- 556 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
596 – KUYRUĞUNU KOVALAYAN KEDİ
Onu BİLGE
“Nur Tanesi,
Zamanla unuturum belki seni. Yeni bir sayfa açarım belki. Şu anda kendimle savaşıyorum. Zaman getirdi seni bana, benden zaman aldı. Tekrar görebilmek için iple çektim o karşılaşma anını.
Ağlamak, kendine acımak demek, kısaca... Çözüm değil, biliyorum ama mani olamıyorum, sağanak halindeki yağmura. Yalnızlığa alışığım aslında ancak sensizliği kabul edemiyorum.
Daha önce de yoktun ama aramız iyiydi. Yanımda değildin, fakat seninle beraberdim her anımda. Sevgi ve hasret vardı, hiçbir kötü his yoktu içimde. Şimdi aklıma geldiğinde nefret ediyorum, sevgimi de bastıramıyorum. Başka şeyler düşünmeye çalışıyorum, başaramıyorum.
Pişman olacağım hiçbir şey yapmamaya gayret ettim hayatımda ama davetsiz gelip, ilkin yüreğime yerleştin sere serpe. Sonra kendi mülkün gibi yer ettin benliğimde. Keşke hiç tanımamış, hiç bilmemiş olsaydım seni. Engelleyemezdim ki bunu. Önceden bilmem imkânsızdı haliyle. Kimse bir an sonra ne olacağını bilemez, tahmin dahi edemez.
Şimdi nefret ediyorum aslında senden ama öyle bir yer etmişsin ki içimde, ne kadar gayret edersem edeyim, iliğime kemiğime sinen aşkını söküp çıkaramıyorum.
Değerinden fazla değer vermeseydim sana keşke. Kendimden fazla önemsemeseydim, düşünmeseydim, sevmeseydim, kol kanat germeseydim! Seni korumaya çalışırken kendimi es geçmeseydim, yedirmeseydim fuzuli yere sana. Bu kadar sevgiyi ve ilgiyi karıma göstermiş olsaydım, belki el üstünde tutardı beni. Bırakıp gitmezdi.
Yuvam da senin yüzünden yıkıldı. Muhabbetimizi gördü, kıskandı, samimiyetimize tahammül edemedi. Küçük oğlum da gazeteciliği, haberciliği hakkıyla yerine getirdi. Dükkânda olup biteni olduğu gibi ona götürdü. Karşılığında belki “Aferin!..” almıştır, belki yanında pasta, kek, poğaça falan… Yanlış programlandı bizim oğlan. Olan bana oldu, her defasındaki gibi. Aile bağlarının çarçabuk göründü dibi.
Kimse kendisinden daha çok başkasının sevilmesini istemez. Hele aile bireylerinden biriyse buna asla tahammül edemez! O da büyük oğlum da anneleri de sana yakınlığımı kıskandılar. Büyük, en önce çekti isyan bayrağını! Daha sen gelmeden, diğer gençlerle samimi bir şekilde konuşmaya başladığım zaman dükkâna uğramaz oldu. Küçük, kedi gibi sokuldu, ayaklarımın arasında dolaştı, sırnaştı, ben ona vakit ayıramadım. Hem geçim derdindeydim, hem de müşteri cezp etmek gayretinde.. Ne kadar çok kişiyi bağlayabilirsem kendime, kazancım o kadar artacaktı. Malum, ekonomik kriz de vardı. Küçük esnafın eli çok dardı. Kazancı geçimine zar zor yetecek kadardı.
Küçük oğlumun beni sevdiğini, benden yana olduğunu sanıyordum. Aslında dedektifliğe soyunmuş, anlayamamışım. Dükkânda genellikle ondan daha büyük çocuklar oluyordu. Zannedersem o, gençlere özendiği ve artık büyüdüğünü göstermek istediği için onlarla kaynaşmış. Ondan yanımdaymış.
Sonra sen geldin, nur tanesi! Necmettin’in bir tanesi! Ne gecede ayın nuru kaldı ne de en parlak yıldızların! Günüme güneş yerine senin varlığın doğdu her sabah, erkenden. Okula giderken de uğruyor, gün gibi ışıyordun, okuldan çıkınca da yanıma uğruyordun. Okul bitince müdavimim olmuştun.
Sabah ayrı hazırlıyordum kahvaltını, akşamüstü ayrı… Kuşun sütü oluyordu masanda. Bir gün çörek, bir gün börek… Poğaça, kek… Ne istersen, hazır buluyordun, mutlu oluyordun. Ayrıcalıklıydın, gözden kaçmıyordun. Diğerlerinden para alıyordum, senden alıyor gibi yapıyordum. Bazen baba oluyordum sana, babanın hiç olmadığı ve asla olamayacağı kadar, bazen arkadaş, hep dost ve çokça da sevgili… Diğer duygularım utandırmıyordu beni, onlarla gurur duyuyordum da aşk, oyunu bozuyor, yüzünü yerlere geçiriyordu.
