- 421 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
er-RAZİ
er-Razi, bugünkü Tahran’ın biraz doğusunda, Horasan civarındaki Rey kasabasında, M.S. 854’de dünyaya geldi.
Gençlik yıllarında müzikle, özellikle ut ile ilgilenmiştir. Otuz yaşına kadar çok parlak bir kariyeri olmamıştır. Geçimini sarraflıkla sağlarken, bir yandan da şarkı söyleyip ut çalarak mütevazi bir üne kavuşmuştur. Otuz yaşına kadar bu şekilde yaşadıktan sonra, yaşamından hoşnutsuzluk duyarak, sarraf dükkanına da baba ocağına da sırtını dönmüş, kurtuluş kentine, Bağdat’a gitmiş, bitmez tükenmez enerjisiyle kendini tıp eğitimine adamıştır. Yunan, İran, Hint ve yeni Arap tıbbını öğrenmiştir, Iyi bir eğitim alıp Rey’e dönmüş, oradaki hastanenin baş hekimliğini yapmıştır.
Olağanüstü bir hekim ve öğretmen ünüyle, ülkenin dört bir yanından öğrencileri çekmiştir. Dersleri ve kliniği her zaman öğrencileri ve başka insanlarla dolup taşmıştır. ’’Teşhiste hata yapmayan hekim’’, ’’hekimlerin şahı’’ olarak ün yapmış, İslam dünyasının en büyük klinikçisi olarak tanınmıştır.
Yüksek ateşli hastalıklarda su su tedavisini ilk defa uygulayan , cerrahi dikişlerde katgütü ilk kullanan kişidir.
Yeni hekimlere, ’’Bitkisel maddelerle tadavi yapabildiğin yerde sakın ilaç yazma ve basit ilaçların yeterli olduğu yerde karmaşık olanları tercih etme’’ diye öğüt vermiş, kimyasal ilaçlara başvurmadan önce, doğada yetiştikleri şekilleriyle bitkisel ilaçları kullanmayı tercih etmiştir.
Bölgelerin sıcaklık, rüzgar ve nem durumuna, evlerdeki sağlık koşullarına, banyolara da dikkat etmiştir, Kötü kokuların giderilerek hasta odalarının havalandırılması, odalarda uygun bir ısının olması, temiz içme sularının tüketilmesi ve hastaların sık sık yıkanması gerektiğini belirtmiştir, Oysa bütün bunlar, Haçlı Seferleri’nden önceki Ortaçağ Avrupası’nda din adamlarının gözünde beden eğitimi ve jimnastik ile birlikte sefaat ve iffetsizlik olarak nitelendirilmekteydi.
Tıbbın, hastaları ıstıraplarından kurtarma, hastalığın ağır nöbetlerini hafifletme ve artık tamamen hastalığın pençesine düşmüş, tıbbi aqçıdan her hangi bir şeyin yapılamayacağı hastalardan uzak durma sanatı olduğunu savunan Hipokrat’ın aksine, tedavisi mümkün olmayan hastalara da bakılması gerektiğini öneren ilk kişidir. Bunu şu sözlerle ifade etmiştir:
’’Bir hekim , kendisi sonuçtan emin olmasa bile, her zaman hastalarını daha iyi olacaklarına inandırmak ve onlara iyileşecekleri umudunu vermelidir. Ruhun yaratıcı gücüne bedenin kulak vermesi gibi, ölüm kendini gözterse dahi hastayı cesaretlendirmeli ve ona yaşama gücü vermelidir.’’
Razi,nin tıbbi etik konusundaki yaklaşımları ona ’’Arapların Hipokrat’ı’’ unvanını kazandırmıştır. O dönemde hiç bir hekimin sahip olmadığı bir tıp bilgisine sahiptir. Bilgilerini yalnızca hasta yataklarının başucunda kitaplarına kapanarak ve kimya deneyleri yaparak geliştirmemiş, araştırma amacıyla uzun yolculuklara da çıkımış, dönemin ünlü bilginleriyle ilişkiler kurmuştur.
Dolu dolu bir yaşamın ardından. M.S. 925’te sefalet içinde ölmüştür. Sınırsız cömertliği, onu son zamanlarında dilenci değneğine mahkum etmiştir. intikan duygusuyla dolu meslektaşları, dini ve siyasi bakımdan özgür düşünceli bu bilgini, bir bahane bulma gereği bile duymalsızın onu önce Bağdat’tan, Sonra Rey’den sürüp atmışlardır.
Kız kardeşi Hatice, beş parasız ve çaresiz kalan hekimi evine almıştır. Hayatının ilk baharı ne kadar parlak ise, son baharı da o denli karanlık olmuştur. Binlerce insana yardım etmiş olan Razi’nin yaptığı kimya deneylerinin başarısızlıkla sonuçlanmasına kızan Horasan Hükümdarı El Mansur İbn İshak’ın kırbaç darbeleriyle ünlü bilginin gözünün ışğı yavaş yavaş sönmüştür.
er-Razi, kendisini ameliyat edecek olan göz hekimine, ’’Gözün kaç tabakası vardır?’’ diye sormuş, beklediği cevabı alamayınca: ’’Bunu bilmeyen hekim, benim gözüme alet sokamaz!’’ diyerek tüm ısrarlara rağmen ameliyatı reddetmiştir. Bir diğer gerelçe olarak: ’’Dünyada o kadar çok şey gördüm ki, artık bana bıkkınlık geldi’’ demiştir.
