- 509 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BAYRAK ATA
BİR ŞİİRDEN HAREKETLE 10 KASIM
Bir hafta önce “10 Kasım yaklaşıyor, Atatürk hakkında bir şeyler söylemek vakti; Ata’mızı anlatan güzel bir şiir bulup incelersem isabetli olur,” diye düşünerek Atatürk Şiirleri Antolojilerini karıştırdım. Kitaplarda, dergilerde, antolojilerde Atatürk hakkında yazılmış yüzlerce şiir mevcut; birini seçecektim, ama hangisini?
Şiirler ve şairler konusunda benim iki zaafım var; daha doğrusu hayranlığım. Yunus Emre ve Fazıl Hüsnü Dağlarca… “Cumhuriyet döneminin en büyük şairi kimdir?” sorusuna tereddütsüz “Fazıl Hüsnü…” cevabını veririm. “Yahya Kemal, Nazım Hikmet, Behçet Necatigil, Necip Fazıl” gibi cevap verenlere de saygı duyarım, itiraz etmem.
Birkaç saat süren araştırma ve incelemelerim sonucunda Dağlarca’nın şu şiirini incelemeye karar verdim:
“ATAMIZ
Dolanır durur her 10 Kasım
Ata topraklarda toprak Ata
Bizi ak eyler ardı sıra yeniden
Nere gitsek ne eylesek ak Ata
Alamaz ki güz yeli varlığını
İçimizde yeşilcek kalır hep yaprak Ata
Sevmek mi yürümek mi ikisi birden belki
Ama anlamak Ata
Dalgalanır tan yeri gün doğarken
Dalgalanır dalgalanır bayrak Ata”
Fazıl Hüsnü külliyatını baştan sona okumayanlar büyük ihtimalle bu şiiri işitmemiştir; çünkü her şeyden evvel meşhur bir eser değildir; bayramlarda ve anma törenlerinde okunmamasının nedenlerini şöyle sıralayabilirim: Çok kısa, çok veciz ve anlamak zor; ama bence harika bir şiir.
Biz klasik tahlillerimizden vazgeçmeyelim ve önce şiirin biçim özelliklerinden söz edelim: Dağlarca birçok şiirinde olduğu gibi serbest ölçüyle kaleme almış şiirini. Bentler, Divan edebiyatı nazım birimi olan beyitlerden oluşuyor. Nazım şekli olarak yine Divan şiirinin gazelinden yararlanmış. Gazellerde ilk beyitten sonraki dizeler “ba, ca, da…” kafiye dizilişiyle sıralanır çünkü. Gördüğümüz gibi şiirin her bendinde ilk dize kafiyesizdir, diğer dizelerde ise “–ak, -rak” sesleriyle kafiye, “Ata” kelimesiyle redif oluşturulmuş. Bu kafiye dizilişi ve redif; şiire ses yönünden ahenk katarken, anlam yönünden bütünlük kazandırmaktadır.
Dağlarca şiirlerinde ahenk unsuru olarak redif ve kafiyeyle yetinmez. İç kafiye diyebileceğimiz aliterasyondan da sıkça faydalanır. Şiirin tamamını birkaç defa sesli olarak okursanız Köroğlu’nun, Dadaloğlu’nun şiirlerinde olduğu gibi sert ünsüzlerin (özellikle “k,t” seslerinin) hâkim olduğunu sezersiniz. Bunlardan başka “l, m, r” ünsüzleriyle de aliterasyon yapılarak iç ahenk sağlanmaya çalışılmış.
Şair kısa dizelerden oluşan beş beyitle Atatürk sevgisini ve sebeplerini anlatmış. On dizelik bu kısa şiirde on beş yirmi sayfalık bir makalede anlatılabilecek duygu ve fikirler mevcut. Şairimiz ilginç benzetmelerle, mecazi kelimelerle, bazı telmih ve imalarla zihnimizde birçok çağrışım uyandırıyor. Şiirde kullanılan kelimeleri, tamlamaları ve benzetmeleri dikkatle inceleyip şairin neyi, nasıl söylediği hakkında kafa yorduğumuzda Dağlarca’nın ruh ve düşünce dünyasına giriyoruz.
