- 473 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ACILARLA, SEVİNÇLERLE BİZİM GİBİ YAŞADILAR
Yedi yaşında çiçek hastalığından dolayı gözlerini kaybeden Âşık Veysel’in şiirlerini okuduğunuzda gören insanlardan daha iyi düşündüğünü, her dizesinin etkileyici anlamlar yüklü olduğunu görürsünüz.
“İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece”
İşte bu iki kısa ve yalın dizede öyle anlamlar yüklüdür ki, yedi yaşından sonra görmeyen bir insanın felsefesine, hayat anlayışına, bakış açısına şaşıp kalıyorsunuz.
Veysel’in bakışıyla bu dünya konup göçtüğümüz, doğum ve ölüm olayıyla bir kapısından girip diğer kapısından çıktığımız iki kapılı bir “han”dır. Yaşadığımız hayat o handa konakladığımız süredir.
“Gidiyorum gündüz gece” dizesinde ise şu anlamları çıkarabiliriz. Yaşadığımız süre içinde gündüz ve geceleri geçerek, tüketerek ömrü tamamlıyoruz. Şöyle bir anlam da çıkarmamız tuhaf olmaz. Âşık Veysel’in gözleri görmediği için ona bütün gündüzler gecedir.
Anlatacaklarıma Veysel’le ve onun iki dizesiyle giriş yaptım; ama konu bu değil. Sadece “iki kapılı han” diye nitelenen hayatı herkes bir şekilde yaşıyor.
Ortaokul yıllarımızda kente gidip sinemalarda o ünlü oyuncuları seyrettikçe onların bizim yaşamadığını düşünürdük. Elbette rahatlık ve olanaklar açısından bizden çok çok iyi yaşıyorlardı; ama yeme, içme ve başka gereksinimler yönünden, acı çekme, üzüntü, sevinç, mutluluk gibi duygular yönünden bizden çok ayrı yaşadıklarını zannederdik.
Birkaç gün önce ünlü şair ve yazarların yaşamlarındaki ilginç olaylarla ilgili kısa bir araştırma yaptım. Ne kadar ünlü olurlarsa olsunlar onlar da hayatın acılarını, sevinçlerini yaşayan insanlardı. Hepsini anlatmak uzun sürer, birkaç örnekle anlatacağım onların yaşamındaki ilginç olayları.
***
Ümit Yaşar Oğuzcan, edebiyatımızın tanınmış şairlerindendir. Mesleği bankacılıktır. Yaşamı süresince birkaç kez intihar girişiminde bulunmuştur; ama hayatta kalmıştır. Oysa oğlu Vedat, intihar ederek hayatına son vermiştir.
İstanbul’un simgelerinden Galata Kulesi 1348 yılında Cenevizliler tarafından yapılmış, sonra defalarca restore edilmiştir. Bu kule intiharlara da sahne olmuştur. Ümit Yaşar’ın oğlu Vedat, Haziran 1973’te kuleden atlamış, kule dibine çakılarak hayata veda etmiştir.
Vedat’tan geriye de şair babasının şu dizeleri kalır:
Pırıl pırıl bir yaz günüydü
Aydınlıktı, güzeldi dünya
Bir adam düştü o gün Galata Kulesi’nden
Kendini bir anda bıraktı boşluğa
Ömrünün baharında
Bütün umutlarıyla birlikte
Paramparça oldu
Bu adam benim oğlumdu
İşte şairin dilinden oğlunun acısı. Bazen dizeler kalın bir kitabın anlatamayacağını anlatır.
***
Bu anlatacağım pek hüzünlü olmasa da Otuz Beş Yaş şairi Cahit Sıtkı Tarancı’nın kısa sayılacak yaşamından bize kalan gülümsetici bir yaşanmışlık.
Cahit Sıtkı; Galatasaray Lisesi’nde öğrencidir. Yatılı okumaktadır Taşradan, Diyarbakır’dan gelmiştir. Bir de kendisini çirkin bulduğu için kız arkadaş yoktur. Diğer arkadaşları her gün kız arkadaşlarıyla gezip tozduklarından, parka, pastahaneye gittiklerinden söz ederler. Onlardan gelen mektupları okurlar. Cahit, hep bunun ezikliğini duyar.
O da arkadaşlarına hava atmak için hayali bir sevgili yaratır. Ona mektuplar yazar, ondan gelen mektupları okur. Diyeceksiniz ki “Hayali sevgili nasıl mektup yazıyor? Olacak iş mi bu?” Sevgilisinin mektubunu yazan da Cahit Sıtkı’dır. Mektupları yazınca gider Sirkeci’deki postahaneden kendi adresine postalar. Arkadaşlarına okuduğunda “Yahu Cahit, tam kendi huyundan bir sevgili bulmuşsun.” derler. Bir yıl sürer bu mektuplaşma. Sonra şöyle der Cahit Sıtkı:” Onun suçu yok, sonunda ihanet eden yine ben oldum.”
“Gün eksilmesin penceremden” diyen şair kırk altı yaşında veda etmiştir bu iki kapılı hana.
***
İki paragraf da Sabahattin Ali’nin hayatından:
Süheyla Conkman, ağabeyini şöyle anlatıyor: “Onu asık suratlı hiç görmemişimdir. Bazen de kendi kendine söylediği şarkılar vardır ki, hiç aklımdan çıkmaz, duydukça onu anımsarım: ’Ata binesim geldi, hay dah dah, yare gidesim geldi.’ Bir de ondan başka hiçbir yerde duymadığım bir şeyler mırıldanır, yengem de ’Yeter Sabahattin, kes bu ne biçim şarkı?’ dedikçe şaka yollu tekrarlardı: ’Tabutumun altı çatlak, beni vuran benden alçak, sol böğrüme girdi bıçak, yar yar aman…’ Meğer kaderinin şarkısı imiş, bilemezdik.”
Yazarın, eşinin yazdığı bir mektuba verdiği yanıt:
“Mektubunu aldım. ’Ben fena kız değilim, senin meyus olmayıp saadetin için hayatımı şimdi fedaya hazırım!’ diyorsun. Aliye, bana böyle şeyler yazma… Sonra ben sana deli gibi âşık olurum. Senin ne iyi kız olduğunu biliyorum. Muhakkak ki hayatımda yaptığım ve yapabileceğim en iyi iş seninle hayatımı birleştirmek oldu. Bundan sonra ne diye kederli ve üzüntülü şeyler yazalım.’ Mektubundaki, ’Beni istediğim kadar sevmezsen ölürüm!’ cümlesini belki elli defa okudum. Ah Aliye, seni isteyebileceğinden çok seveceğim. Benim nasıl sevebileceğimi göreceksin.”
(25 Mart 1935)
***
Ünlü yazar, şair, oyuncu, bilim adamı ya da devlet adamı olsalar da onların yaşamında da acılar, sevinçler, tuhaflıklar yani insana özgü yaşanmışlıklar vardır.
............................................................................
Numan Kurt
20 Ağustos 2020
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.