- 575 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İmza adalet
Sabah uyandığımda deselerdi ki, dünyayı uzaylılar istila etmiş, inanırdım, ama seni yanımda görememek hiç aklıma gelmezdi. Uyandım, sen yoktun, notun vardı yastığının üzerinde. Bir süre okuyup okumama arasında tereddütte kaldım, hazır mıydım kendimle yüzleşmeye? Notu okuyup kendime geldiğimde apartman kapısından çıkıyordum, üzerimde uzun süredir giymediğim cübbem vardı. Bu durum apartman görevlisinin dikkatini çekmiş olmalı ki, neyim olduğunu sordu. “Adalet’i arıyorum” dedim, “bir not bırakmış gitmiş.” Ben sormadan, “sabah erken saatlerde gördüm”, dedi ve ekledi: “Garip bir kıyafet vardı üzerinde, hani şu filmlerde olur ya, büyük evlerde hizmetçilerin giyindiği kıyafetler, işte öyle bir şey giyinmişti. Bir araba yanaştı kapıya, içinden iri yarı biri indi. Arabanın kapısını açtı, Adalet Hanım bindi ve gittiler.” Ne tarafa gittiler, dediğimde, o kadarını görmediğini söyledi.
Hangi yöne gitmem gerektiğini bilmeden şuursuzca adımlıyorken bu kentin sokaklarını, aklım, hala yazdığın nottaydı. Sahi ne demek istemiştin:
“Salih, yokluğuma öyle sıkı sıkıya sarılıyordun ki, uyandırmaya kıyamadım.
İmza
Adalet”
Sahi ne demek istemiştin, Adalet?
Notu tekrar cebime koymak için duraksadığımda, ayaklarımın dibinde kutu olduğunu fark ettim. Şaşkınlıkla etrafıma bakındım. Öyle ya, gündüz vakti kim neden bıraksındı bir kutuyu sokak ortasına? Kutuyu yerden almak için eğildiğimde, karşı kaldırımda duran bir genç kızla göz göze geldim. Kız, on beş, bilemedin on altı yaşlarında olmalıydı. Bakışları korkak, zayıf bu kızcağızın elinde taşıyamayacağından ağır bir bohça vardı. Göz göze geldiğimiz an, elindeki bohçayı bir ayıbı örter gibi kaldırıma bıraktı. Bohçanın içerisinden çıkardığı bir bez bebeği bohçanın üstüne koyarak gözden kayboldu.
Kızın gidişini izledikten sonra kutuyu almak üzere elimi uzattığımda üzerinde bir not olduğunu fark ediyorum. Ne garip bir gündü, bir günde bulduğum ikinci nottu bu… Notta, kutuyu bulan kişinin bu kutuyu yazılan adrese teslim etmesi rica ediliyordu. Önce birileri şaka yapıyordur diye düşündüm, sonra ayaklarımın istemsizce adresin yazdığı yöne doğru hızlı hızlı yürüdüğümü fark ettim. Soluklanmak için kaldırımın kenarına oturduğumda bez bebeği de yanıma aldığımı fark ederek, sarsıldım.
Kutu, bez bebek ve seni bulamamanın korkusuyla ne yapacağımı bilemez bir halde sol yanımda kalan denizi izlerken, yan bankta oturan kadının ağlamaklı sesiyle irkildim. “Beni vuracak” diyor kadın, “uzaklaştırma kararı bitti!” Hızlı adımlarla birinin kendisine yaklaştığını fark edince kadın susuyor. Adam bir hışım kadının saçlarından tutarken, “benden kaçabileceğini mi sandın o...” diye haykırmaya başlıyor. “O, seni koruyacaklarını sandıklarına da çok güvenme!” derken kadının bileğinden tutup zorla götürmeye yelteniyor. Karşı bankta oturan yaşlı bir adamın araya girip, “yapma yavrum ayıptır, günahtır” dediğini duyunca, adam cebinden çıkardığı silahı yaşlı adama doğrultuyor. Kadın, bu karışıklıktan istifade edip koşmaya başladığı sırada oradan uzaklaşıyorum ben de, evet, o kadın o gün şanslıydı, ya sonra...
