- 270 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Şirk parçalamaktır
“Kim Allah’a ortak koşarsa, sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini kuşlar kapmış, yahut rüzgar onu uzak bir yere sürüklemiş gibidir.” (Hac sûresi, 31)
Hakikat bütüne uygun olandır. Bir saniye. Fazla hızlı gittik arkadaşım. En son diyeceğimizi başta söyledik. Geri dönelim. Şöyle bir yerden başlayalım: 20. Söz’ü düşünürken farkettiğim birşey şu. Âdem aleyhisselamın kıssasında görülmesi gerekenlerden birisidir bence. Kıssayı hatırlarsak: Hz. Âdem’deki tâlim-i esma sırrına cümle melekler secde ettiği halde İblis etmiyordu. İnatla geri duruyordu. Kendi argümanının haklılığına(!) kapılıyordu. İcmali böyle. Fakat 20. Söz, bize, aynı kıssada ‘hepimize’ ve ‘her zamana’ lazım bir ‘düstur-u küllî’ ve ‘kanun-u umumî’ saklı olduğunu da söylüyor:
“Kur’ân, şahs-ı Âdem’e melâikelerin itaat ve inkıyadını ve Şeytanın tekebbür ve imtinâını zikretmesiyle, nev-i beşere kâinatın ekser maddî envâları ve o envâın mânevî mümessilleri ve müekkelleri musahhar olduklarını ve nev-i beşer hassalarının bütün istifadelerine müheyyâ ve münkad olduklarını ifham etmekle beraber; o nev’in istidadâtını bozan ve yanlış yollara sevk eden mevadd-ı şerire ile onların mümessilleri ve sekene-i habiseleri o nev-i beşerin tarîk-i kemâlâtında ne büyük bir engel, ne müthiş bir düşman teşkil ettiğini ihtar ederek, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, birtek Âdem ile cüz’î hadiseyi konuşurken, bütün kâinatla ve bütün nev-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor.”
Evet. Bir süredir ‘parçalarda boğulmak’ temalı metinler yazdığım ve parça ile şerrin, bütün ile hayrın arasındaki bağlantıları kolladığım için bu kısım bana ayrı gülümsedi. Hatırlayalım: Mezkûr yolculuğumuz Muhakemat’ta geçen “Hilkatte hayır asıl, şer ise tebeîdir. Hayır küllî, şer cüz’îdir…” cümlesinden başlamıştı. Ancak aynı manayı farklı şekillerde tasdik eden başka metinler de var:
“Hâşâ, halk-ı şer, şer değil; belki kesb-i şer, şerdir. Çünkü, halk ve icad BÜTÜN netâice bakar. Kesb, hususî bir mübaşeret olduğu için, HUSUSÎ netâice bakar. Meselâ, yağmurun gelmesinin binlerle neticeleri var; BÜTÜNÜ de güzeldir. Sû-i ihtiyarıyla BAZILARI yağmurdan zarar görse, ‘Yağmurun icadı rahmet değildir’ diyemez, ‘Yağmurun halkı şerdir’ diye hükmedemez. Belki sû-i ihtiyarıyla ve kesbiyle ONUN HAKKINDA şer oldu.”
Böylesi pekçok yerde mürşidim gözümüzdeki-kalbimizdeki bulanıklığı kaldırmak için bütüne yönlendiriyor bizi. Genele baktırmakla rahat ettiriyor fikrimize. Mesela, son farkettiklerimden birisi, Vahdetü’l-Vücud meselesi:
“Cenâb-ı Hakkın Vâcibü’l-Vücud ve Mevcud ve Vâhid ve Ehad isimlerinin hakikî cilveleri ve daireleri var. Belki âyineleri, daireleri hakikî olmazsa, hayalî, ademî dahi olsa, onlara zarar etmez. Belki vücud-u hakikînin âyinesinde vücut rengi olmazsa, daha ziyade sâfi ve parlak olur. Fakat, Rahmân, Rezzâk, Kahhâr, Cebbâr, Hallâk gibi isimleri ise, tecellîleri hakikî olmuyor, itibarî oluyor. Halbuki, o esmâlar, mevcut ismi gibi hakikattirler, gölge olamazlar; aslîdirler, tebeî olamazlar.”
