- 554 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Çizgilere Basmadan Yürüyenler 3. Bölüm
3.Bölüm
Çizgilere basmadan yürüyordum. Çevremdeki hiçbir şeye aldırış etmiyordum. Hınç doluydum. Elime taş alıp tüm camlar kırılana kadar ve ben bitap düşene kadar hırçın, delirmiş bir çocuk gibi sağa sola saldırmak istiyordum. Sonra ‘Çocuk musun sen?’’ dedim içimden. Bir ara öyle dalmış olmalıyım ki kendimle konuştuğumu ve hatta tartıştığımı fark ettim. Hayatı sorgulamak değildi maksadım. Kendime yaptığım kısa bir yürüyüştü her şey. 25.000 adımda sonlandıracak olan. Şimdi ben ölüme yürürken bunları düşünüyordum.
Mektup arkadaşımı düşünüyordum. Ona yazdığım son mektuba cevap vermemişti. Birbirimizi tanımak yönünde tek satır istekte bulunmamıştık. Elbette onu görmeyi ve kim olduğunu öğrenmeyi şimdi bile istiyorum. Şimdi ölüme yürürken onu tüm benliğiyle tanımayı o kadar çok isterdim ki. Onu tanımaktan kastım ismen, cismen bir tanımak değil. Onu tüm benliğiyle tanımak isterdim.
İnsanın kendini ve bir başkasını tanıması için kendine bir yolculuğa çıkması gerekiyor sanırım. Kendini ziyaret etmesi ve kendisini anlaması gerekiyor. Herkes kendini tanıdığını sanıyor bana kalsa ama hiç kimse doğru dürüst kendini tanımıyor. İçsel bir tanımayı kimse göze almıyor da olabilir. Kendimizden korkuyor da ola biliriz. Tanıdığımızı sandığımız kendimizin bir canavar olduğunu görmek istemiyor da olabiliriz. Aslında canavar olduğumuzu hissettiğimiz halde o canavardan öyle korkuyor olabiliriz ki kendimize doğru bir adım dahi atmıyoruzdur. Ya da tam tersi bir profile sahibizdir. Aslında sertizdir falan ama kendimize doğru içsel bir seyahate çıksak pısırık biriyle karşılaşabiliriz. Canavar ruhlu insanlarla aynı sokakta yaşayıp ‘Hiç öyle biri gibi değildi.’’ Diye yorum yapan birçok insan görmüşüzdür. Sanırım insanın kendiyle ve kendisi sandığıyla bir küskünlüğü var. Bu küskünlük hali, bu kendini tanımazlık öyle büyük boyutlarda olabilir ki aslında tanıdığımızı sandığımız kişiler hiçte o kişiler olmayabilir.
Ben kimim? Özünde basit bir soru ama manası çok derin bir soru. Kendi özüne inemeyen ve yeteneklerini tanımaya vakit bulamayan bir sürü insan var. Bunlar için uğraşan ve çaba sarfedenler var. Sonuç olarak kendinden iyice uzaklaşan birçok insan var. Vakit ilerledikçe bu durum insanların kendinden uzaklaşmasına ve hiç olmaması gereken birisine dönüşmesine neden oluyor. Gittikçe küfürbazlaşan, yalan söyleyen, insanlarla didişmek için deyim yerindeyse boşluk kollayan iğrenç insanlara dönüşülüyor. Özünde, kötü bir olay karşısında tepki koyacak bir sürü insan, başkalaştığı için susmayı ve tepki vermemeyi tercih ediyor. Bilmiyorum belki de insanlar o kadar yılıyorki bir olumsuzlukla daha mücadele gücünü kendinde bulamıyor.
Sanırım benim hiç tanışmadığım mektup arkadaşım da bahsettiğim ruh halindeydi. Kendini tanımak için çabalamıştı ama bir türlü kendisine ulaşamamıştı. Hal böyleyken kendinden iyice uzaklaştığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Mektup arkadaşımla tam 9 ay boyunca yazıştık. Hiçbir zaman kişisel ve özel soru sormadık. Eminim o beni benim onu merak ettiğimden daha çok merak ediyordu. Bunu ilginç şekilde hissediyordum. Bazen onu kendime çok yakın hissediyordum. Kendimi bir binanın tepesinde atlamaya hazır beklerken düşünürdüm. İlginç şekilde hayali sohbet arkadaşım, hiç tanımadığım mektup arkadaşım olurdu. Onunla konuşurdum. İçimdeki bunalım bu boyutlara gelmişti.
Mektup arkadaşıma duyduğum merak artık dayanılmaz boyutlara gelmişti. Onunla yazışırken bilinmeyen bir yerdeki kendimle mektuplaşıyor gibiydim.
Bir keresinde dayanamayıp hayatında yaşadığı en garip olayı sormuştum.
Cevabını merakla bekledim. Bazı geceler uykumun kaçtığını hatırlıyorum. Bir insanın yaşadığı en garip olay elbette uyku kaçıracak kadar merak edilecek bir konu değil ama söz konusu böylesi bir mektup arkadaşı olunca bu merak kaçınılmaz olmuştu.
