BİR PATLICAN MESELESİ 2
’Ayrık otlarını kökünden sökeceğimize yapraklarını koparıyoruz.’
İrvin D. Yalom / Nietzsche Ağladığında
.....
Elimi yüzümü yıkıyor bir el. Su buz gibi değerken yaşadığıma inanamıyor, bu gece ölmediysem hiçbir gece ölmem sanıyordum. Ne patlayan silah seslerinin ne de komşumuzun hırlayan köpeğinin sesi vardı kulaklarımda. Nasıl gelmiştim nasıl bulmuştum o zifiri karanlıkta evimizi bilmiyorum. Artik tek bildiğim şey kekeme oluşum.
Her yerde polis vardı.Sokaklar evler.. her köşe, her bodrum aranıyor, eli silahlı birini arıyorlardı. Oysa tüm silahlar düğün sahibinin elindeki pompalı av tüfeğinden başka bir şey değildi. Eli bıçaklı biri olsa neyse ne... Ama bunu telaffuz edebilecek dil nerede?
Gün boyu uyumuşum. Aklım başıma geldiğinde babam ve annemle birlikte polis arabasına bindik. Yüreğim yine hop, hop.
Bir sandalyeye oturdum. Karşımda babacan bir polis.. ( bu çocuğun burda ne işi var dercesine bakıyor yüzüme) dilimin tutukluğuna aldırmadan soruyor soruları...
"Ne zaman gittin o eve"
...
" Ne konuştular duydun mu?"
...
" Bıçak veya silah gördün mü?
...
Konuşmayacak mısın?
"Uyuyor muydun? Uyanık mı?
....
Aslında çok şeyim vardı anlatacak. Ben o muhteşem desenli kanepede yarı uyanıkken; bembeyaz tenli Şerik’ in elinde bir makine dişlisi gibi hareket eden tığın şekillendirdiği ni sandığım bembeyaz dantelin mi daha beyaz, yoksa Şerik Ablanın yüzünün mü daha beyaz olduğunu düşünüyordum ki bir hışımla vurulan tahta kapının gürültüsüne sinmiş, üzerime örtülen yumuşak pikeyi kafama kadar çekmiştim.
Sarhoştu Süleyman:
’Aç mısın’ dedi Şerik Abla.
’Ne var’
’Gelmezsin diye bir şey yapmadım’ ürkekti artık sesi.
’Ne varsa getir’
Koştu Şerik Abla... elinde bir küçük poşette patlicanlar diğer elinde minik bir leğen ve bıçakla girdi odaya. Tahta masanın beyaz dantelli örtüsüne yaydığı şeffaf muşambaya yansıyan bıçağın ışıltısı tepemdeki florasan lambadan, pikeye oradan gözlerime çarparken bana göz dağı veriyordu adeta.
Süleyman mı daha ürkütücü idi bıçak mı bilmiyorum...
Korkudan Süleyman dan tarafa bakamıyordum. Ama o bana bakmış...
’ Kim bu yatan’ deyivermişti işte
’Bizim köylünün küçük kız.Sen gelmezsin diye yanıma ses olsun istedim.’
’De hadi çabuk ol, karnım aç benim.’
Elindeki tığ kadar hızlı değildi bıçak. Doğradikca doğradı patlıcanları. Süleyman yemek yok diye sabırsız, ben sabah olmuyor diye sabırsız...
En sonunda da fırladı aldı Şeriğin elinden bıçağı Süleyman. Narasi kulak patlatiyordu.
Sarhoştu. Ne saydığı küfürleri duymuştum daha önce ne onu görmüştüm böyle... Tıpkı bir serçenin koca bir avucta can çeliştiği gibi çırpiniyordu elinde Şerik Abla. ’Dur yapma Süleyman, çocuk var’ dedikçe daha da coşuyor benim üstüme doğru sallıyordu bıçağı.
"Çık git", "kaç "diyordu nefes alabildikçe Şerik Abla bana. Ben kaskatı yatağımın altında.
Ne kadar darbe aldı, ne kadar saçlarından sürüklendi, ne kadar yuvarlandı bilmiyorum.
Bir fırsatını buldu beni kolumdan tuttuğu gibi tahta kapının dışına attı.
’ Koş ’dedi ’koş’.." Koş babanlara haber ver... Polisi çağırsınlar öldürecek Süleyman beni."..
O gece yağdı üzerime sicim gibi mermiler... O gece azginlastı, hirladi mahallemizin uyuz köpeği... O gece tutuldu dilim.
Bunların hiçbirini söyleyemedim.
Ne anneme ne polise...
Bir patlıcan meselesi sandım kaldırdım rafa öylece. Boşandılar... Kaç yıl hapis yattı bilmiyorum...
Liseyi bitirmek üzereydim ki köprüde gördüm onu(adı anılırken bile ürperdiğim Süleymanı) ... Tüm heybeti kaybolmuştu.. ama etrafa korku salan kızıl gözleri duruyordu... Köprünün diğer tarafına geçerken kalbimin ritmine nefesim karışıyor, ikisinin seslerini benim gibi o da duyacak diye ödüm patliyordu.
İlk kez O gün sordum anneme ... Ne oldu o geceden sonra diye..
Üstünden yıllar geçmişti...
Mahalleli bir Şerik Abla’ lari bir de bizi ayrık otu diye yaftalarlarmiş. Alevi imişiz meğer.
O gün düğün dernek kurmuşlar silahlar atmışlar, evine sarhoş gelen Suleymani kışkirtmişlar, karın eve erkek aldı diye... Maksatları bizi ahlaksız ilan edip mahalleden kovmakmış. Mahkemede Süleyman ’karim beni aldatıyormuş, eve gittigimde biri yatıyordu, ne yaptığımı bilmiyorum sarhoştum demiş’
Benim dilim çözülseymiş her şeyi anlatacakmişım ama... yine de
En büyük suç babaannemde imiş.
Neden beni dinlemedin de babaanne uyup oraya gittin dedi... O yaştaki çocuktan korucu olursa işte böyle olur dedi kapattı konuyu...
Belli ki o da hatırlamak istemiyordu.
Bir içkinin yıktığı yuvaya şahit olmuştum bir de ayrık otu oluşumuza...
İrvin D. Yalom’ un Nietzsche Ağladığında adlı kitabında yazdığı gibi biz ayrık otlarını kökünden sökememişler ama bir bir yapraklarımızı koparmaya yeltenmişlerdi. Dolayısıyla biz onları onlar bizi çok iyi tanımişdı. Yıllar geçti üstünden.. Hatta bir kaç ihtilâl, bir kaç da darbe..Ne sol kaldı ne sağ. Hep birlikte tramvatik acı tecrübeler kazandık. Biz bize bir olduğumuzu biliyorduk artık. Geçmişin geçmişte kaldığını, bize bizden başka kimsenin zarar vermeyeceğini de ...
Ülkü Kara
Bursa
2020
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.