Balkonum da kuş sesleri
Güneş, kocadağ ile, üç pınar tepesinin arasından, evin balkonuna doğru ışığını usulca düşürürken,
yeni bir güne uyanışın huzuru vardı üzerimde.
Karadeniz dağları arasında Köyümün o eşsiz oksijen yüklü ter temiz havası öyle güzel gelmişti’ki gün ağarmadan uyanı vermiştim..
Az sonra ezan sesiyle horozların seside duyulmaya başladı, usulca yatakdan kalkıp balkona çıktım önüme bir sandalye çekerek oturduğum sandalyeden ayaklarımı diğer saldalye ye uzattım sırtımı sandalyeye, sandalyeyi de duvara dayadım yıllar sonra yarına geç kalma kaygısı olmadan gün doğumunu izlemeye hazırdım..
Az sonra;
Günün ilk ışıkşarıyla dağlarımızdaki yaşayan canlıların hareketlenmesi, kuşların uyanışı ve kuş sesleriyle horoz sesleri, doğanın o eşşiz orkestrası, muhteşem bir ritim ile senfoni sonuyordu sanki bana..
Bu sabah daha bir huzur veriyordu dağlarımızda kıpraşıp duran yaşam her yerde kuş sesleri..
Yüreğim pupa yelken demir almış gibiydi ankara semalarından, Şehirlerin eksoz gazlı gürültüsünden ve sanayinin kimyasal kokularından, uzak. Karadeniz’in ilk bahara uyanan dağlarına ki karadeniz dağlarında bir başka sevda idi yaşanan...
Hastanede doktorum ile, mayısın ilk haftasın’a randevulaşınca.
Artık ankara da beklemenin bir anlamı yoktu, karadenize dağlarıma geri döndüm, artık yarına yetişmem gereken iş kaygım yoktu..
Köyümden ayrılmadan hiç bir sağlık sorunu yaşamamıştım, taşı sıksa suyu çıkar derler ya işte öylesine dinç ve sağlıklıydım..
Ama nüfus çoğaldıkca doğduğumuz yerde doyacağımız bir işimiz yoktu
Köyde emeğimi pazarlayacak bir iş olmadığından bir tek fındık ürünü sadece boğaz tokluğu o kadar.
Yani işsizlik ve yoksulluk oturu vermişti ocağımızın yanı başına, gurbet yollarına düşmeden de kalkacağı yoktu...
Bu yüzdendir düşmüştük gurbet yollarına, ki gittiğimiz her yerde, yine bizi kapıda karşılıyordu yoksulluk,
biz nereye gitsek o da orada hazır, ayrılmıyordu ocağımın yanı başından,
Başladım gecemi gündüzüme katarak çalışmaya. İki boğaz beş boğaz olmuştuk..
Ekmeğimiz dedik potatronun malını sahiplendik kendi malımız gibi koruyorduk patronların malın.
bu yüzden işverenin malının kölesi olduk, ne kendi acımıza zamanımız vardı, nede hastalığımıza tedavi için zaman..
Her yıl hasat zamanı Ağustos da 15 veya 20 günlük izinlerle köyümüze geliyor olsak bile bu günler yarına yetişme çabası ile nasıl geçtiğini bile anlamadan,
dibi delik bir kovada suyun akıp gittiği gibi tükenip gidiyordu zaman. ki sözde tatilde izininde idik,
Bir yanı köy olanların tatil yapma hakkı yoktu..
Patronun işinden izinli olsan da, kendi işinden izin yoktu,
bu yüzden sayılı günler, bir soluk alıp vermiş gibi, geçip gidiyordu, hiç izin yaşamadan yenden kendimizi şehirlerin eksoz gazlarına ve sanayilerinde patronların kolarına bırakıyorduk;
ki, kendi ürünlerimizi yağmacı tüccarların insafına bırakarak, geriye dönüyorduk, sahibi yoktu üretilen emeğin. zamanında geriye dönemezsek aç kalırdık..
Onlarca yıl sonra nihayet doğduğum yere geriye dönmenin huzurunu yaşıyordum bu sabah, balkonumdan geçen serin esintiler üşütse de kuş ve horoz sesleri ile doğadaki o eşsiz orkestra yüreğimi eşsiz bir sevdaya salıyordu.
Zaman hayli yorgun emekçi ellerimde, kollarım kendime ağır artık eski ben değildim şehirler bedenimim tüm enerjisini sıkıp almış ki iliğime kadar sömürülmüş bedenim...,
Yani bir elmayı bal yapabilmek için elmayı iyice ezerler sonrada çuvallara doldururlar çuvalaın altına bir teşt bırakırlar üstünede kpcaman bir taş; o elmaşarın suyyu son damlasına kadar teşt’e damlatılır.
Suları alınan posalar bir yol kenarına dökülür ya işte emekçi insanların beninden de geriye kalan, Posası olmuştu bedenimiz...
Gayrı ben eski ben değildim, sanayideki kullanılan kimyasallar, eksoz gazları, ve gün ağarmadan yollara düşerken dudağıma sıkıştırdığım sigaram, içimde Kanser tümörlerine zemin hazırlamış beslenmiş büyütmüş, bu gün acılarımı okşamanın bedeli ödüyordum.ama yinede,
şimdi içimde kızgın bir bıçak misalı gezinen kanser sızılarına aldırmıyorum,
Bu sabah her şeye rağmen içimde bir Mayıs’a umut vardı.
mayıs ayının ilk haftasında, artık bu içimdeki kanser iblisinden kurtulacaktım.
Ve herkes gibi rahat gezip doşaşabilecektim, cebimde bir idrar kutusu taşımadan rahat gezip dolaşbilmek ve, yarına dair güzel günleri düşünmek hayal etmek bile, bedenimde sızıların yerini güneşin doğuşundaki o eşsiz aşk ile yaşamak duygusu daha bi kırbaçlayarak güçlendiriyordu içimde, yaşama hevesimi,
köydeyim ve o anı yaşıyor olmanın sevinci susturmuştu içimdeki sancıyı....
Abdullah Oral....
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.