- 344 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Osmanlı'dan Cumhuriyete Aydınlanma Mücadelesi
Çağlar öncesinden gelen aydınlanma ateşini, ortaçağ karanlığında bazı noktalarda söndürmeye çalışsalar da aydınlanma ateşi; orman yangını gibi bir başka noktada yeniden parlayarak yol almıştır.
Aydınlanma meşalesini taşıyan aydınlar, burjuvazinin de desteğiyle ortaçağ karanlığından aydınlanma çağına atlamış, Burjuva ulus devletlerinin toplumsal ve ideolojik temellerini de atmışlardır. Bu temel üstünde, görece farklılıklar olsa da Avrupa’da ulus devletler kuruluşunu tamamlamış, bilim ve teknolojik gelişmeler açısından, her alanda birbirleriyle yarış halindeyken; ham madde bulmak ve ürettiklerini satmak için pazar arayışı sebebiyle, rekabete girmişlerdir. Özellikle Almanya ile İngiltere arasındaki rekabet savaşı kaçınılmaz kılmıştır.
Sonuçta, Avusturya Arşidükü Veliaht Franz Ferdinand’ı bir Sırplının öldürmesi üzerine Avusturya -Macaristan imparatorluğu Sırbistan’a savaş ilan eder (Temmuz 1914). Ardından Almanya; Rusya, Fransa, Portekiz ve Belçika’ya aynı zaman diliminde savaş ilan eder. İngiltere de Almanya’ya ve bağlaşıklarına savaş ilan eder. Böylece, Alman ve İngiliz rekabeti 1914’den 1918’e kadar sürecek 1.Dünya Savaşına evrilir. 1. Dünya Savaş’ı dengeleri alt üst etmiş, dünya devletleri adeta iki ye ayrılmıştır. Savaşın sonunda Almanya yenilince (1918), Almanya safında savaşa katılan Osmanlı imparatorluğu da yenilmiş sayılır. Sevr Anlaşması ile Osmanlı’nın elinde kalan Anadolu dâhil, son toprakları da işgal edilir.
Bu emperyalist işgalciler, Mustafa Kemal önderliğinde bir araya gelen Türkiye insanının ağır bedeller ödeyerek kazandığı Kurtuluş Savaşı sonunda ülkemizi terk ederler. Lozan Antlaşmasıyla (24 Temmuz 1923)’da egemen bir devlet olduğumuz tescil edilmiş, yaklaşık üç ay sonra (29 Ekim 1923) da Cumhuriyet ilan edilmiştir.
Lozan antlaşması bu özelliğiyle “Türkiye’nin tapusudur” diyerek konuya dönmek istiyorum.
Batıda (Avrupa) bu gelişmeler yaşanırken, Osmanlı, feodalizm koşullarında cehaletin karanlığından bir çıkış yolu arıyordu. Ne yazık ki her yenileşme çabası, “gâvur icadıdır” diye mollalar ve onlarla işbirliği içindeki yeniçerilerin direnişiyle karşılaşıyordu.
Padişah 3.Selim (1789- 1807), Fransız komutanların eğittiği, Avrupa standartlarında bir ordu (Nizam ı Cedit) oluşturmak istedi. Yeniçeri isyanıyla katledildi. Katliamdan sağ kurtularak tahta geçen 2.Mahmut(1808- 1839), ağabeyi 3.Selim’in yolundan giderek, çoğunluğunu Nizamı Cedit askerlerinin oluşturduğu Asakiri Mansurei Muhammediye (Muhammed’in Askerleri) adıyla modern bir ordu oluşturup yeniçeri ocağını dağıtır (1826). Tarihe Vaka-i Hayriye (Hayırlı vaka) olarak geçen bu olay; Osmanlı’da, ıslahat (yenileşme) hareketinin başlangıcı sayılır.
Tabii ki Osmanlı aydınlanması, Avrupa’daki gibi kendi iç dinamiklerinin dayattığı bir aydınlanma değil, savaşlardaki başarısızlıklar, kaybedilen topraklar ve özellikle dış güçlerin (yabancı devletler); azınlıkların (Yahudi, Hıristiyan ya da diğer milliyetlerden) hakları üstünden, dayattığı yeniliklerdir.
2.Mahmut ve sonrasında gelen Sultanlar (2.Mahmut’un oğlu Abdülmecit (1839- 1861), Abdülmecit’in kardeşi Abdülaziz (1861- 1876) ve Abdülmecit’in oğlu 2.Abdülhamit (1876- 1909) dönemlerinde, ordunun ıslahı başta olmak üzere; hukukta, adli ve idari yapıda, eğitimde, sosyal yaşamda, sanayide, gerektiğinde yabancı uzmanlar da getirtilerek, yenileşme çalışmaları yapılıyordu.
Bu yenileşme çalışmaları monarşik yapıya dokunmadan, Sarayın iradesi ve izniyle yapılabiliyordu. O yüzden yenilenme çalışmaları eski bir kalenin restorasyonundan öteye gidemiyor, Osmanlı’nın çözülüp dağılmasına engel olamıyordu.
Bu sebepten Osmanlı aydınları, Yeni Osmanlılar (Jön Türkler) Meşrutiyet istiyordu. Abdülaziz Meşrutiyet isteyenlerin bir kısmını sürgüne gönderdi. Birçoğu da yurt dışına kaçtı.