Bir elimde kutu, diğerinde bez bebek parkı bırakıp İki farklı semtin sınırlarının kesiştiği araç trafiğinin yoğun olduğu caddede yürümeye başlıyorum. Akşamüzeri olduğundan işportacılar avazları çıktığınca bağırıyorlar, bir yandan da gelen giden var mı diye etrafı kesiyorlardı. İşin ucunda tezgâhı kaptırmak da var tabi, etrafı süzmeleri biraz da ondan! Tezgâhlara yaklaşıp tek tek resmini gösteriyorum, ancak ne gören var ne işiten! Tezgâhtarlardan birinin, “Yine de siz en iyisi Beyefendi’yi bulun, bilse bilse Beyefendi bilir!” sözleriyle telaşlanıyorum. Nerede bulurum bu beyefendiyi, diye sorduğumda dönen kapılı bir yer tarif ediyor. Uzaklaştığım sırada sokağın ilerisinde bir gencin görevlilerle tartıştığı dikkatimi çekiyor. Yanlarına yaklaştığımda araba çarpmış yaralı bir kedinin çığlıklarına karışan tartışmalar duyuyorum.
Kediye yardım etmek için elini uzattığında çığlıklarını arttıran kediden çekinen genç adam telaşla, “Ağabey buraya kadar geldiniz, neden almıyorsunuz kediyi oradan?” diye haykırıyor, görevliler de kararlı bir ses tonuyla, alamayız diyorlardı. Genç adam çaresizlikle neden olduğunu sorduğunda, görevlinin “Bizim ilçe sınırlarında değil kedi, olsa alırdık.” sözleri üzerine iyice çıldırıyor. “Gözlerimle gördüm, sizin taraftan bu tarafa geliyordu, adımını attığı anda sizin o taraftan gelen bir araba ayaklarının üzerinden geçti, araba da kedi de sizin taraftan geldi sayılır, lütfen yardım edin, hem her canlının yaşam hakkı kutsal değil midir?” sözleriyle çaresizce yardım istiyordu. Ancak çaresizliği görevlilerin oradan uzaklaşmasını engelleyemedi, görevlilerle birlikte ben de çaresizlikle oradan uzaklaşırken, kedinin bakışlarını yanıma aldığımı fark ettim.
Tanık olduklarım seni arama telaşına eklenince gücüm tükenmişti adeta, yaşadıklarımı, kenti, kendimi anlama ihtiyacıyla gözüme çarpan yüksek bir inşaatın tepesine çıkmaya karar verdim. Bulduğum tuğlanın üzerine çaresizce yığılıp gözlerimi kapadığım an, göz göze geliyoruz. Gözbebeklerine yansıyanları izlemeye başlıyorum. Bulunduğun yer bir eve benziyor, ama tam da ev değil sanki. Sesler birbirine karışıyor. Gözlerine dalmış, sessizce izliyorum olup biteni. Mutfaktasın, bir şeyler pişiriyorsun, ama yemek değil pişirdiğin. Banyoda biri oturuyor küvetin içerisinde. Küvetin suyu bulanık, oturan adamın elinde bir dosya bulunuyor. Sesleniyor sana, “şu twitter’ın altını kısıp geliyorum,” diyorsun. Yanına gittiğinde elindeki dosyayı salondaki hanımefendiye götürmen için sana uzatıyor.
Salondaki hanımefendi o sırada televizyonda belgesel izliyor. Belgeselde bir bufalo sürüsü görüyor, sürüdekiler aslan tarafından yenilmek üzere olan arkadaşlarını kurtarmaya çalışıyorlar. Bu sırada sen dosyayı hanımefendiye uzatıyorsun, hanımefendi dosyayı bir süre inceliyor. Eliyle işaret ettiğinde kapının yanında duran iri yarı birisi gelip hanımefendinin önünde eğiliyor. Hanımefendi bir şeyler söylüyor kulağına. Adam dosyayı alıp uzaklaşıyor.
İnşaatın alt katından gelen seslerle uyandığımda gördüklerinin rüya olduğunu anlıyorum, gözlerini kaybettiğim için üzülüyorum. İşçiler öğle yemeği için hazırlık yapıyorlar. Aralarından biri yemek işiyle ilgilenmiyor, dalgın gözlerle uzaklara bakıyor. Yanına gelen arkadaşı neyi olduğunu soruyor. Kırgın bir sesle, “Abi, bizim oğlan benden bir forma istedi. Sordum, soruşturdum. Şu aşağıdaki dönen kapılı yerde satılıyor dediler, gittim almak için. Kapıdan içeri almadılar beni” diye anlatmaya başladığını duyuyorum. Arkadaşı hayretle, “Nasıl almazlar?” diye soruyor. Arkadaşı kıyafetlerini gösterince, “vay şerefsiz” diye çıkışıyor. “Yok”, diyor içeri alınmayan, “adamın suçu ne, o da bizim gibi ekmek gayesinde. O değil de biz bu ellerle yükseltelim binaları bizi içeri almasınlar, bu bana çok koyuyor!” dediğini duyduğumda merdivenlerden iniyorum. Benim aradığım dönen kapılı yer burası olmalı, diye düşünerek yürürken, birden bir gürültüyle irkiliyorum, yukarıda yemek hazırlamaya çalışan işçilerden birinin cansız bedeni yerde yatıyor!