İlk beyitte ne diyor şairimiz? “Dolanır durur her 10 Kasım / Ata topraklarda toprak Ata” diyor. Burada çok ilginç, özgün, Dağlarca’nın dehası diyebileceğim harika ifadeler var. Bilirsiniz, güzel vatanımız için “ana vatan, ana yurt” deriz; şair herkesin kullandığı bu demode tamlamayı tercih etmeyip “ata topraklar” diyor. Halkımız miras yoluyla sahip olduğu arsaları, bağ bahçeleri ifade ederken “ata dede toprağı” der; Dağlarca bu deyişi genelleştirerek “Türkiye, ana vatan” anlamında “Ata topraklar” diyor.
Harika ifade olarak nitelediğim diğer özgün buluş “toprak Ata” tamlamasıdır. Bu söz benim zihnimde iki çağrışım yaratıyor. Birincisi şu: “Atatürk’ün “Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır,” vecizesinde belirttiği gibi Ata’mız vefat etmiş ve bedeni her fani gibi toprak olmuştur. İkincisini ise benzetmelerden yararlanarak ifade edeyim. Neşet Ertaş için “Bozkırın tezenesi, deprem uzmanı Prof. Ahmet Işıkara için “Deprem baba”, tarım ve çevre üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen Tema Vakfu kurucusu Hayrettin Karaca için “toprak dede” denir ya, Dağlarca da Atatürk’e “toprak Ata” nitelemesini uygun görüyor, daha açık bir ifadeyle halkımızın ata dede toprağı demesi gibi, Türkiye topraklarının atası da Atatürk’tür demek istiyor.
Dağlarca, toprak Ata’nın ata topraklarda her 10 Kasım’da dolanıp durduğunu söylüyor. Evet, doğru söylüyor. Atatürk fani bedeniyle olmasa bile; ruhuyla, fikirleriyle ve kurduğu cumhuriyetle ana yurdumuzun her beldesinde her 10 Kasım’da anılmaktadır; söylenen budur.
İkinci beyitte “Bizi ak eyler ardı sıra yeniden / Nere gitsek ne eylesek ak Ata” demiş şair. Bence bu beyitte ilk dikkat çeken kelimeler “ak eylemek ve ak Ata” sözleridir.
“Siyah” Farsçadan, “beyaz” ise Arapçadan dilimize geçmiştir. Halkımız bu kelimeleri kullanırken Türkçe eş anlamlıları olan “ak, kara” kelimelerini de kullanmaya devam etmiştir; fakat bir farkla… Ak ile kara dilimizde bir renk ifade etmenin yanı sıra mecaz anlama geçerek manevi temizliği ve kirliliği de kapsayan anlamlar kazanmıştır: “Ak gün, kara gün, alnım ak, kara çalmak, ak akçe…” örneklerinde olduğu gibi…
Atatürk için yazılan şiirlerde “Bizi karanlıktan kurtardı, aydınlığa çıkardı” gibi ifadeleri okumuş ve işitmişsinizdir. İlkokul çocuklarının dahi kurabileceği bu tip cümleler şairanelikten uzak demode sözlerdir. Şairlerin kâinatta söz etmediği hiçbir varlık yoktur; aşk, kıskançlık, sevgi gibi insan ruhundaki duygulanma ve dalgalanmaları tarih boyunca yüz binlerce şair yüz binlerce kez ele almıştır. Bir duyguyu, bir düşünceyi farklı, özgün ve güzel ifadelerle ele almak yeniliktir, gerçek şairin dehası burada ortaya çıkar.
Dağlarca’nın “ak Ata” nitelemesi zihnimde üç çağrışım yaratıyor: Kendimi bildim bileli devleti yöneten siyasiler hakkında zaman zaman “yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma” gibi doğru veya yanlış bazı suçlamalar yapılmıştır. Atatürk her şeyini vatanına ve milletine adadığı ve ömrünü vatan müdafaası ile milletin refahı yolunda tükettiği için bu tür suçlamalara maruz kalmamıştır; kısaca bu tür konularda Atatürk’ün alnı aktır.
Zihnimdeki ikinci çağrışım ise Atatürk’ün icraatlarındaki isabetliliktir. Bu söz bana “Yurtta barış, cihanda barış” sözünü hatırlatıyor mesela, sanırım bu sözün ne derece isabetli bir ilke olduğu günümüzde ortaya çıkmıştır. Ak Ata; kuvvetler ayrılığı, meclisin işlevi, Köy Kanunu, harf inkılâbı, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, seçme ve seçilme hakkı gibi yüzlerce yeniliği hatırlatıyor bana. Aradan yıllar geçtiği hâlde Atatürk ilkelerinin ve devrimlerinin ne derece isabetli tercihler olduğunu görüyorum ve Atatürk’ün her eyleminde haklı olduğunu, başka bir ifadeyle alnının ak çıktığını idrak ediyorum.