Merakımın giderildiği mektubu heyecanla ve daha önce yaşamadığım duygularla okumuştum. Bu mektup hayatımın belki de dönüm noktası olabilirdi. Belki 25000 adımla ölüme yürüyüşümün hiç planlanmamasını sağlayabilirdi ama olmadı.
‘’Her insanın hayatında ilginç bir anısı vardır. Benim de böylesi ilginç bir anım var tabiki. Bilmem bilir misin? Çizgilere basmamak diye bir şey var. Yürürken yolda oluşmuş çatlaklara, uzun lekelere, izlere basmazsın. Normal şartlarda bu tip bir davranış delilliğe yorumlanır. Bir gün olağan şekilde çizgilere basmadan bir yerden bir yere gidiyordum. (Detay vermek istemiyorum.) Bir ara ilginç şekilde çizgilere basmadan yürüyen başka birini daha fark ettim. Bu durum benim gibi insanlar için elbette normal sayılabilir ve hatta beni ilgilendiren bir konu bile değildi. Lakin bu arkadaşı geçmem gerekliydi. Takıntılarımdan birisi de yolda yürürken herkesten hızlı yürümek ve öne geçmekti. Öyle de yaptım. Onun önüne geçtim. Binlerce önüne geçip yürüdüğüm tanımadığım yabancı gibi… Fakat bu yabancının beni geçmek için var gücüyle yürüdüğünü yan gözlerle görüyordum. Liderliğimi bir müddet sürdürsem de sonunda öyle yorulmuştum ki pes ettim ve durdum. İçimden ona çok kızdım. Onu geçmek için çok çabalamıştım oysa. Ama bu defa istediğim gibi olmamıştı. Ne kadar hızlı yürürsem yürüyeyim onu geçememiştim.
Sonra bana baktığını ve muzip bir çocuk gibi tebessüm ettiğini gördüm. O da durmuş öylece bana bakıyordu. Kızgınlığım geçmişti. Aslında çocukça bir kızgınlıktı hissettiğim. Öylece birbirimize bakıyorduk. Kulaklığımda Leonard Cohen’den Dance Me To The And Of Love çalıyordu. Hani bazen bir şarkı dinlersin ve birine aşık olduğunu hissettiğin bir an yaşarsın. Ben de öylesi bir an yaşadım. Koşup o adamın boynuna sarılıp hiçbir şey konuşmadan öylece beklemek istedim. Kulaklığımı çıkarıp dinlediğim şarkıyı ona dinletmek istedim. Ama yapamadım. Yoldan geçenlerden korktum. Bakışlarından korktum. Böylesi tatlı bir anı kaç kere yaşayabilirdim ki?
Bu duyguları yaşarken onun da bana böylesi hisler beslediğini biliyorum. Orada öylece birbirimize bakarken sevgimizden ölebilirdik. Hatta zaman dursaydı da o duygularla o yabancıyla bakışsaydık hep. En çokta hangi şarkıyı dinlediğini merak ediyorum. Şarkılar benim süper kahramanlarım. Onlar olmasaydı hayata tutunamazdım sanırım.
Benim hayatımda yaşadığım en ilginç an buydu. Merak ediyorum senin yaşadığın en ilginç anın nedir acaba? ’’
Mektubu titreyerek okumuştum. Heyecandan üşüdüğümü hatırlıyorum. Isınmak için bir battaniyeye sarılmıştım.
Bazı savaş filmlerinde bir bomba patlar ve bir süre sadece şınlama sesi duyulur ya kafamda işte öyle bir şınlama sesiyle boşluğa bakıyordum. Hayatımda hiç bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyordum. O baktığım, âşık olduğum, felaketim olacak kıza mektup yazdığımı anladım. Allah’ım nasıl bir tesadüf? Nasıl bir yazgı? Şimdi bile içim mutluluktan kabarıyor, coşuyor… Öyle kutsal bir tesadüf ki ne zaman aklıma getirsem gözlerim doluyor, mutlu bir an yaşıyorum. Günlerce mektupta yazanların, yaşadığımız olağanüstü tesadüfün, şaşkınlığın etkisinde kaldım. Elime sürekli kalem alıp mektup arkadaşıma nasıl bir cevap vereceğimi düşündüm. Bir türlü kalemim oynamıyordu. O kayıp gidecek, yokuştan aşağı yuvarlanacak kelimeyi bulamıyordum. Karaladığım ve çöpe attığım sayfalar odamın içerisindeydi. Tüm o müsveddeleri tek tek ve tekrar tekrar okudum. Nasıl bir cevap vermem gerektiğini ve onun çizgilere basmadan yürüyen arkadaşı olduğumu nasıl anlatacağımı bir türlü kâğıda dökemiyordum. Durumumun özeti aynen şöyleydi; okuldaydım, öğretmenim benden bir kompozisyon yazmamı istemişti ve ben ders zilinin çalmasına çok yaklaşmış olsak da bir cümle dahi yazamamıştım.
YORUMLAR
çok başarılı buldum
güzel
eğlenceli
gizemli
hoş bir yazı okudum
tebrik ederim
arkadaşlara tavsiye edebilirim
okusunlar
Timur KOHEN
Tavsiye etmenizden memnuniyet duyarım.