Kendime dahi itiraf edemediğim, fark ettiğimde geçiştirmeye çalıştığım, fakat çoğaldığında içinde boğulduğum o yoğun duygu, dışarıdan ayna gibi görünüyordu, eminim. Film gibi vuruyordu, dükkânın çivit karıştırılmış beyaz badanalı duvarlarına. Parklar bahçeler de biliyordu sırrımı. Yollar, sokaklar… Limonlar, turunçlar, portakallar dallarda… Hurmalar, palmiyeler, serviler, çamlar… Taşlar topraklar, banklar biliyordu. Ben bilmek istemiyordum, utanıyordum aşksı duygularımdan.
Aşk ki yerküredeki en güzel, en paha biçilmez duyguydu. Hayatın anlamıydı. İnsanın en büyük mutluluğuydu. Bunu iliğim, kemiğim duyuyordu, ben yok saymaya çalışıyordum. Bastırmaya çalışıyordum, babalıkla, arkadaşlıkla, dostlukla ama o hep batmaz taş gibi üste çıkıyor, herkese görünüyordu. Hacıyatmaz gibi baş kaldırıyordu. Öylesine isyankâr, fütursuz!
Aşk, utanılacak bir duygu muydu’ Her şey gibi yerinde, zamanında ise hayır! Dengi dengineyse, evet! “Davul bile…” deniyordu, halk arasında. Ondan dar geliyordu aşkın gömleği bana. Ondan dertliydim aşktan yana. Bugün bu duruma gelmemin tek sebebi budur!
İt gibi çalıştım, canımı dişime taktım, uğraştım, başardım ya da başaramadım bir şeyleri, hayatta çok çektim ama en çok aşktan çektim! Bu aşk denen musibet bir bana göstermedi cennet misali yüzünü. Bende hep cehennem azabı oldu.
Yaşım elliyi aştı. Giderayak bir talih kuşu kondu başıma madem, ucundan bucağından istifade edeyim dedim, ne gezer! Kıyısından kenarından bile geçemedim ne yazık ki! Yüzüme gözüme bulaştırdım, kurulu düzenimi de ters yüz ettim.
Bütün bunları sırdaşıma, tek arkadaşıma anlattığımda: “Aklını başına devşir, Necmettin Kardeşim! Bu gidişat hiç de makbul değil! Azrail ensemizde, sen macera derdindesin! Dünyadan geçmeden sıratı geçemezsin! Daha ayıkmayacak mısın? Daha ne kadar kuyruğunu kovalayan kedi gibi dönüp duracaksın kendi etrafında? Silkin de kendine gel!.. Dost acı söyler. Bana kızma!” dedi.
Ben utana sıkıla senin etrafında döndüğümü sanıyordum. Doğru söyledi Kaptan. Ben kendi etrafında dönen şaşkının biriyim. Yerinde sayan aptalın teki… Vay bana vaylar bana! Anladım ne olduğumu, ne yapmakta olduğumu ama ne yapacağımı bilmiyorum. Kırk yıllık Yani… Gani mi olacak yani?
“Zararın neresinden dönülse kârdır. “Can çıkar, huy çıkmaz!” derlerse de inanma! Nefis eğitilebilir, ruh tekâmül edebilir. Herkes anasından eren evliya olarak doğmadı ya! Hangi yolu seçersen Allah sana o yolu kolaylaştırır. Kimin doğru yolu isteyeceğini ya da istemeyeceğini sadece Allah bilir. Peygamber bile bilemez. Kim doğru yola ulaşmak isterse Allah onu o yola sevk eder. O yolda sona kadar yürümek isteyene de yardım eder. Yeter ki sen iste!” dedi, sakin sakin.
“Nasıl isteyeceğim? Bana yol göster!” dedim.
“Geçmişinin üstüne bir çizgi çizerek… Silerek, kazıyarak yok edilse daha iyi… Bu da tövbeyle olur. Samimi bir şekilde huzuruna geleni eli boş göndermez O! Tövbe, bütün günahları sıfırlatır. Tövbe ilk basamaktır. Onsan sonra diğer basamaklar gelir. Böylece yükselirsin.”
“Kendimde o gücü bulamıyorum, Kaptan. O zaman bana yardım et. Beni bana bırakma! Lütfen…”
“Dediğimi yapacak mısın, Necmettin?”
“Kendimden kurtulmak istiyorum Kaptan. Kendimden nefret etmeye başladım. Bu ben beni yordu, mahvetti! Beni yönlendir. Beni kurtar!”
“O zaman evine git. Bir boy abdesti al, itinayla. Sonra tertemiz giyin gel, akşam namazına beraber gidelim!”
“Ben doğru dürüst namaz kılmayı bilmiyorum ki!”
