Bir Şehir Uyanıyor
Yaşayan birine ne zaman seher olmadı… Güneş doğmadı ki!
Yaşayan birine ne zaman acı dokunmadı, şeytan sokulmadı ki!
.../
Bir kalbur sallandı, adı deprem oldu, adı beşik oldu… İçinden düşenler yok oldu gitti. Kalanların ise iyileşmesi zaman aldı. Çoğu saman gibi savruldu. Düştüğü yere tohum olamadı. Hem nasıl olsun ki, onu yeşertecek yağmur yahut gözyaşı yoksa. Düştüler toprağa çürüdü gitti. Ardından bıraktıkları taş evler, taş yollar yıpransa da ayakta kaldı. Başka diyarlardan gelenler her ne kadar aydın olsalar da hiç kimseye yar olmayan bu insanları merak etti. Araştırdı. Hatta ne medeniymişler dediler. İşte bu yüzden bu şehir uyandıkça, karanlığa çabuk eriyor… Eriyor gecelerine! Bu yüzden geceleri eğlenceler, fazla içmekten ortalığı dağıtanlar, katillerle, etrafına dehşet saçan insanlarla dolu.
Başka bir yerde kum fırtınaları hayatta kalmak için çabalayan insanlarla dolu. Ne taş binaları var, ne içecekleri su, tabaklarında katıkları… Sürünemiyorlar da yılanlar gibi. Seher var mı, güneş doğmuş mu, eğlence nedir ki… Medeniyet çağının gereklerini ve paylaşımlarını tanımıyorlar. Adeta her gün deprem, her gün kulakları sağır eden rüzgâr sesleri, gözleri görmeye engel olan kum fırtınaları alışılagelmiş olaylar. Bir mağara, belki vahşi hayvanların bile yaşamadığı derece de korku veren, kokusu dayanılmaz olan sığınma yeri oluyor. Ateş yansa, etrafında dans edecek mecalleri yok. İçinde akan tuzlu su ile yıkanıyor, o içilecek su oluyor. İçlerinden birisi mağaranın tavanını deliyor… Ona bakınca sivrilen deliğin yaydığı güneşin ışığını emniyetle sunduğu için, kum fırtınalarından kurtardığı için sivri akıllı diyorlar. O delik açıldıkça mağara genişliyor, mağaranın duvarları sur oluyor. İçine devasa evler yapılıyor, yağmur yağıyor suyun rahmetiyle etrafları yeşilleniyor… Gelecekte burada yaşayan insanlar, bu yaşadıkları yerin kokmuş, korku veren masalını unutuyor. Her gün yaşadıkları onlara geçmişten sunulan medeniyetin içinde mutlular. Her gün başka bir şehir uyanıyor. Bu nesil, kalıntıları taş olan yerleri keşfettiğinde, çürük insanların yaşadığını hayal edemiyor. Onların mesajlarını araştırıyor, onların düşüncelerini benimsiyorlar. Bu konuda yazılan her esere NOBEL ödülü veriyorlar. Sanki insanlığı yaşatmamak için tersine bir dönüş, alışılagelmiş çizgisinden ayrılmıyor.
Medeniyet tıpkı bir acının sonunda yaşanılan geçici mutluluk gibi, her defasından sanki yeniden keşfedilmiş çürümeyi sembolize ediyor. İnsanın ruhu yerine, dışında ki şeyler, kalıntılar daha esrarengiz bir his veriyor. O medeniyet aslında kör ışık, güneşsiz ve çorak toprak, karanlıkta gidilen yol, uykudan asla uyanamayan çağları yaşatıyor insanlara… O Medeniyet mağarasında Rabbine yakaran Peygamberi hatırlamak yerine, çürüyüp yok olmuş insanlığı takip ediyor. O peygamberin gözyaşlarını küçümsüyor, bu yüzden yağmur yağmıyor. Etrafındaki ormanları yakıyor, toprak çöle dönüyor. Oysa o nesiller çöl fırtınalarından o mağaraya sığındıkları, tıpkı peygamber gibi, gün kurtulduklarını hissetmiyorlar. O peygamberin mağaranın tavanında açtığı deliğin ışığını kalplerine nakşedemiyorlar. O yok olmuş medeniyetten gelen çok eski bir mesaj ilgilendikleri ama peygamber mesajı kalplerine tesir etmiyor.
Bu aldanış, o çürümüş kalıntılarda olduğu gibi hep var olmuş, çöller de… Sanmışlar ki felaketler bir ilmin sonucu, hani hata yapan çocuğunun açığını gören babanın kaş göz kırpması gibi çocuğunun hatasını anlamasını umması ve anlarsa da doğruyu yapar düşüncesi… İçinde Allah’a inancının olmadığı ilmin kime ne faydası olabilir ki, babasının kaş gözünü anlamayan çocuk gibi… Besmelesiz-Allah’ın ismiyle diye başlamayan her iş gibi…
.../
Bir şehir uyanıyor… Ancak Allah’a iman ederse ve peygamberini yeniden severse!
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
" O medeniyet aslında kör ışık, güneşsiz ve çorak toprak, karanlıkta gidilen yol, uykudan asla uyanamayan çağları yaşatıyor insanlara… "
Yukarıdaki cümle ile konunun tümünü mükemmel bir şekilde özetlemişsiniz, Efendim...
Yaratılışın gayesinin sırrına varmamak büyük bir eksiklik olarak görüyorum, acaba yanılıyor muyum? Maneviyat hırkasına bürünmek en büyük medeniyettir. İnşallah şehir erken uyanacaktır.
Kaleminiz daim olsun, Efendim...
başım ne zaman dara düşse ve ne zaman kendimi yalnız hissetsem aklıma ilk Peygamber efendimiz gelir sonra Aziz Mahmut Hüdai Hz.
üstelik soyundan geliyoruz ailecek bu anlamda ısrarla doğru bildiklerimi savunurum ve çaresizliğimle sadece Allah tan isterim.
insan sevgim hep ağır bastı ama artık biliyorum ki sevginin en haşmetlisini hak eden sadece Rabbim
hele ki insanlar en yakınlarım dahi hayal kırıklığına uğratmışken.
var olun ağabeyim
selam ve dua ile