Yani: Bazı isimlerde garkolup diğerlerine bakmazsan yine bundan ortaya çıkan bir dengesizlik oluyor. Parçalanmışlık bakışını eksiltiyor. Hakikati görmeni engelliyor. Kendi sanrılarına inatla tutunmana yolaçıyor. Şimdi başa dönelim. Âdem efendim ile İblis kıssasında yeni ne gördüm? Onu diyeyim:
Hz. Âdem’e bütün melekler secde etti. Yani ‘meleklerin bütünlüğü’ ondan yanaydı. ‘(…) nev-i beşere kâinatın EKSER maddî envâları ve o envâın mânevî mümessilleri ve müekkelleri musahhar olduklarını ve nev-i beşer hassalarının BÜTÜN istifadelerine müheyyâ ve münkad olduklarını ifham’ etti, öğretti böylece bu kıssa. Fakat bir parça, bir fert, bir cüzî, bir iblis, bu kaideye uymadı. Onunla da ‘o nev’in istidadâtını bozan ve yanlış yollara sevk eden mevadd-ı şerire ile onların mümessilleri ve sekene-i habiseleri o nev-i beşerin tarîk-i kemâlâtında ne büyük bir engel, ne müthiş bir düşman teşkil ettiğini ihtar’ edilmiş oldu.
Yani ‘ekser/çoğunluk’ ve hatta ‘bütünlük’ insanın yanındaydı, ‘ekall/azınlık’ veya ‘parça’ olan insana zarar vermeye yatkındı. ‘Hilkatte hayır asıl, şer ise tebeî’ olduğu gibi, ‘hayır küllî, şer cüz’î’ydi.
Aklına yatarsa kabul et arkadaşım: İnsanın/varlığın bütünlüğüne hizmet eden, insanı/varlığı bütüne baktıran, insanlığın/varlığın bütünlüğünü koruyan bence ‘melekî’dir. Parçalanmasına hizmet eden de ‘şeytanî’dir. Yani mevadd-ı şeriredir. Mesela zehir, mesela içki, mesela faiz, mesela zina, mesela fitne, mesela gıybet, mesela uyuşturucu, mesela iftira, mesela israf, dahası haram kılınan herşey ‘mevadd-ı şerire’ye girer. Çünkü bütüne değil parçalamaya hizmet eder onlar.
Ama bütünlüğü korumaya hizmet eden herşey, ki zaten varlığın ekserisi bu bütünlüğün taraftarıdır, onlar da melekîdir ve seni hayra doğru götürür. Yine yüzümüzü yukarıda yaptığımız alıntılardan birisine dönelim:
“Belki sû-i ihtiyarıyla ve kesbiyle onun hakkında şer oldu.” Yani sen bütünlüklerin şahı, padişahı olan ‘tevhid’in bütünlüğüne aykırı olarak neyi kullanırsan, o şerre hizmet eder. Tevhid bütünlüğünü koruyan herşey ise hayırdır. Bu yönüyle zaten şirk de parçalamaktır. En büyük parçalama hareketidir. Herbir günahın özüne insen onların da ‘parçalayıcılar’ olduğunu görürsün. Bak içkiye, bak kumara, bak faize, bak zinaya, bak gıybete, bak iftiraya… Hepsi toplumu da, insanı da, hayatı da, o hayatın saadetini de parça parça eden şeyler değil mi?
İşte Âdem efendim ile İblis’in kıssası bana bunu da anlattı: Yüzü bütüne dönük olan insana hizmet eder. Yüzü parçaya bakan İblis’in tuzağıdır. Parçaya kapılma. Parçada boğulma. Parçan ile baştan çıkma. ‘Bir öpmekte batma!’ Bütüne ve bütünlüğü gösterdiğine konsantre ol. Dikkatini bütüne çeken mürşidin peşinden yürü. Sıradışı olmak her konuda hüner değildir. Hem yine mürşidim demiyor mu:
“Sevâd-ı âzama ittibâ edilmeli. Ekseriyete ve sevâd-ı âzama dayandığı zaman, lâkayt Emevîlik, en nihayet Ehl-i Sünnet cemaatine girdi. Adetçe ekalliyette kalan salâbetli Alevîlik, en nihayet az bir kısmı Râfızîliğe dayandı.” Hem yine İmam Malik (r.a.) demiyor mu: “Din konusunda şahsî görüşleriyle hareket edenlerden uzak durun. Onlar ehl-i sünnetin düşmanıdır.” Dinle onları. Çünkü bu zamanda çoklarını ‘sıradışılığın sarhoşluğuyla’ yakalayıp ‘ego cehennemlerine’ atıyorlar. İblis’in halet-i ruhiyesi bize bu yönüyle de ibret vermeli. En azından bir düşün isterim arkadaşım. Hidayeti ve istikameti ise Rabb-i Rahim’den dilemeliyiz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.