“Olsun! Tövbe edecek ve Allah’ın huzuruna çıkacaksın. İmama uyacak, o ne yaparsa aynısını yapacaksın. O kadar kolaylık sağlamış ki! Öyle öyle öğreneceksin namazı niyazı. Tadını aldın mı bir daha bırakamayacaksın!”
Kabul etmekten başka çarem yoktu. İçim, içimi sıkıyordu. Daralıyordum! Ölecek raddedeydim. İntiharın eşiğinde… Kalkıp evime gittim. Dediği gibi bir abdest aldım, verdiği Namaz Hocası kitabına baka baka. Ondan sonra da biraz ferahladım. Çıktım, tertemiz hissetmeye çalışarak kendimi. Giydim yeni yıkanmış çamaşırlarımı, yedek pantolonumu, gömleğimi... Attım ceketimi omzuma, arkasına basılmış ayakkabılarımı geçirdim ayağıma, yola koyuldum.
Pencerenin önünde, her zamanki yerinde bekliyordu beni. Görünce gerçekten yürekten sevindi. Hemen yerinden kalktı, yanıma geldi.
“Haydi! Paşa Camiine gidiyoruz! Paşa’ma orası yakışır!” diye sırtımı sıvazlayıp koluma girdi.
“Kendimi, babasıyla okula yeni yazılmaya giden altı yaşındaki bir çocuk gibi hissediyorum, Kaptan.” diye masum masum gülümsedim. Huzura gidiyordum huzurla. Huzura gark olmak amacıyla…
“Tövbe edeceksin orada, Necmettin. Nasuh tövbesiyle nedametle…”
“Ne dedin, nedamet mi? O de ne demek? Anlayamadım.”
“Nedamet… Nedamet, nadim olmak demektir. Pişmanlıktır. Pişmanlık, tövbedir! Şimdi nasuh tövbesinin ne demek olduğunu da soracaksın. Kesin dönüş yapmak, o günahlara bir daha asla dönmemek demektir. Tövbe de aslında aynı şeydir. Kesinlikle kararlı olmayı gerektirir, kabulü. Fakat nedense hakkı tam manasıyla verilmez. Belki onun için, tövbenin gerçek manasının vurgulanması için Nasuh Tövbesi diye bir türü de varmış gibi gösterilmiş. Tövbenin asıl anlamıdır o! İkisi de af dilemek, söz vermek demektir. Mümin olan, verdiği sözden dönmez!”
“Kesinlikle geriye bakmayacağım! İçkiyi nasıl bıraktıysam, dünyayı da öyle bırakacağım. Kendimi çalışmaya ve ibadete vereceğim. Geçmişim aklıma geldiğinde tövbemi hatırlayacağım. Burada sana söz veriyorum. Camide Allah’a söz vereceğim.”
Hayatımın en güzel yolunda, en güzel arkadaşla yürüdüm. Yolum, doğru yoldu. “Sırat-ı Müstakîm” diyordu Kaptan ona. Yolumun sonunda Paşa Camii vardı. Üç dakika sonra oradaydık. Euzü Besmele ile, sağ ayağımızla, tebessümle girdik o tarihi binaya. Girer girmez ruhani bir havayı teneffüs etmeye başladım. Bu sağ adım, ilk adımdı benim için.
İlk adım, tövbeydi. İkinci adım namaz…
Kuyruğunu Kovalayan Kedi”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 596
YORUMLAR
Allah cümlemize o adımı atmayı nasip etsin yoksa bilmem kaç yıllık ömür bize düşman olur sermaye olmaz.
Yazınızı okurken hep aklımdan şu söz geçti.
İnsanın son nefesi öncesine perdedir. Ve Aşk o yoğun ateş muhatabını ya kul yada Kül eden Aşk. Aşk aşık olmayana bela aşık olabilene şifadır.Yaş mı yaşayanın yaşı yok yaşayacakları vardır. Son nefes önceki milyonlarca nefese şifada olabilir onları yokta edebilir. Aşk sız olmaz. Aşk taşın camı kırması suyun ıslatması gibidir.O değdiğinin değerini çıkarın kıylukalin içinden.
Ne diyeyim Allah razı olsun yazının hemen her yerinde ben vardım. biraz mahir olsam bu yazıyı ben yazardım inanın.
Onur BİLGE
Hikayeye yakışır bir başlık olmuş. 'Kırk yıllık yani....' de olabilirmiş. Bazen bir aracı gerekiyor gerçekten kendimizi temizlemek için. Buna güzel bir örnek. Bazılarımız diğerleri kadar güçlü olamayabiliyor. Sonunda öyle yada böyle doğruyu farkeden kahramanımız için sevindim. Hayattan bir kıssa olmuş. Zaten samimi olarak günahından tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir derler. Yaradanın en sevdiği kulları da onlardır. Hikaye güzel, anlatım derin ve itina ile hazırlanmış. Emeğinize sağlık.
Tebrikler.