- 276 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sabırsız hak da yarımdır
Elhamdülillah. Asr sûresinden alınacak çok ders var. Bazılarını daha önce almaya çalıştım. (Seninle de kalemim döndüğünce paylaştım.) Fakat bu bereketten hissemiz henüz kesilmemiş ki bir tanesi daha geçenlerde gözüme parladı. İcmali şudur: Yalnızca hakkı istemek insanı doğru yapmaz. Ya? Asr sûresindeki birliktelikle düşünmek gerekir. Yani ’hakkı’ ve ’sabrı’ beraber gözetmek gerekir. Çünkü hak bu dünyanın sınırlılığında tam anlamıyla hükümferma ol(a)maz. Hem her hak beklentisinin yaklaştıkça uzaklaşılan daha üstü de vardır. Bugün ’bir’i hakkı olarak gören yarın ’ikinci’yi de hakkı olarak görmeye başlar. Bastığı her yeni eşikten minarenin daha yukarısına gözünü diker. Bu şekilde düşünülünce âyân olur ki: Barışık bir hayat isteniyorsa sabır her şekilde hakka katık olmalıdır. Çünkü kemalinin lazımıdır. Evet. Sahiden. Öyledir. Hakkı isteyen de ’aldığı kadarına’ sabretmek zorundadır.
Buradan da şöyle bir kapı açıldı daha sonra arkadaşım: Hırs esasında bir ifrat içeriyor. Yani aşırılık. Birşeyi arzulamanın ifratı hırstır. Hırsın insanda hükümferma olması da aslında sabır eksikliğinden kaynaklanıyor. Hakkını(!) istiyorsun. Amenna. Alacaksın. Ancak aldığın kadarına kanaat edebilecek misin? Hırs bu kanaati beslemek istemiyor. Kaderin kendisi hakkındaki takdirine razı olmak hırsın kitabında yok. O zatî beğenisinin herşeye karşı öncelemesi peşinde. Halbuki, meselenin özüne inersek, bir takdir sahibi de sayılmaz. Neden böyle söyledim? Çünkü takdir sınır sahibi olmayı da gerektirir. Yani takdir sahibi önce kalıplı sonra da kalıbında kararlı olur. Hırs sahibi kalıbının içinde de rahat değildir. Elde ettiği kadarıyla mutlu olmayı beceremez. "Yukarı, daha yukarı, en yukarı..." ifadesi bu açıdan bir takdir sahipliği olarak sınıflandırılmamalı. Evet. Hırs daha çok mikro planda kadersizliktir.
Şimdi bu pencereden bakarak da diyebiliriz ki arkadaşım: Hırs sabırsız hak talebidir. Hiçbir hırs sahibi yoktur ki talebinin haklılığına inanmasın. Ancak o haklılığının kaderi aşamamasına razı olamaz. İhlas Risalesi’nde ’vazife-i ilahiyeye karışmamak’ olarak tarif edilen durumun da bu dediğimizle alakalı olduğunu düşünüyorum. Yani "Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma!" cümlesinde toplanan bu hakikat Asr sûresindeki mezkûr ikiliye de sanki işaret ediyor. Hak tavsiyesi ’Vazifeni yap’a, sabır tavsiyesi ’Vazifesine karışma’ya bakıyor.
Sen haklı olduğun birşeyi istiyorsun. Tamam. Bir meşru arzu sahibisin. Eyvallah. Fakat arzunda kalıp sahibi değilsin. Senin arzuların cıva gibi akmaya meyyal şeyler. Yarın hedefine ulaştığında daha üstünü de görmeyecek misin? Düzen üzerine kurulu bir kainatta bu çelişkili bir tavırdır. Bir uyumsuzluktur. Uyumu arayan kalıbının sınırlarını da önceden kestirir. Öyle amel eder. Bu nedenle yaptığın en iyi niyetli bir amel dahi olsa takdirin sana ait olmadığını akılda tutmalısın. Bunu akılda tutmak ne işe yarar peki? Öncelikle sabra üzerinde yükselebileceği bir temel kazandırır. Aynen, arkadaşım, sabrın da anlama ihtiyacı vardır.
Kur’an-ı Hakîm’de Hz. Hızır aleyhisselamın Musa aleyhisselama musırrane dediği "İçyüzünü bilmediğin birşeye nasıl sabredeceksin?" hikmeti bize de gözkırpmaya başladı dikkat ederseniz. Evet. Kadere iman eden insanın sabretmesi imansızdan daha kolaydır. Çünkü arzusunun kevnî meşruiyetini kendisinden değil yüce bir takdirden aldığını bilir. Edebildiğince tevekkül eder. Çobanın sopasını tanıyan koyun ona toslayınca kızmaz.
Son minvalde ’adalet-i mahzanın’ yani tam adaletin ancak ahirette gerçekleşeceğini de akılda tutmak lazım. Burası daru’l-imtihan. İmtihan gereğince her hak talebi sonucuna ulaşamayabiliyor. Sınanmanın bir parçasını da bu oluşturuyor. Böylesi bir görünmeyen bariyerin varlığını kabullenmeyenler hak talepleri üzerinden pek kolay anarşiye evrilebiliyorlar. Dünya ise birçok zaman ancak ehvenü’ş-şerri seçecek kadar kolaylık gösteriyor. Kötünün iyisine kanaat etmeye mecbur oluyoruz. Yoksa, merdiveni beklemeden yükselmeye çalışmaktan, kötünün kötüsü gerçekleşiyor. Hem düşüyor hem yıkıyoruz.
Asr sûresinin ’hüsrana düşülen zamanlar’da övdüğü hak ve sabır tavsiyesi bu pencereden bakınca da hedefi merkezinden vurmaya muvaffak oluyor. Ne haksız bir sabırla gayretsizliği öğütlüyor Furkan ne de sabırsız bir hak gayretiyle anarşiyi. Subhanallah! Zaten Allah kelamından başka nasıl olması beklenebilir ki? İnsanlığın binlerce yıllık tecrübesini, bu tecrübe içinde yaşanan kargaşaları, düşülen hasaretleri, uğranılan belaları, yaşanılan fitneleri düşünsek; sonra da âdemîler olarak zamanın ötesinden berisinden toplanıp kafa kafaya versek; desek: "Bunların olmasını nasıl engelleyebilirdik?" Herhalde ulaşacağımız tedbirler Asr sûresinde söylenenlerin şerhi olurdu. Ne diyelim? Cenab-ı Hak bizi ayetlerinin yıldız yıldız hidayetinden ayırmasın. Onları gecelerimizin pusulası etsin. Âmin. Âmin. Âmin.