- 465 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
DEĞİRMEN TAŞI
Doğan Soydan / 23.08.2020
Önce tek basamaklı sayıları alt alta yazıp toplamayı, çıkarmayı öğrendik; ardından iki, üç, dört, beş basamaklı sayılar… Sonra çarpma, bölme işlemleri… Ah ne zordu kesirli, ondalık sayıların dört işlemini yapmak!.. Dilimizi çıkara çıkara ve severek, sevinerek öğrendik hepsini. Öğretmenlerin öğrettiği her bir işlem –toprağın tohumu çimlendirdiği gibi- zekâmızı çimlendirmeye yönelikmiş meğer. Derken, her yıl bir yaş daha büyüdükçe, zekâmız çimlendikçe zor problemler çıkmaya başladı karşımıza; üstesinden gelebilmek için uğraştırıp dururduk o körpe beynimizi.
Öğretmenler bütün bunları öğretirken, vermek istedikleri asıl ders başkaymış meğer: “Hayatta daha nice zor problemler çıkacak karşınıza!..” Bunu derken bir yandan da her kapıyı açacak gizemli anahtarı vermişler bizlere: “Düşün + aklını kullan + çöz.” Peki, düşünüyor muyuz? Aklımızı kullanıyor muyuz? karşılaştığımız problemleri çözebiliyor muyuz?
1980’li yıllarda el büyüklüğünde hesap makineleri çıkıp yaygınlaşınca önce matematik öğretmenleri tedirgin olup telaşlandılar, “Eyvah, çocuklar aklını kullanmayacak artık!..” dediler. Böyle başladı “Tuşa bas, problemi çöz” devri ve öğretmenler haklı çıktılar. Eline kâğıt kalem alıp hesap kitap yapan var mı şimdi?” Her yerde her işte hesap makinesi… Çok geçmeden, “Düşün + aklını kullan + çöz,” yerine, “Tuşa bas + hazır bilgiye kon!.. devr-i şahanesi(!) başladı. Televizyon izliyor, bilgisayar kullanıyorsanız bütün bilgiler elinizin altında, olan biten her şey gözünüzün önünde… İşte asıl yanıltıcı olan bu… Dışarıdan öğrenilenler elbette bir boşluğu dolduracak ama kendi beyin gücünüzün dolduracağı yer boş kalacaktır. Televizyonun, bilgisayarın sunduğu ya da başkasından aldığınız hazır kalıplara giriyor, aynen kabul ediyor ve düşünmeye gerek duymuyorsanız; kafanızın içindeki o beyin hiçbir işinize yaramıyor demektir. Öğretmenlerin beyninize yerleştirdiği, “Düşün+ aklını kullan+ çöz” anahtarını kullanmıyorsunuz; dış güdümlü yaşıyorsunuz demektir! Şimdi, “Bütün bunların değirmen taşıyla ne ilgisi var?” diyeceksiniz; işte ben de bu ilişkiyi anlatmak için yazdım bunca lâkırdıyı(!)
“Bir zamanlar padişahın biri oğlunun çok iyi bir bilgin olarak yetişmesini istermiş. Oğlunu yetiştirecek bilge hocayı bulmak için dört bir yana haber salınmış. Gelen hocalar sınavdan geçirilmiş ve en iyisi bulunmuş. Hoca başlamış Padişahın oğlunu eğitmeye. Günler günleri, yıllar yılları kovalamış derken tam yedi yıl geçmiş. Çocuğun iyice yetiştiğini, hiçbir eksiğinin kalmadığını düşünen hoca, günün birinde bu şehzadeyi alıp Padişahın huzuruna çıkarmış. El etek öptükten sonra, “Buyurun padişahım, çocuğunuzu istediğiniz gibi yetiştirdim. Bilge bir kişi olup olmadığını sınayabilirsiniz” demiş. Duruma pek sevinen Padişah gizlice yüzüğünü çıkarıp avucuna almış ve oğluna, “Avucumun içinde ne var? Haydi göster bakalım hünerini” demiş. Şehzade şöyle bir derin düşündükten sonra gözlerini kapatarak, “Yuvarlak bir şey…” demiş. Padişah neşe içinde, “Evet!..” dedikten sonra, “başka?..” demiş. Şehzade biraz daha düşündükten sonra, “Ortası delik” deyince Padişah yine sevinmiş ve son soruyu sormuş, “Haydi söyle ne olduğunu” demiş. Çocuk, çokbilmiş edasıyla, “Değirmen taşı” deyince Padişah sinirlenmiş, gözlerini hışımla bilge hocaya çevirmiş. Padişahın hiddetlendiğini, ne demek istediğini anlayan bilge hoca: “Padişahım” demiş, “Şehzademiz benim öğrettiklerim sayesinde avucunuzdakinin yuvarlak olduğunu, ortası delik olduğunu bildi ama değirmen taşının bir avuca sığmayacağını da kendi aklıyla bulması gerekirdi, benim yapabileceğim bu kadar…” demiş.
Demem o ki insanın dışarıdan öğrendikleri bütün eksikliğini gidermez; bazı şeyleri kendi aklımız, mantığımız ve zekâmızla bulmamız gerekir. Toplum olarak en büyük eksikliğimiz bu olsa gerek; bakıyor, görüyor ve kabulleniyoruz; ama değirmen taşının avuca sığmayacağını düşünmüyoruz. Oysa kendi
beynimizi kullansak ne çok problemler çözeceğiz! Ah bir düşünebilsek!..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.