- 379 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ÜÇ İSTANBUL ÜZERİNE
Üç İstanbul için, kısaca, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışının romanı diyebiliriz. 19.yüzyılın başlarında ülkeye iyice nüfuz etmeye başlayan Batı, önce bu geniş pazarı ucuz fabrika mallarıyla doldurmuş, sonra sermaye ihracına başlamıştır. Kapitalist Batı karşısında, sanayide el tezgahları ve küçük atölyelerle, tarımda kara sapanla tutunmaya çalışan imparatorluğun yıkılması kaçınılmaz bir zorunluluktu. Ülke yavaş yavaş bir yarı sömürge durumuna gelmişti. Abdülhamid, içi ve dış baskılar karşısında saltanatını korumak ve sürdürmek için baskıyı artırdıkça artırmıştı. Halkın en küçük direnmesi, aydınların özgürlükten yana tutumları şiddetle bastırılıyordu. 1908 hareketi mutlakiyeti yıkmış, özgürlük döneminin geldiğini ilan etmiştir. Basın özgürlüğü, toplantı özgürlüğü,fikir özgürlüğü vatandaşların tabii hakları sayılmıştır. Ne var ki İttihat ve Terakki, memleketin kurtuluşunu, memleketi bu duruma getiren batı emperyalizminin yardımında aramıştır. O yıllarda en sevindirici haber-şimdi olduğu gibi- ağır faizler ve büyük tavizler karşılığı alınmış bir dış borçtu. Birtakım insanlar kolayca vurgunlar yapıp zengin oluyorlardı, ama üretim artmıyordu. Ekonomik kalkınma gerçekleşmiyordu. Özgürlük söylevlerine rağmen halkın sefaleti , geriliği olduğu gibi sürüp gidiyordu. Derken, 31 Mart..Abdülhamit tahttan indirilir, yerine Sultan Reşat getirilir. 31 Mart özgürlükleri kısıtlamak için iyi bir bahane olur. Baskı tedbirleri şiddetlendirilir. İşçi hareketlerine, sendikalara karşı terör başlar. İktidar basın, toplantı, fikir özgürlüğü diye bir şey-sözde de osa- yoktur. 1918’e kladar İttihat ve Terakki’nin mutlak egemenliği sürer. Ve Alman militarizminin kucağına düşen İmparatorluk, devrini tamamlayarak yıkılır.
Temelde böylesine hızlı bir çöküş olunca bunun toplumun yüzeyine yansıması ancak bir ahlak çürüyüşü, bir yozlaşma olabilir. İşte Mithat Cemal,temeldeki oluşumu gereğince değerlendiremediği için,gözlerini toplumun yüzeyine vuran kokuşmaya dikmiştir. Ne var ki zaman zaman çok ilginç gözlemlerini okuruz. Mesela emperyalizmin Osmanlı İmparatorluğunu ne duruma getirdiğini iki üç cümlede özetleyiverer: ’’İstanbul’da üç şapka vardır. Çamlıca tepesinden evvel bu üç şapka görülür. Rejideki Ramber’in, düyunu umumiyedeki Berjenin , şimendiferci Hügnen’in kafasaında duran üç serpuş ! Bu üç şapka, bu üç kafadan bazan kaldırıma iner, bazan bulutlara fırlar; şimdiiki elde bir topaç olur, döner. Şimdi iki çatık kaş üstünde bir umacı olur, durur. Osmanlı İmparatorluğu denen uşak odasını bu üç şapka idare eder. Adnan’a ’’Memleketin zaten neresi benim? Ereğli’de kömür Fransız ’ Haydarpaşa’da demir Alman! Yalnız Yemen’de dökülen kan Türk’’ dedirtir. Tanzimattan bu yana ’’yenilik’’ denen şeye ’’ahali’’ nin niçin karşı olduğu üzerinde durmaz; bu dömemin ekonomik-politik- sosyal gerçekliğini gereğince bilmediği için, ’’yobazlık’’, gibi, ’’taassup’’ gibi yüzeyde kalan yorumlarla yetinir. Bölük pörçük gözlemlerden öteye geçmez, tutarlı bir dünya görüşüne ulaşamaz.
Bu arada, aydınların bir gece toplanıp gizlice kitap okudukları ’’Korkunç Komiteciler’’ başlıklı bölüm, Abdülhamit devrinin baskısını, aydınların pisikolojik durumlarını çok güzel verir. ’’Sarıkamış’’ başlıklı bölüm bize 90 bin ölüye mal olan bir bozgunu, Enver Paşa’nın kişiliğini çok iyi çizer. Ama Mithat Cemal, toplumun yalnız çürüyen yanını görmekte direnir. Bütün bir dönemi anlatmak istemesine rağmen , 1908 hareketinden hemen sonra memleketin her tarafında girişilen grev hareketlerinin , işçi-polis, işçi-jandarma çatışmalarının hiç sözünü etmez. Yabancı sermayeye kızar, ama yabancı sermayenin dayatmasıyla işçi hareketlerini bastıran Meşrutiyet hükümetinin bu davranışından sanki habersizdir. Emekçi halk yoktur onda, olsa olsa ’’fakir insanlar’’, acınacak insanlar vardır. Mithat Cemal, çürüyen toplumun içinde serpilip gelişmekte olanı göremez.
İnsan gerçeğine de, toplum gerçeğine de çok kişisel, çok keyfine göre bir açıdan bakan, yanlış değerlendirmeler yapan Mithat Cemal’e rağmen, Üç İstanbul, insan gerçeğini de toplum gerçeğini de başarılı bir biçimde yansıtır. Temeldeki sebeplere inmeyişi, gerçeklere bilimsel bilgiyle beslenen bir görüş açısından yaklaşamayışı pek o kadar önemli görünmez. Önemli olan, Mithat Cemal’in görgü tanıklığıdır;bildiklerini anlatmasıdır. Roman, Mithat Cemal’e rağmen başarılıdır;onun o çok önem verdiği süslü ifadeler olmasaydı belki daha da başarılı olacaktı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.