- 381 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HALK İÇİNDE HAKLA BERABER OLMAK
Halk ile Hâlık kelimesi, köken ilişkisi bağlamında birbirinin yakınıdır. Diğer bir deyişle Arapça “halaka/ yarattı” fiilinden türemiş olan bu iki kelimenin ilki; hem “yaratma” anlamında mastar, hem var edilmiş topluluk veya halk anlamında isimdir. Determinik açıdan, başka bir deyişle nedenler zinciri açısından ele alındığında ise “Hâlık” kelimesi sebep, fail veya özne; “halk” kelimesi de sonuç, meful ya da nesne konumundadır. Öte yandan dinî terim olarak “Hâlık/ Yaratan” kelimesi ile “Cenâbı Hak” kelimesi, bütün varlığın ve kâinatın sahibi olan “Allah” ismi ile özdeş iki ayrı kavramı ifade eder.
Din sosyal bir olgudur. Deyim yerinde ise bu sosyal olgunun tavanında yaratıcı olan Hâlık, tabanında ise yaratılmış olan halk vardır. Ortasında da Hâlık’tan aldığı vahyi halka ileten peygamber bulunmaktadır. Halksız din olmaz. Çünkü din; hukuk, kural, kaide demektir. Hukuk da, kural da, kaide de insanların bir araya gelmesi, büyük topluluklar hâline dönüşmesiyle anlam kazanır. Bundan böyle Kur’an-ı Kerim’de adı geçen Peygamberlere baktığımızda, hemen her peygamberin halk yığınlarının en çok kümelendiği anakent seviyesindeki şehirlerden çıktığını ve tebliğ görevlerine buralardan başladıklarını görürüz. Nitekim Musa ve Yusuf (as) Mısır’a; Zekeriya, Yahya, Davut, Süleyman ve İsa (as) Kudüs’e; Yunus (as) Ninova’ya, Muhammed (as) de şehirlerin anası olarak bilinen Mekke’ye gönderilmiş ve dinî tebliğ görevine ilk önce bu büyük şehirlerde başlamışlardır.
Bilim, mimari, sanat ve marifet dediğimiz kavramlar başta olmak üzere, bütün bunların tarihî ve kültürel birikimini ifade eden “medeniyet” de din ve toplum olgusunun ardından şekillenmiş; peygamberler de medeniyetin nirengi noktalarını tayin eden çağ açıcı önderler olarak kabul görmüşlerdir. Diğer bir ifade ile, Cilalı Taş Devrinden Maden Devrine, Tunç Çağından İlk Çağa uzanan tarihî koridorda; tarımdan denizciliğe, demircilikten marangozluğa, fırıncılıktan terziliğe hemen her teknik, metalik ve zanaatsal faaliyetin, ilmî veya endüstriyel gelişmenin bir nevi ilk profesyonel öncüleri ve öğreticileri olmuşlardır. Hz. Âdem’in ziraatçıların, Hz. Nuh’un gemicilerin, Hz. Davut’un demircilerin, Hz. İdris’in terzilerin, Hz. İsa’nın da marangozların piri olarak kabul edilmesi buna örnek olarak gösterilebilir.
İnsanlık tarihi boyunca Halk içinde Hak’la beraberliğin en büyük temsilcilerinin peygamberler olduğu söylenebilir. Çünkü peygamberler tebliğle yükümlü Allah elçileridir. Bundan böyle onların her daim insan toplulukları içerisinde bulunmaları nebevi bir zorunluk hâlini almıştır. Nasıl ki yeşillik ve vadilerin bulunduğu yerlerde suyun olması doğal bir gereklilik ise, insanların yoğun olarak bulunduğu yerlerde de peygamberlerin tebliğ ve varlığı sosyolojik bir zorunluluk olmuştur. Bu nedenle bütün peygamberler Allah’tan aldıkları vahyi beşerî kitlelere ulaştırmanın çarelerini aramışlar, bu hedefe ulaşabilmek için gerektiğinde dereleri tepeleri aşmışlar, uzun yollar kat etmişler, hatta yerlerinden yurtlarından vazgeçmişlerdir.