Yurt dışında örgütlenen Yeni Osmanlılar (Jön Türkler) Mithat Paşa, Ziya Paşa, Namık Kemal gibi aydınların önderliğinde Harbiye öğrencileri, medrese öğrencileri ve askerler Topkapı Sarayı’nı kuşatarak, Abdülaziz’i tahtan indirdiler. Sonrasında 5.Murat’ı Tahta geçirseler de psikolojik sorunları yüzünden tahtan indirip, Meşrutiyeti ilan edeceğini söyleyen 2. Abdülhamit tahta geçti. Böylece 1.Meşrutiyet ilan edildi (1876) Mithat Paşa sadrazamlığa getirildi. İlk anayasa (Kanun-i Esasi) ilan edildi. 1. Meşrutiyet Anayasa yapmıştı ama son söz, padişah 2. Abdülhamit’indi. Anayasa, monarşiyi bağlamıyordu.
Nitekim 2. Abdülhamit, Osmanlı Rus savaşını (93 harbi) bahane ederek, meclisi kapatıp, başta Mithat Paşa olmak üzere birçok mebusu sürgüne yollamış, hatta Mithat Paşa Taif Zindanı’na atılmış, orada da öldürülmüştür (1884) Böylece 29 yıl sürecek 2. Abdülhamit istibdat dönemi başlamıştır.
1908’de Rumeli’de askerlerin başlattığı isyan üzerine 2.Abdülhamit isyanı bastıramayınca, 2. meşrutiyeti ilan etti. Sonrasında seçimler yapıldı. İttihat ve Terakki Parti’si kazanarak hükümeti kurdu. İstanbul’da (Rumi, 31 Mart 1325), (Miladi, 13 Nisan 1909) 31 Mart, gerici ayaklanmasını bastıran hareket ordusu 2.Abdulhamit’i isyandan sorumlu tutarak tahtan indirdi. Yerine Mehmet Reşat (1909- 1918) padişah oldu. Mehmet Reşat’ın ölümünden sonra yerine Mehmet Vahdettin (1918- 1922) geçti. Kurtuluş savaşı sonrasında, son Padişah Vahdettin ülkeyi terk etti.
TBMM’si saltanatı kaldırdı (Kasım 1922) Böylece Osmanlı Devleti resmen ortadan kalktı. Bu özet anlatımdan sonra Osmanlı aydınlarını bakalım.
Osmanlı’da, kuruluşundan, Tanzimat dönemine kadar geçen zaman diliminde eğitim, şeyhülislamların sorumluluğuna bırakılmıştı. Eğitimin özü, Ortaçağ Avrupası’ndaki gibi Tanrısaldı. Bu eğitim, İslam dinini öğretmek adına; Arap dilini, töresini, yazısını vs. toplumun tüm katmanlarına öğretmek ve içselleştirmek üstüne düzenleniyordu. O yüzden Osmanlı’da Batılı anlamda Türk asıllı filozoflar, bilim insanları yetiştirilememişti.
Tanzimat’la batılı anlamda okulların açılması, bu okullarda doğal bilimlerinde ders olarak okutulması Osmanlı’da aydınların yetişmesinin önünü açmıştı.
Osmanlı aydınları, özellikle 2. Meşrutiyet sonrası Batıya (Avrupa) yüzünü dönüp, orda ki gelişmeleri anlamaya, anladıkları kadarıyla kendi düşüncelerini yetkinleştirmeye ve düşüncelerini dergi ve gazeteler aracılığıyla paylaşmaya çalışıyorlardı.
Osmanlı’da aydınların şansızlığı, Avrupa’daki gibi güç alabileceği sınıfsal bir tabanının olmamasıydı. Çünkü Osmanlı’da Burjuva sınıfı yoktu.
Avrupa aydınları, burjuva sınıfının desteğinde feodal devletle mücadele ederek yol alırken; Osmanlı aydınları, feodalizm koşullarında kendisine yol açmaya çalışıyorlardı. Ondan sebep, aydınlanma anlamında bir ileri iki geri düşüyorlardı.
1.Paylaşım savaşı, Osmanlı Devleti’ni fiili olarak yok etmiş, Anadolu’da Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yaktığı kurtuluş meşalesinin aydınlığı, Edirne’den Ardahan’a her milliyetten, her düşünceden Anadolu insanını sarmış, asker, sivil, kadın, erkek, kız kızan topyekûn bir direniş ve her cephede karşı saldırılarla, yaklaşık üç yıl süren Kurtuluş Savaşıyla emperyalist işgal sonlandırılmış, Lozan Anlaşması (24 Temmuz 1923) ile de zaferimiz tescil edilmiştir.
9 Eylül 1922 günü İzmir Belkahve sırtlarından, Yunan askerlerinin telaşla gemilere binip İzmir’den ayrılışlarını izlerken; Yanındaki subaylar, “Paşam başardık, savaşı kazandık” dediklerinde, Mustafa Kemal Paşa, “Asıl mücadele şimdi başlıyor.” Der.
Mustafa Kemal Paşa’nın sözünü ettiği mücadele, aydınlanma mücadelesidir.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların aydınlanma mücadelesini sonraki yazımızda anlatmak üzere, Yazımı şöyle sonlandırmak istiyorum.
Gericilik cehaleti, cehalet gericiliği besler.
----------------------------------------------------Tahir Eker 3.8.2020
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.