Bir Acı Öykü
“İnsan anne, baba ve kardeşleriyle savaşır mı? Bu dünya eğer bu noktaya bizleri getirmişse, zaten kıyamet kopmuştur dünyada! Koronanın insanlara müptela olması boşuna değil… Bundan ders çıkaranlara ve hayatını değiştirenlere ne mutlu. Aşkı, ilahi bir zeminde arayanlara bu öykümü adıyorum…”
Mahir, sabun ürettiği fabrikası iflas etmiş, parasız pulsuz ortada kalmış ve kirada ailesi ile yaşamak zorundaydı artık. Yetmişli yılların yokluğu ve çaresizliği onunda boynunu bükmüştü. Bir akrabasının fabrikasında Muğla’da muhasebecilik yapmaya başlamıştı. Ailesi Eskişehir’de ve köyden de yeni gelmişlerdi. Hem çocuklarının geleceği ve hem de para biriktirip yeni iş kurma hayali ile tek başına Muğla’da yaşamaya başlamıştı.
Aradan iki sene geçmişti ki, küçük bir sabun üretme atölyesi kurmuş, durumu iyiye gitmeye başlamıştı. Küçük bir ev satın almış ve hayatları tekrar düzene girmişti. İflas ettiği için paraya olan düşkünlüğü had safhada idi. Çocuklarının eğitim masrafları bile homurdanmasına yetiyordu.
Büyük bir kızı ve iki erkek evladı vardı. Okul tatil oldu mu, iki erkek çocuğunu sabun atölyesinde çalıştırıyor ve tatilde bile nefes almalarına izin vermiyordu. Yazın sabun atölyesi, kışın okul böylece yıllar geçiyordu.
Büyük kızı okuyamamış, çeşitli hastalıklar geçirmesi yüzünden evlilik düşünmemiş, zaten annesi de evlenmesini dertleri yüzünden uygun görmemişti. Mahir kızını köyden biriyle evlendirmek istemiş, evde çok kavgalar olmuş ancak, bu da olmamıştı. El sanatı öğrenmiş ve şehir merkezinde bir dükkanda çalışmaya başlamıştı. Bu andan itibaren hayatı sırlara bürünmüş, içinde ve dışında ne yaşamışsa erkek kardeşleri bilmemiş… Kopmuşlardı birbirlerinden. Artık bir ablaydı yalnızca onlar için işte.
Erkek çocuklar üniversiteyi kazanmış, parasızlığa rağmen mezun olmayı başarmışlar ve işlere girmişlerdi. Büyük çocuk, askerliğini yedek subay olarak yapmış, aldığı subay maaşını biriktirmiş, hani evlenirse babasının eline bakmamak istemiş. Ancak, baba işleri genişletmek istemiş ve annesinin baskıları ile bu birikimlerini ona sormadan babasına sermaye olsun diye vermiş.
Askerlik bittiğinde işe girmiş ve evlenmek istemiş. Konuyu ailesine açtığında daha önce de tahmin ettiği gibi babasını param yok ne halin var dercesine bir yaklaşımı ile karşılaşmış ve sıkıntılı günleri başlamıştı. Nihayet onları buna ikna etmiş, baba her yerden borç para alarak evlenme işini gerçekleştirmişti. Evlendiğinde toplanan paraları elinden almış, aldığı borçları kendisinin ödemesini istemiş. eve satın alınan her şey takside bağlanmış ve senetleri üzerine yıkılmıştı. Baba evlendirmiş gibi gözüküyordu dışarıdan bakana maalesef.
Çocuk tüm borçları öderken, bir de annesinin ameliyat geçirip yatağa düşmesi, yurt dışına gitme hayallerini yıkmış ve onun iyi olması için elinden geleni yapmıştı. İşe gidip geliyor ve eşide anne ve ablasının yanında akşam ediyordu. Annesi çok ilaç kullanıyor ve ablasının dediğine göre hepsi yurt dışından geldiği için maaşını beşte birini ona her ay veriyordu. Bu sefaletle dolu üç yıl geçmişti. Bir gün bu ilaçları ben alayım diye eczaneye gittiğinde, ilaçların yurt dışından gelmediğini öğrenmiş, bu sefalet içindeyken neden bu yalanı uydurduğunun hesabını ablasına sormuştu. Artık bu saatten sonra, para vermemeye başlamış, birikim olması için araba satın almış, başka semtten kiralık bir eve taşınmış ve ailesinden uzaklaşmıştı. Anne ve ablasının kendisinden ilaç parası alırken babalarına kendisinin onlara yardım etmediği yalanını uydurarak babasından ayrıca para aldıklarını da öğrenmişti. Böylece babasıyla da arası açılmıştı. Babası başka bir şehirde işlerini büyütmeye çalışıyor ve erkek kardeşi ile çalışıyordu.
Artık biriktirdiği parasıyla ve sattığı arabasıyla ev satın almış. kira vermekten de kurtulmuştu. Ancak çocukları olmuyor ve bu da onları hayli üzüyordu. Eşiyle arasında bir soğukluk vardı. Sonradan öğrendi ki, annesi onlara büyü yaptırmış, araları soğusun diye de niyetlenmişti. Büyüden kurtulmak için elinden geleni yapıyor. Annesini kendisine layık gördüğü bu duruma inanamıyordu. Anneye ve babaya öf demeyin ayeti ile, bedduasını da almak istemiyordu. Artık annesinin niyeti yüzünden evine gelmesini de istemiyordu. Adeta onlarla savaşıyor, bir yandan 28 Şubat sıkıntıları diğer yandan annesinin yaptıkları ile ağır bir sınavdan geçiyordu. Erkek kardeşi bile evlendiğinde babasının ona torpil geçtiğine inanıyor ve kendisine onun kadar yardım yapılmadığını haykırıyordu. Bu yüzden araları da açılmıştı bile…
En sonunda annesi ölmüş… Baba ve abla birlikte yaşamaya başlamışlardı. Ablaya ne kadar yaklaşmak istese, iyi niyetle her defasında pişman olduğu olayları görüyor, Ya Sabır diyerek iyi bir sonuç alacağı iyi niyetiyle yeniden ona yaklaşıyordu. En sonunda tartıştıkları bir sırada intihar etme yalanıyla evden çıkması bardağı taşıran son damla oluyordu. İntihar ihbarı yapıldığı için karakola geldiklerinde, polisler psikolojik hasta olduğunu hemen anlamışlar ve tedavi görmesi gerektiğini vurgulamışlardı. Ancak kendisi hasta olmadığına etrafınına inandırıyor ve çeşitli hamleleri ile mağdur rölüne devam ediyordu. Yıllarca Ya Sabır diyen çocuk, artık ablasının ve erkek kardeşinin onun kardeşi olmadığına inanmış ve onlarla olan ilişkisini kesmişti…
Aynı kan kardeşliği de olsa, kendisinin kardeşi olmayacağına inandırmışlardı. Ancak etkin bir gençliğini ve ömrünü elinden alarak. Son noktada sadece kendi ailesi vardı yanında. … Yoktu inandığı ve güvendiği anne, baba ve kardeşleri!
Saffet Kuramaz