Allah Rasulünün de bütün hedef ve gayesi önce Mekke ve Medine toplumları özelinde örnek bir model oluşturmak, ardından dalga dalga civar kabilelerin ve milletlerin İslam’la şereflenmelerinin, diğer bir deyişle halk içinde Hak’la beraber olmalarının yolunu açmaktı. Bundan böyle o, peygamberlik görevi kendisine verildikten sonra Cenâbı Hak’tan aldığı tebliğ vazifesini önce Mekke halkına aktarmak için çabalamış, ardından Hicaz Bölgesine yayılmış olan Arap kabilelerine ulaşmanın gayreti içerisinde olmuş; yirmi üç yıl devam eden peygamberlik dönemi boyunca halk içinde Hak insanı olmanın en güzel örneklerini vermiştir. Gün gelmiş küsleri barıştırmış, gün gelmiş kan davalarını ortadan kaldırmanın çarelerini aramış, gün gelmiş Kâbe Hakemliği yapmış Arap kabilelerini uzlaştırmıştır. Çünkü o, Hak’tan aldığı tebliğin halka iletilmesi için her şeyden önce insan kitleleriyle iyi iletişim kurulması gerektiğinin bilincinde idi. Dolayısıyla Peygamberlik dönemi boyunca büyük bir azim, sabır ve kararlılıkla gönül köprüleri kurmaya, Arap halklarının arasını bulmaya, inananları İslam kardeşliği etrafında birleştirmeye çalıştı. Dahası, bir nevi insani sosyalleşmenin en güzel modellerinden birini inşa etti.
Hemen her semavi din; bilimin, düşüncenin, sanat ve mimarinin gelişimini hızlandırmış; deyim yerinde ise din; şehirciliğin, kent dokusu kavramının, uygarlığın, kültür ve kalkınmanın en bütüncül otonom merkezini oluşturmuştur. Özellikle İslam sonrası şehircilik anlayışı, bu minvalde büyük gelişmeler göstermiş, İslam-şehir mimarisi bağlamında insanlık tarihinin en güzide kent tabloları ortaya çıkmıştır. Dahası şehirler; ortada bir ibadethane, onun etrafında okullar, hastaneler, esnaflar, çarşılar şeklinde halka halka büyümüş; inanç merkezli mimari anlayış çerçevesinde hat sanatından dinî musikiye; ebrudan çinicilik, oymacılık ve halıcılığa; edebiyattan felsefeye, İslami ilimlerden fenni ve tıbbi bilimlere, ciltçilikten sahaflığa büyük gelişmeler yaşanmıştır. Dolayısıyla şehirleşme ile birlikte şahsiyetler de gelişmiş; halk içinde Hak’la beraber olmanın en nadide örnekleri verilmiştir.
Her Peygamberin bir mabedi, bu mabette topladığı, bir araya getirdiği topluluğu ve cemaati vardır. Ve bu cemaat, o peygamberin Hak’tan aldığı tebliği halka aktarmada en büyük yardımcısı olmuştur. Hz. Peygamber (as) de Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra ilk iş olarak bir mescit inşa etmiş, burada kendisine gönül veren sahabelerle günde beş vakit bir araya gelmiş; Suffa Ashabı adıyla bilinen fakir ve kimsesiz öğrencilere sahip çıkarak yetiştirmiş; onlarla beraber ibadet etmiş, sorunlarını dinlemiş, önemli işlerde onlarla danışmalarda bulunmuş, kararlar almış, heyet ve elçiler kabul etmiş; toplum içerisinde nasıl davranılacağını, nasıl oturup kalkılacağını, sesin nasıl kullanılacağını, sözün nasıl söyleneceğini; sevginin saygının, birlik ve beraberliğin nasıl tesis edileceğini, kısacası halk içinde Hak’la beraber olmanın nasıl olacağını göstermiştir.
Yine Hz. Peygamber’in (as) bir hadis-i şeriflerinde, camide kılınan namazın tek başına kılınan namazdan yirmi yedi kat daha sevap olduğunu bildirmelerinin sırrı da, Müslümanların halk içinde Hak’la beraber olmalarını teşvik amacını taşımaktadır. Çünkü Müslüman iyi insan demektir. İyi insanların aynı yöne yürümeleri, aynı amaçla harekete geçmeleri, aynı camide toplanmaları ve aynı kıbleye beraberce yönelmeleri demek, aynı zamanda yirmi yedi adet dünyevi ve uhrevi yararı da beraberce elde etmeleri demektir. Zira bütün cüzleri bir araya getiren, bir şeyin parçalarını toplayan, uzlaştıran ve barıştıran anlamına gelen cami, dinin en temel kurumsal yapısı olarak toplumda ortak bir bilincin oluşmasına önemli katkılar sağlayan bir müessesedir. Cami, toplumun her kesiminden insanın herhangi bir ayrıma tabi tutulmadan bir araya geldikleri, kaynaştıkları, aynı heyecanları yaşadıkları, kardeşlik, birlik ve beraberlik duygularını doruk noktasına ulaştırdıkları kutsal bir mekândır. Bu nedenle İslâm’da cami özel bir konuma sahiptir ve Hz. Peygamber’den günümüze kadar da bu yönünü hep muhafaza etmiştir.