Böylesine keskin bir gözlem yeteneği ve klinik başarı, bu denli güçlü bir çalışma azmi, elbette insanlığa faydalı bilimsel eserlerle taçlandırılmıştır. Ölümünden sonra, çalışmalarının dolu olduğu sandıkları açan kız kardeşi Hatice, en az 230 adet büyük eser, monografi, ve daha küçük risale saymıştır.
El yazmalarından oluşan bu dağların yanı sıra, ağzına kadar notlarla dolu bir sandık...Kadın, sandıktan rasgele bir kağıt alır. ’’Abdullah İbn Savadah’’ yazmaktadır notta ’’ Hasta bazen altı, bazen iki, bazen dört günde bir, bazen de her gün görülen yüksek ateş nöbetleri geçiriyordu.Bu nöbetlere hafif bir titreme eşlik ediyordu ve hasta sık sık idrar yapıyordu. Görüşümü şöyle belirttim: Rahatsızlığının ya sıtma idi ya da böbreklerde apse oluşmuştu. Bir süre sonra hastanın idrarında irin görüldü. Bunun üzerine ona artık ateşlenmeyeceğini söyledim, öyle de oldu. En baştan böbrek apsesi tanısını kesin bir şekilde koymamı engelleyen şey, ateşinin sürekli değişmesi idi. Bu değişken ateşin iltihaplı bir süreçten kaynaklandığını düşünmüştüm. Ayrıca hasta, ayakta dururken bel ve kalçalarına sanki bir ağırlık asılmış gibi duyguya kapıldığını söylemedi,ben de ona bunu sormadım. Eğer babasının bir mesane hastalığı olduğunu ve aynı sıkıntıları yaşadığını, hastanın da sağlık günlerinde bile sık sık idrar yaptığını bilseydim, hastalığı sırasındaki idrar sıklığı böbrek apsesi kuşkumu kuvvetlendirirdi. Dolayısıyla en büyük dikkati ve özeni göstermek bizim yükümlülüğümüzdür Allah da bunu emreder. Hastanın idrarından irin çıkınca, idrar irinden tamamen temizlenene kadar idrar söktürücü ilaç verdim. Daha sonra da kil, buhur yazdım.’’
Vakaların ve eserlerin yazılı olduğu sandık, yıllarca kapalı kaldıktan sonra dönemin veziri İbn el -Amid, Rey’e, ünlü hekimin öldüğü eve gelmiş, Hatice’ye yüklü miktarda para ödeyerek Razi’nin sandığını satın almıştır. Razi’nin öğrencileri olan hekimleri toplayarak, onlara kağıt tomarlarını gözden geçirip sınıflandırma ve bir el kitabı hazırlama görevini vermiştir. Ortaya çıkan esere Tıbbın İçeriği adı verilmiştir. Bu eser, otuz ciltten oluşan ve Hipokrat’tan o güne kadar ki bütün tıbbi bilgiyi içeren bir ansiklopedi niteliğindedir. Razi; Yunan, Helen Hint, İran, Suriye ve Arap literatüründeki en doğru kaynaklardan edindiği bilgiyi, kendi pratiğiyle harmanlayarak ortaya bir şahaser çıkarmıştır. Eser, ilk defa 1279’da Fereç bin Zalim adlı bir Yahudi tarafından Latinceye çevrilmiştir. Paris’teki tıp fakültesi de dahil olmak üzere, Ortaçağ’da Avrupa’daki tıp kurumlarında okutulan meşhur eser budur.
Risale fi’l- vel Cüderi, Razi’nin Batı dünyasınca en çok tanınan eseridir. Çiçek ve kızamık hastalıkları hakkında yazılmış olup bu alanda tıp taqrihinin ilk yazılı eseridir. Her iki hastalığı detaylı bir biçimde tanımlamış ve ayrıca tanılarını yapmıştır. Latinceye çevrilen eser, 1866’ya kadar kırk defadan fazla yayınlanmkıştır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından 1970 yılında çiçek ve su çiçeği hastalıkları üzerine özgün çalışmaları sebebiyle Razi, şükranla anılmıştır.
Eserlerin bir çoğunun kesin yayın tarihi açıklığa kavuşturulamamıştır. Bu durum, çok sayıdaki eserlerin, ünlü bilginin ölümünden sonra yukarda anlatıldığı şekilde başta hekim ve yazarlar tarafından düzenlenip farklı tarihlerde bilim dünyasına sunulmasıyla ilgili olabilir.
Sonuç olarak; Ebu Bekr Muhammed İbn Zekeriya er- Razi, özellikle tıp ve kimya alanındaki önemli ve değerli çalışmalarıyla tanınmış, İslam bilim tarihinin önde gelen bilginlerinden biridir. Özellikle tıp bilimine olan katkı ve hizmetleri kayda değer bir nitelik taşımaktadır ve Razi’yi tüm zamanların en önemli klinikçisi yapmıştır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.