- 400 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KENDİMİ ARADIM
Sis bulutu altında kalan Muş ovasında her sabah hayat bir başka başlar; eskiden tütün kokardı tarlalar, kavunlar dizilirdi sarı sarı, yol kenarlarına lahana öbekleri yükselirdi. Yoksul olsalar bile insanların mutlulukları yüzlerinden okunurdu. Kaynağı “İmandandır” derlerdi çoktan göçmüş büyükler.
Ya şimdi..?
Sonbahar güneşi; evlerin camlarına, çarşı pazara, taşları yenilenen ıslak kaldırımlara yumuşak ışıklarını cömertçe serperken sanırım insanların yüzüne de sevimli gülümsüyordu. Bir yol alalım dedik dostlar pazarda görsün misali, günlük rutin yürüyüşlerimizi ihmal etmeden, ne de olsa yaş kemale erdi, ekim aynın güneşinden faydalanmamak olur mu hiç? Hani, tekerlemelere benzer söylemler vardır bilirsiniz, bizim ki de o misal;
Sabah erken değildi, evden çıkarken yola,
Eş dost çok, tanıdıklar var olsun.
Selam verdik hem sağa hem de sola.
Amaç bu gün de azıcık heybemiz dolsun.
Eski üst geçit kahvesinde verdik mola.
Çatı yerine kamıştan kurulu bir çardak,
Çardağın altında küçük kürsülere oturmadan,
Önümüze konuldu vazgeçilmez pullu bardak.
Bir tanıdıkla karşılaştık şöyle ayaküstü, yazılarımızı takip eden ve de Muş şehri muazzamın sorunlarını kendince zaman zaman yorumlayan, adını bir türlü hatırlayamadım arkadaşın..! Ah, bendeki şu unutkanlık yok mu? Bu illetten kurtulmak için kendimi bir gün Karasu’ya atacağım diyeceğim, ama bugünlerde fazladan çok balık ölüsü görülmüş kirli sularında bir de az çok yüzebiliyoruz hani! Baktım bir sıkıntısı var, anladım hemen gözlerinden, ne de olsa serde meslek var. İki kelam hoş beşten sonra;
“Hocam, dün akşam tv kanalların birinde dini konuları anlatan bir program izledim. Konulara hakim olduğunu tahmin ettiğim bir alim anlatıyordu, çünkü anlattıkları çok gerçekçi geldi. Ona göre hiç birimiz İslam dinini tam manasıyla bilmediğimiz için yanlış işler peşinden koşar olmuşuz.”
Bence de doğru söylemiştir; şartlar zorlandı, günlük yaşantılarımız ön plana girdi ve dinimizi menfaatlerimiz doğrultusunda uygular olduk. İstersiniz şöyle bir harmanlama yapalım, bakalım İslam dinin öğretisi nedir.
Yapılacak her işte Allah’ın payını bırakarak, haramdan kaçmak şartı ile içimizden gelen derin bir aşkla işimize sarılmamız gerekir, hiç ölmeyecekmişiz gibi.
Yer küresi üzerinde yaşadığı müddetçe insanoğlu, vazgeçemediği ihtiyaçları vardır hem elle tutulan hem de gözle görülen cinsten… Oysa gerçek ihtiyaç, yaratılışın gayesine erdikten sonra maneviyat deryasında gark olmak değil mi! Bilgi edinmek zor olmasa gerek, kolay sayılır faki için, iki okumak, bir de ezber, bilemedin beş anlatım ile oturur cemaat semasına. Ya sonra? Sonrası olmayacak mı bu işin, ey insanoğlu artık gerisini sen düşün? Bir ırmağı geçemezken ben fakir, kendimi varlık deryasında yüzerken bulmak olsa çare. O çare ki, önce İMAN yerleşmeli paslı yüreğe, bütün nebat ve de her yaratılmış kendi dilince zikrederek yaratanı anarken, dünyevi ihtiyaçlarımızı bize değerli kılan bu anlayış olmalıdır vesselam.
Sevdiklerimiz vardır; onlara karşı vicdanlı olabilmek, hani halk arasında; “vicdan terazisi asla yanıltmaz ”denir ya... Evde saçını süpürge eden eşimizi, sofrada aşımızı ve sığındığımız barkımızı her şeyden üstün tutmak, değer vermek ve de onlara karşı sadık kalmak dinin gereği değil mi?
