- 429 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
İZ BIRAKAN KADINLAR (3) ROSA LÜXEMBURG
Artık şehirden ayrılması gerekiyordu. Arkadaşları ve hayatı boyunca sevdiği adam da aynı şeyleri söylemişti. Ama ayrılmadı. Ömrünü harcadığı ideallerini bırakıp bir korkak gibi kaçmayı kendine yediremedi. Tarih 15 Ocak 1919’u gösteriyordu. Akşam olmuştu. Askerler geldiler. Tutuklanacağını biliyordu. Ama daha ötesini düşünmemişti. Bulundukları otelden çıkarken kafasına bir tüfekle vurdular. Daha sonra bir kurşun sıkarak, kadını bir su kanalına attılar. Aylar sonra cesedi, tanınmayacak halde bulundu. Bu cinayeti işleyenler yargılanmadı. Maktulün adı, Rosa Lüxemburg’tu.
Rosa, 5 Mart 1871’de Polonya’da Lublin’in Zamose kasabasında dünyaya geldi. Orta halli Yahudi bir ailenin en küçüğüydü. Rosa’nın babası Eduard kereste ticaretiyle uğraşan, iyi eğitim görmüş bir tüccardı. Zamose, o zamanlar önemli Yahudi topluluklarını da bünyesinde barındırıyordu. Ancak ekonomik anlamda gücünü yitirmiş, gün geçtikçe zayıflamıştı.
Ticaretin yanı sıra çocuklarının eğitimi için aile bunu zorunluluk olarak görmüştü. Rosa beş yaşlarındayken yanlış teşhis nedeniyle bir yıl yatağa bağlı yaşadı. Kalçasında kalıcı bir rahatsızlık olmuştu ve hayatı boyunca hafif sekerek yürüdü. Bu arada okuma yazmayı öğrendi. Edebiyata ilgisi de o yıllarda başladı.
Polonya yılladır Rusya’nın egemenliğindeydi. Rusya asimilasyon çalışmalarını aralıksız sürdürüyordu. İnsanların, şehirlerin adları bir bir değiştirilmişti. Okullarda Lehçe konuşmak yasaktı. Rosa Yahudilerin belli bir kontenjanla alındığı Varşova Kız Lisesi’ne kabul edildi. Okulda aldığı iyi bir eğitimin yanı sıra, sol eğilimli gruplarla tanıştı. Polonya’nın yasa dışı sol partisi Proletariat için çeşitli çalışmalarda bulunmaya başladı. Okul sınavlarını başarıyla geçiyordu, ancak disiplin konusunda okul yönetimince problemliler listesine alınmıştı bile.
Lise biterken buluştuğu yasa dışı faaliyetler nedeniyle tutuklanma tehdidi de baş göstermişti. Bu nedenle bir karar aldı ve İsviçre’ye kaçtı. Zürih Üniversitesi’nde doğa bilimleri, matematik okudu. Rosa Polonya’dan ayrıldıktan sonra da ailesi ile hayatı boyunca ilişkilerini kesmedi. Ailesi onun başarılarında ve kötü günlerinde ona manevi olarak hep destek oldu.
Rosa kısa boylu, yüzüne göre biraz uzun burunluydu. Sert bir çehresi vardı. Titizdi. Her şeyi yerli yerinde görmekten hoşlanırdı. Kötü bir huyu varsa oda müsrif olmasıydı.
Onun için hayattaki her şey, ya hep ya hiç olabilirdi. Tavizleri yoktu, düşündüğünü söyler, bazen kırıcı bir üslup takınabilirdi. Yıllar geçtikçe bağlandığı Marksist fikirleri ömrünün sonuna kadar sorgulayacak ve onun gelişimini sağlayacak fikirler ortaya atacaktı. Leo ise, yönetmekten keyif alırdı, Rosa ile kurulan ilişkilerinde bir öğretmen rolü üstlenmiş ve ilişkileri bu yöne ilerlemişti.
Rosa Lüxemburg’un hayatı önemli bir üçlemeden oluşuyordu. Marksizm, Leo ve ailesi. Rosa ailesine her ne kadar düşkün olsa da onları görmeye pek vakit bulamıyordu. Onlara duyduğu özlemi bir başka insanla gidermek istiyordu. Leo’yla....Ancak Leo istediği ilgiyi, ilişkileri boyunca ona asla vermedi.
Hayat dolu bir insan olmasına rağmen ilerde sıkça karşılaşacağı baskılar onun incinmesini sağlayacaktı. Rosa’da tıpkı diğer insanlar gibi huzurlu bir limana ihtiyaç duyacaktı. Ancak Leo yine bu anlarda ondan uzak, hislerini belli etmeyen biri olacak ve ilişkilerinin başlamasından on beş yıl sonra Rosa kalbindeki Leo ile arkadaşı Leo’yu birbirinden ayıracaktı.
Lüxemburg,,Proletariot grubun içinde çalıştıktan sonra baskılardan kurtulmak için İsviçre’ye kaçmıştı. Burada Leo ile birlikte 1892 yılında mültecilerin büyük çoğunluğunun katıldığı Birleşik Polonya Sosyalist Partisi’nin içinde yer aldı. Fakat partideki fikir ayrılıkları yüzünden oradan ayrıldı. Daha sonra 1893’te Polonya Krallığı Sosyal Demokrat Partisi Lüxemburg’un önderliğinde kuruldu. Partinin yayın organı İşçi Davası Dergisi idi. Rosa bu derginin editörlüğünü yapıyordu.
Rosa, Mayıs 1898’de sosyalist harekete daha yakın olmak için Almanya’ya taşındı. Berlin’e gelir gelmez ilk olarak Sosyal Demokrat Partisi’ne üye oldu. Çalışkanlığı, hitabet yeteneği onun çevresinde bir sempatizan grubu oluşturdu. Pek çok mitinge konuşmacı olarak davet edildi.
1900’ler yaklaşan bir savaşın habercisi gibiydi.Giderek yükselen milliyetçi hareket, Almanya’da da etkisini göstermeye başlamıştı. 1904 ’ten sonra pek çok kez görüşleri nedeniyle hapse girdi. 1907!de Londra’da Lenin’le tanıştı. İşçilerin tek vücut olmasını ve yaklaşan savaşa hayır demelerini istiyordu. Ancak fikirleri soğuk rüzgarları da beraberinde getirdi. Onu sevmeyenler için adı ’’Kızıl Rosa’’ ya da ’’Kanlı Rosa’’ idi.
Kendisine SDP içinden de karşıt sesler geliyordu. 1917!de Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi’ni kurdu. Ancak bir süre sonra tutuklandı. 1918’de hapisten çıktı. Ardından Karl Lliebnecht ile Almanya Komünist Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı. Ayrıca Kızıl Bayrak gazetesinde yazıları yayınlandı. Ne yazık ki, zaman Rosa’nın aleyhine işliyordu. Savaş nedeniyle değişen ve daha da gerilen siyasal ortam, hayallerindeki sosyalizme sıcak bakmayacak ve Alman askerleri eşliğinde çıktığı meçhul yolculuk 15 Ocak 1919’da Lüxemburg’un ölümüne neden olacaktır.
Rosa Lüxemburg sosyalist tarihin unutulmaz kuramcılarındandır. Onun yazdığı eserler, dönemin pek çok insanını etkilemiş ve onlarca insanın tartışmalarının odak noktası olmuştur. Kadının bağımsızlığı için, tüm insanlığın bağımsızlığını savunmuş bir önder bir filozoftur.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.