Dinimize göre halk içinde Hak’la beraber olmanın önde gelen şartı doğru insan olmaktır. Çünkü Cenabı Hak, hakikatin ve doğru olanın yanındadır. Bundan böyle Peygamberimiz (as) insanları aldatmayı adi bir davranış olarak görür ve hile ile iş yapanı kendinden saymaz. Nitekim bir defasında Hz. Peygamber (as) çarşıda dolaşırken buğday satan bir adama rastlar. Ellerini buğday çuvalına daldırır, alttaki buğdayların ıslak olduğunu fark edince “bu ne?” der. Adam buğdayların üzerine yağmur yağdı şeklinde bir mazerete sığınınca da, “madem öyle, alt kısmını üste çıkarsaydın ya” şeklinde cevap verir ve “bizi aldatan bizden değildir” şeklindeki hadisini söyler. Buradan; halkı aldatan, insanı ve insanlığı karşısına alan kişilerin Cenabı Hakkı ve Onun rasulü Hz. Muhammed (as)’i de karşısına aldığını görüyoruz.
Bütün dinî ve insani değerlerin ruhu, halk ve Hak kavramlarının birbiriyle perçinlenmesi; hayır ve iyiliğin hem fert hem toplum bazında hâkim olması esasına dayanır. İslam’da namazın ve ibadetin temel amacı da Müslümanları kötülükten alıkoymak; hayra, iyiliğe ve güzelliğe sevk etmek, bir nevi insanları insanlıkla buluşturmaktır. Nitekim Cenabı Hak Mülk Suresinin ikinci ayetinde bunu bize “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır” anlamına gelen mealle açıklar. Buradaki “güzel amel”den maksat, hem ibadet noktasındaki gayretimiz hem toplumsal anlamdaki en yararlı işlevselliğimizdir.
Bizim de bu ayet-i kerimenin ışığında en çok yapmamız gereken dinî etkinliklerden biri, iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak olmalıdır. Halka yapılan hizmet Hakka yapılan hizmettir. İnsandan kalan kalıcı ameller de, fıkhi ifadesiyle sadaka-i cariye dediğimiz sürekliliği olan ilmî ve hayri etkinlerimizdir. Bu faaliyetler bizi biz yapan, halk içinde Hakla beraber olmamızı sağlayan değerlerdir. Müslim’den rivayet edilen bir hadiste Peygamberimiz (as): “İnsan ölünce, üç şey hariç ameli kesilir; sadaka-i cariye, faydalı ilmî eser veya ona dua ve istiğfar edecek salih evlat bırakmak” buyuruyor. Burada sadaka-i cariye; cami, çeşme, yol yapmak, ağaç dikmek, faydalı ilmî eser bırakmak gibi insanlara faydası dokunan her çeşit iyi işleri içine almaktadır.
1988 yılında Dr. İbrahim ATEŞ Hocamız tarafından kurulan YOYAV Vakfı da kurulduğu günden bugüne, 32 yıllık hizmet süresi boyunca eğitim ve kültür etkinliklerinin yanında Hakk’ın ve halkın hizmetinde bulunmuş; yoksulun, dul ve yetimin, garip ve gurebanın yanında olmayı varlığının nedeni saymış; ilmî, irfani ve hayri faaliyetlerini aralıksız sürdürmenin çabası içerisinde olmuştur. YOYAV Vakfı, halkımızın hizmet kervanına katılırken “Hakkı duyurmak, halkı doyurmak” hedefini kendine şiar edinerek yola koyulmuştur. Çünkü biz her şeyden önce Müslümanız, insana ve insanlığa karşı bazı sorumluluklarımızın olduğunun farkındayız. Cenabı Hakk’a inanan, vatanımızı ve milletimizi seven, halkımıza ve insanımıza güvenen insanlarız. Bu vesileyle başta Dr. İbrahim ATEŞ Hocamız olmak üzere, hizmetlisinden Mütevelli Heyet Üyelerine, aşçısından öğretmelerine, konferans ve panellere katılan hocalarımızdan yazı ve yayın işlerinde çalışan görevlilerimize kadar YOYAV Vakfına katkıda bulunmuş, halka ve Hakka hizmet etmiş herkese en kalbi şükranlarımızı sunuyoruz. Kendilerine Rab Teâlâ’dan sağlık ve afiyetler, hayırlı uzun ömürler niyaz ediyoruz.
Mesut ÖZÜNLÜ
Not: Bu yazı, YOYAV Vakfı tarafından yayınlanması düşünülen anonim bir kitap için hazırlanmıştır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.