Ön yargılarımız vardır vazgeçemediğimiz. Haydi, gelin ön yargılarımızı yok edelim ya da bir yanımızda gizli kalsın, insanlara kötü hislerle yaklaşmamız imanımızı zedelemez mi? İman dedik; günümüzde Müslüman olarak yaşayan her insan iman sahibi değildir elbette. İmanın özünde kayıtsız şartsız inanmak mevcuttur. İslam dini ilan edildiği günden bu yana mümin ile münafık arasında belirleyici bir özellik oldu. Dürüst davranmak, merhametle yüklü bir yürek taşımak, cesaretten taviz vermemek, sadakat göstermek, fedakar olmak, doğruluktan ayrılmamak, insanlık için vefa örneğini göstermek, hoşgörü ve bunların tümünü barındıran GÜZEL AHLAK imandan gelmez mi?
Habil ve Kabil ilk insanlardan iki öz kardeş, insan kanının döküldüğü ilk cinayet… İyi insan ve de kötü niyetli insan örneği kendiliğinden ortaya çıktı. Dinimiz yardımlaşmayı emrediyorsa, o halde bu yarışın içinde yerimizi sağlamlaştırmalıyız. İstemek… Allah her şeyi duyar elbet, bizleri de duyar, arzularımız için çok çalışmamız gerekir. İnsanlığa en büyük kötülük tembelliktir şüphesiz. Allah tembel kulunu sevmediği gibi ahmak olan insan da cennete giremez. Sadakalar ömrün bereketini uzatırken, hayırlı dualar önümüzde set gibi yükselir, kale gibi sağlam olur, bizleri kötülüklerden korur elbet.
Tarım alanlarında ürünler yetiştirir erbabı olan kimseler, sağlıklı beslesinler diye insanlar. O halde; okulda ya da orduda, camide veya evde, toplumun kaynaştığı her yerde insan yetiştirmek ürünlerin en değerlisi olmaz mı? Bilgilerimizi ve doğru bildiklerimizi kıskanmadan, çekememezlik gibi hatalara düşmeden paylaşmak, insan olarak asıl görevimiz olmalıdır. Allah’ın yarattığı en kutsal varlık insanlar olduğuna göre, diğer bütün canlı ve cansız varlıklar da değerlidir, tabiatı korumak, canlıları sevmek neden insanlardan uzak olsun? Vefalı davranışları da geliştirmeliyiz kuşkusuz.
Her işin ve her davranışın başı dürüst olmakla başlar. Hani “karıncanın su içtiği gibi” deyimi var ya, hani suyun üstü dümdüz çarşaf misali ya da ayna gibi net olmak. Yani dürüst olmak için sahip olduklarımız adına Allah’a dua etmek ve asla inkârcı olmamak gerekmez mi?
Kahve çardağının altında pullu çayı yudumlarken, yukarıda harmanladıklarımızı bir kez daha düşünmeden edemedim, kendimi aradım ve sordum;
“İslam dinini ne kadar tanıyorum ve ne kadarını yaşayabiliyorum?” İslam Dinini tanıyanlara, yaşayanlara ve yaşatmayı bilenlere ne mutlu…
21 EKİM 2020
Mehmet AKIN
YORUMLAR
'Kendimi Aradım' güzel bir başlık...
Bu, her anlamda, her ortamda ve hepimiz için sürekli olduğunda yanlışlar azalacak ve doğrular artacaktır diye düşünmek istiyorum.
Kaleminize sağlık Öğretmenim.
Saygılarımla....
Mehmet Burhan AKIN
Doğru bir tespit, her anlamda ve her ortamda doğruları bulup insan olarak yaşamak gerekir. İster ismi maneviyat olsun, ister medeniyet ne fark eder, insan her zaman değerli varlıktır. Önemli olan kişinin kendini bilmesidir.
Saygılarımla Efendim...
İlk ve değişmez görevimiz kulluktur. “Ben cinleri ve insânları ancak bana kulluk/ibâdet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 56) Kur’an’ın bildirdiği bu hakîkat hiçbir zaman değişmemiş ve değişmeyecektir.Tüm peygamberler kavimlerini kullara, sahte ilâhlara, tağutlara kulluktan, tek ve bir olan, eşi ve benzeri bulunmayan Allâh azze ve celle’ye kulluğa davet etmişlerdir. “Andolsun ki! Biz her ümmete tağuta kulluk etmekten kaçınıp Allâh’a ibâdet etmeleri için bir rasûl gönderdik…” (Nahl, 36)
Allah razı olsun insanı düşünmeye davet eden bir yazı kaleme almışsınız.
saygılarımla...
Mehmet Burhan AKIN
İnşallah kulluğumuzu unutmayacağız, bu ruh bu tende olduğu müddetçe de hak bildiğimiz yolda yürümeye devam edeceğiz.
Saygılarımı sunarım...