. Yanlışlıkla aradığı için özür diliyordu kız, Ahmet ise tüm dikkatini ona vermiş, kıyamet kopuyor desem umurunda olmayacak bir tavırla sadece o sesi dinliyordu. Huzur buluyordu sanırım.
Kız bir şeyler daha söyledi tam kapatacaktı.
‘’Kapatma lütfen, Ahmet adım, Ali değilim diyemedim. Ali kim bilmiyorum, emin ol hiçbir insanın kalbini kırmadım ama seni bu kadar üzen o Ali’yi tanısaydım çok kötü şeyler yapabilirdim. Belki bana yakışmayacaktı ama seven bir insanı üzmenin bedelini ona ödetirdim.’’ Dedi.
Kıskanmış mıydı Ahmet? Yok canım neden kıskansın?
Ne kadar kötü bir durum bu, birkaç saat önce gazetede okuduğum haber gözümün önüne geldi, Ahmet kıskanıyordu, kızı değil, Ali’yi kıskanıyordu. Belki de hiç bu kadar seveni olmamıştır diye düşündüm, ama yakışıklı ve para sıkıntısı da olmayan bir gençti, etrafında onca kız varken bu gizli numaradan arayan kız neden?
Kafama takılmadı değil…
İkisi de yarı sarhoş, ikisi de âşık, Ahmet kıza, kız ise Ali’ye...
Ahmet ve kız konuşmayı ilerletmişler ne dediklerini ya da neden bahsettikleri hakkında da hiçbir fikrim yoktu ama dinliyordum. Kız kapattı Ahmet ise heyecan ve korku içinde yine telefonun ekranına takıldı. Birkaç dakika geçti sigara çıkarıp birer sigara yaktık ve bir mesaj geldi, gözlerinde yine az önceki ışıltı gözleri gülüyordu. Sanki uzun bir yoldan gelmiş ve yıllardır görüşmüyormuş gibi sarıldı boynuma, gözlerinden akan yaş sanırım bu defa anlam veremediğim mutluluğa idi. Ama neydi bu mutluluk? Bir mesaj neden bu kadar mutlu etti? Kız mıydı yoksa?
Döndü bana ela gözlerinden akan yaşlar yanaklarına ve oradan da beyaz gömleğine tane tane düşüyordu. Ne oldu dedim?
Mesaj neyin nesi?
Meğer kızmış mesaj atan ve birkaç saat uzaklıktaymış bizim kara sevdalıya.
Biraz daha bekledik bu defa Ahmet yine bildiğim o kendinden emin Ahmet’e dönüşmüştü. Uykum da gelmişti ama asıl merak ettiğim bundan sonrası ve yarım kalan gazetedeki haberdi…