Üçüncü olarak Ata’mızın emperyalist Batılı saldırganları yenerek mazlum milletlere örnek olduğunu, bağımsızlık mücadelesinde onlara rehberlik ettiğini düşünüyorum. Bu sebeple dünyanın hangi ülkesine gidersek gidelim orada Atatürk hayranlarını görebiliriz.
Sonuç olarak şair “Ak Ata’mızın fikirlerini ve ilkelerini rehber edinerek nereye giderse gidelim, ne yaparsak yapalım selamete çıkarız.” demek istiyor.
Üçüncü beyit de oldukça ilginç ve özgün. “Alamaz ki güz yeli varlığını / İçimizde yeşilcek kalır hep yaprak Ata”
Malumdur ki sonbahar gelince tabiattaki en büyük değişim yapraklarda görülür, yemyeşil yapraklar yavaş yavaş sararıp canlılığını yitirir, sararıp solar ve büzüşerek kahverengiye dönüşür, sonuçta dalından kopup toprakta çürüyerek yok olur. Atatürk’e “yaprak ata” diyor şair. Yeşil bir yaprak… “Güz yeli içimizde daima yemyeşil hâliyle kalan atamızın varlığını yok edemez,” diyor. Başka deyişle Atatürk’ün fikirleri ve ilkeleri eskimez, cumhuriyet yok edilemez, Atatürk sevgisi içimizde taptaze kalır demek istiyor. Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarının ölçüsüz iftira, yalan ve karalamaları, halkımızın gönlüne taht kuran bu sevgiyi yok edemeyecektir.
Yaprak Ata… Ne harikulade bir benzetme değil mi? İşte özgünlük budur, şiirde deha buna denir.
Dağlarca dördüncü beyitte Ata’nın izinde olmaktan ne anladığını ifade ediyor. “Sevmek mi yürümek mi ikisi birden belki / Ama anlamak Ata” Atatürk’ü sevmek yeterli mi? Elbette ki hayır? Kuru bir sevgi ne işe yarar ki? Peki onun izinde yürümek yeterli olur mu? “Hayır, yetersizdir,” diyor şair. Bunlara ek olarak onu anlamak gerekir demek istiyor. Velhasılıkelam Atatürk’ü sevmek, onun fikirleri doğrultusunda hareket edip devleti yönetmek, vatana sahip çıkmak ve her şeyden önemlisi Atatürk’ü anlamak gerekir, diyor. Şimdi sanırım şu soruyu sormak zamanı: “Kimler Atatürk’ün Nutuk isimli eserini okudu?”
Otuz yıllık öğretmenlik hayatım boyunca her sınıfta mutlaka okuduğum, bayramlarda öğrencilere okuttuğum, hazırladığım söz korolarında alıntılar yaptığım “Vatan Türküsü” başlıklı bir şiiri var. Tahmin edersiniz ki Dağlarca’ya ait bu şiir. İlk iki dize şöyle:
“Dalgalanır bayrak,
Dalgalanır Fatihalar bayrakta
Vay,vay, vay!.. Ne muhteşem bir imge! Bayrak göklerde dalgalanıyor, Fatihalar da bayrakta dalgalanıyor. Gözlerimin önüne yükseklerde dalgalanan ay-yıldızlı bayrağımızın görüntüsü gelirken arka planda yurdum insanını hayal ediyorum. Hepsi de avuçlarını açmış Allah’a dua ediyor; bayrak için, bağımsızlık için Fatiha okuyor, okunan Fatihalar bayrakla beraber göklerde dalgalanıyor.
“Atamız” şiirinin son beyti bu dizeleri hatırlattı bana: “Dalgalanır tan yeri gün doğarken / Dalgalanır dalgalanır bayrak Ata”
Şafak sökerken tan yerinin dalgalandığını belirtiyor şair. Evet, doğrudur; sarı, turuncu, kırmızı ışıklar şafak vaktinde batı ufuklarında dalgalanır. Akif’in İstiklal Marşı’nda “Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal” dediği gibi tan yerinde ışıklardan başka dalgalanan bir de bayrak vardır. Bayrak hâline gelmiş atamız da ay-yıldızlı bayrağımızla birlikte dalgalanmaktadır.
Şairimiz eserini “Her yeni güne O’nun kurduğu Cumhuriyet’te ve O’nun izinde başlarız,” diyerek noktalıyor.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.