- 276 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kakofoni (Kısa Hikâye)
Havanın kapalı olduğu, yaprakların sararmaya başladığı bir sonbahar günüydü. İş yorgunluğundan soluğu kahvehanede aldım fakat iş yerinde kurtulamadığım bağırış ve çağırıştan burada da kurtulamıyorum. Necmi dayı ile Mülayim abi hararetli bir tartışma içerisinde… Yine klasik Fenerbahçe- Galatasaray muhabbeti… İkisi de birbirini dinlemiyor boğazları yırtılırcasına bağırıyorlar. Halbuki bir sakinleşseler belki birbirine hak verecekler. Artık dayanamayarak bu hararetli kör dövüşünden eve kaçıyorum. Hem işteki hem de kıraathanedeki münakaşalardan dolayı kafam zonkluyor. Eve geliyorum bu seferde annem ile babamın çağırışları… Babam anneme kıyafetinin yerini değiştirmesinden dolayı azarlar şekilde konuşuyor. Validem garibim bir şey söylemeye kalksa peder bey lafı ağzına tıkıyor halbuki babam anlama ve dinleme zahmetine katlansa kendisi de belki ikna olacak. En sonunda sinirinden kapıyı vurup çıkıyor. İşin tep müspet tarafı televizyon bana kalıyor. Bu sefer kanalları çevirirken tartışma programına denk geliyorum. Biri ceza hukukçusu diğeri güvenlik uzmanı iki otorite(!) aynı kahvehanedeki gibi birbirlerine bağırıp duruyorlar. Oysa ikisi de tartıştıkları konunun ehli değil, uzmanı olmadıkları bir mevzu için birbirilerine galebe çalmaya çalışıyorlar. Hem insanların lüzumsuz yere vakitlerini çalıyorlar hem de boş yere kendi egolarını tatmin etmeye çalışıyorlar. Nihayetinde televizyonu kapatıyorum. Cep telefonumdan “nevâ-kar” bestesini açıyorum. Bir yandan da düşünüyorum. Nedir bu tahammülsüzlük? Bu tahammülsüzlükten hiçbir yere kaçamayışımız… Ekranlarda gördüğümüz sokaktaki gerçekliğin bir yansımasından başka bir şey değil… Sırf televizyonda değil, hayatımızın her alanında bu kör dövüşü… Dursak, düşünsek karşımızdakinin en nihayetinde bir insan olduğunu hatırlasak ve kafa zonklatan kakofoniden bir kurtulsak…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.