Daha bir hızlı yürüyorum dönen kapılı yere ulaşmak için. Oraya vardığımda, üzerinde beyaz önlük bulunan bir adamın etraftakilere seslendiğini duyarak, duraklıyorum. “Düşünmeyin, hadi girin içeri, birer birer değil, dönen kapılı, güvenlikli, havalandırmalı yarı açık cezaevlerine yüzer yüzer koşun girin! Sizden neyi tüketmenizi istiyorlarsa onu almaya koşun! Aynaya lüzum yok, bir birimizin yüzünüze bakın anlarsınız! Ne farkınız var bir birinizden, aynı renk saç modeli, aynı biçim ayakkabılar, çantalar… Yürüyüşünüz dahi aynı, ama bakışlarınızdaki boşluk farklı, ne tuhaf! Yanımdan geçerken sakın düşünmeyin, düşünmek tehlikeli ve yasak bu şehirde!” Adam ne haklı, diye düşünerek ilerliyorum, adamın sesi hala kulaklarımda çınlarken döner kapıdan içeri giriyorum. İçerisinin satranç tahtası gibi ikiye bölündüğünü görüyorum. Bir tarafında türlü ülke bayraklarının asılı olduğu bir bölme var, öteki taraftaki bölmede ise elleri arkadan bağlı yaşlı bir kadının bir sandalyeye oturtulduğunu, iki genç adamın da birbiriyle kavga ettiklerini görüyorum.
Bugün tanık olduğum hiçbir olaya müdahale etmeyen ben, birden koşup kadının ellerini çözüyorum. Kadın ayağı kalkıp başörtüsünü yere atıyor. Gençler duruyor, kadın ikisine de okkalı birer tokat atıyor. Birden az önce rüyamda gördüğüm o iri yarı adam geliyor, elinde yine o mavi dosya. Etrafımı çeviriyorlar, biri gözlerimi bağlıyor. Labirenti andıran bir koridordan geçip, küvetteki beyefendinin yanına çıkartıyorlar beni.
Demek, tezgâhtar doğru bilmiş diye düşünürken, “Duyduk ki adaleti arıyormuşsun” diyen bir sesle irkiliyorum. Gözlerimi açtıkları sırada, “Evet” diyorum, adaleti arıyorum! Adaleti bulduğumda ne yapacağımı soruyor. Bir şey söylemeden yatağımdaki boşluğunu, bıraktığın notu, sokaktaki kutuyu, bez bebeği, kocasından kaçan kadının korkan gözlerini, yaralı kedinin, aslanın elinden kurtarılan bufalonun korkulu çığlıklarını, işçinin alamadığı formayı, yere düşen işçinin ölüm sessizliğini küvete bırakıyorum.
Beyefendi, küvete bıraktıklarıma bakarken beni misafir odası dedikleri odaya götürmeleri için adamlarına işaret ediyor. Sonra sen giriyorsun içeriye, “Adalet, burada ne işin var?” diye soruyorum o güzel gözlerini ararken. “Küvette bıraktıklarının seslerini duyuyor, el ele verdiklerini gördüğümüzde bitecek bu kabus” derken gözlerimden öpüyorsun, uyanıyorum.
Gözlerimi açtığımda yataktayız, yanımdasın! Sana sarılırken, dupduru bir suyla dolu küvete doğru ilerliyoruz, adaletin masmavi renginde buluşuyor gözlerimiz.
YORUMLAR
Muhteşem!..Adaleti hiç bu kadar merak etmemiştim inanın.Çünkü bu dünyada uğradığım limanda,sahilde, caddede, parkta, yolda ilanihaye hiç bir yerde rastlamamıştım.Siz yine bulmuşsunuz bir rüyanın sonucu uyanarak ne mutlu size :) .Saygıyla..Adaletin tecelli etmesi dileği ile.