- 323 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Evrim neden mutsuzluğumuzu arttırıyor?
Cenab-ı Hak hidayetinden ayırmasın arkadaşım. Bugünlerde ’acz’ ve ’fakr’ nüansı üzerine şöyle birşey kalbime geldi: ’Acz’ eşiğinden bakınca taş insandan daha ileride duruyor. Neden? Çünkü nihayetinde beşerin ’e-bilmek’ anlamında zâhirî bir iktidarı var. Duyuyor. Görüyor. Anlıyor. Yürüyor. Ediyor. Taş bunlardan hiçbirisini yapamıyor. Uğrayacağı zararlardan da sakınamıyor. Veya bizim gibi menfaatini kovalayamıyor. Fakat iş ’fakr’ tezgâhına düştüğünde biz ondan daha ileriye geçiyoruz. Çünkü ihtiyacı yok gibi birşey. Bizimse birdolu. Neticede acz zemininde kaybetmemizi sağlayan herşey fakr dergâhında dizlerimizin kırılmasına neden oluyor. Taşı acizlikte ileri götüren her kemliği fakr kulvarında onu bizden zengin kılıyor. Bu acayibin acayibi işten benim kafama takılan bazı sorular var.
Lakin onlara gelmeden önce yine mürşidimin metinlerine uğrasak iyi olacak. Çünkü yukarıdaki durumun bazı göstergelerine o da eserlerinde işaret ediyor. Mesela nelerine? 1) Beslenme noktasında insanın pek de sandığı kadar ’ileride’ olmadığına... Alıntılayalım:
"Evet, en parlak bir mucize-i san’at-ı Samedâniye ve bir harika-i hikmet-i Rabbâniye olan hayatı kim vermiş, yapmış ise, rızıkla o hayatı besleyen ve idâme eden de Odur. Ondan başkası olmaz. Delil mi istersin? En zayıf, en aptal hayvan, en iyi beslenir (meyve kurtları ve balıklar gibi). Hem en âciz, en nazik mahlûk, en iyi rızkı o yer (çocuklar ve yavrular gibi). Evet, vasıta-i rızk-ı helâl iktidar ve ihtiyar ile olmadığını, belki acz ve zaaf ile olduğunu anlamak için, balıklarla tilkileri, yavrularla canavarları, ağaçlarla hayvanları muvazene etmek kâfidir."
Yani insan bütün iktidar/ihtiyar iddiaları içinde aslında rızık konusunda geri düşmüştür. Herhalde dünya üzerinde başka hiçbir canlı türünün bu kadar çok miktarda ferdi açlık çekmemektedir. Açlık çekmeyenlerin de bu rızkı yukarıda misal verilen canlılara göre ne güçlüklerle elde ettikleri ortadadır. Hayvanları misal vermeyi terkedip yüzümüzü bitkilere dönsek zaten hepten çuvalladığımız bir kulvara gireriz. Onların rızıkları sanki ayaklarına gelir. Aslanın belki günlerce kolladığı avının bin fazlasına ağaç kılını bile kıpırdatmadan ulaşır.
Peki Bediüzzaman’ın dikkatimizi çektiği göstergeler sadece bu kadar mıdır? Hayır. Değil. Cık. 2) Bir de herşeyin özünü oluşturan ’mutluluk’ meselesi var. Yine alıntılayalım:
"Eğer iman olmazsa veyahut isyan ile o iman tesir etmezse, hayat, zahirî ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir. Çünkü, insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak, hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor. İnsan ise, eğer dalâlet ve gaflete düşmüşse, hazır lezzetine, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler, o cüz’î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor. Hususan gayr-ı meşru ise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir. Demek hayvandan yüz derece lezzet-i hayat noktasında aşağı düşer."
Burada da, farkettiğiniz gibi, dikkatimiz ’hayvanlardan üstün olmamızı sağlayan bazı yeteneklerimize’ çekiliyor. Mesela: Biz zamanı daha geniş olarak algılayabiliyoruz. Yarını düşünebiliyoruz. Geçmişi tefekkür edebiliyoruz. Bunlar bir açıdan bakarsanız zenginliğimiz. Ancak diğer açıdan baktığınızda bunlarla havyanlardan geri kalıyoruz. Nasıl? Mesela: Mutsuz oluyoruz. Evet. Çok mutsuz oluyoruz. Evladımızı kucağımıza aldığımız andan itibaren, hatta bazen daha da öncesinden, geleceği endişemiz oluyor. Dertleniyoruz. Pişman oluyoruz. Hayatımızın tezadı buradan başlıyor. İrademizle ancak bulunduğumuz âna, o da eğer şuurundaysak veya imkanımız varsa, müdahale edebilirken tasavvurumuzla geniş zamanı kuşatabiliyoruz. Bu çelişkiden dolayı büyük sancılar çekiyoruz. Geriliyoruz. Stresleniyoruz.
Bence, tam da bu eşikte, evrimcilere bazı sorular sormak şart oluyor. Çünkü bu arkadaşlar mevzuyu sadece tek yönden ele alıyorlar. Başlarken ifade etmeye çalıştığım gibi, ’e-bilmek’ noktasından bakarak, resmin sadece bir tarafını okuyorlar. Sözde gidişatın hep daha yukarıya olduğunu ’seçici algıyla’ bize aktarıyorlar. Halbuki resmin tamamı böyle değil. Bizim hayvanlardan geriye doğru gittiğimiz yönlerimiz de var. İşte yukarıda bahsettik. Bir kere bizden başka hiçbir canlı böylesine bir stresi yaşamıyor. Bu kadar yoksunluk tatmıyor. Ne bileyim: Kutuplar eriyor diye telaş etmiyor. Yiyor. İçiyor. Yatıyor. Keyfine bakıyor. Bizse eylemlerimizle hem etrafımızdaki duvarları yükseltiyoruz hem de bu yükseltiyi solukluyoruz. Sözgelimi: "Yarınki düğünde ne giysem?" diye düşünen hiçbir maymuna rastlanmazken insanda böylesine abidik-gubidik tefekkürlere sıklıkla rastlanıyor.
İnsanlığın son bir-iki yüzyılını düşünelim. Birçok yeni şeye ulaştık öyle değil mi? Elektrik yaptık. Telefon ürettik. Televizyon seyrettik. Uçak uçurduk. Ancak bütün bu süreçler bizde sadece ’e-bilmek’ yönünde artış sağlamadı. Ya? Aynı zamanda ihtiyaçlarımızı da arttırdı. Yani fakrımız da arttı. Artık daha önce olmayan birçok ’keşke’miz var. Rızkından haberdar olmakla edindiğimiz bir dolu yeni açlık var. Ve yine dikkatinizi çekerim: İnsan bu noktada ileriye gittikçe dünyasına da daha fazla zarar veriyor. Hep virüslerle insanları benzetiriz. Matrix filminin de meşhur repliğidir. Fakat virüs dahi kainata bizim kadar külliyetli bir zarar veremez. Sistemi büsbütün bozamaz. Biz buna kadar varabiliyoruz. Yıkım noktasında bu kadar ileriye gitmişken, evrimin iddiasına göre başlangıcımız olan virüsten, daha ileriye gittiğimizi kim söylüyor? Sakın bu bakış resmin sadece bir yanını ’seçtiriyor’ olmasın? Yahut da daha geriden soralım: Sakın bu evrim mevzuu bir göz aldanmasından ibaret kalmasın?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.