- 591 Okunma
- 5 Yorum
- 3 Beğeni
İN MİSİN? CİN MİSİN? SEN KİMSİN? (Birinci Bölüm)
Yaşlı kadın, elindeki bastonuyla üç dört metre uzağında ki kayalıkları gösterdi:
--Taa! O kayalıklarda bir kovuk var, o kovuğa bi girdi bi daha çıkmadı. Ben anlattıydım herife, girme dedim inanmadı. Ben aha bu gözlerimle görmüştüm, ufak boylu, sakallı adamlar girip çıkıyorlardı oraya...
"Kırklara yedilere karışırsın, aman ha yaklaşma oraya! Demiştim, ama dinlemedi beni.
Başı hafif hafif, öne arkaya sallanıyordu; ritmik bir şekilde...Başındaki yeşil yazması, kırmızı renkli, çiçekli fistanıyla pek bi şirindi.
Gözlerini kayalıklara dikmiş, titreyen elleriyle bastonunu sallıyordu:
---Aha! Taa oradaki deliğe bi girdi, bi daha çıkmadı!
Gelini yavaşca eğildi. Şaşkın gözlerle uzaklarda ki kayalıklara bakakalan arkadaşının kulağına ve fısıldadı:
---İyice yaşlandı, ne dediğini bilmiyor. Korkma, kırklar yediler falan demesine bakma sen bunun.
Misafirliğe geldiği arkadaşının köyünde, piknik yapmak için gelmişlerdi bu ağaçları bol, yemyeşil yayla gibi yere...
Çocukluk arkadaşıydı Emine... Emine’nin kayınvalidesi seksenli yaşlarda falan bir ihtiyarcıktı.
Yıllar sonra internetten tesadüf eseri bulmuşlardı birbirlerini.
Arkadaşını ziyarete geldiği bu köy ve yaşlı kadının anlattıkları epey bi germişti kadını.
Neredeyse pişman olmaya başlayacaktı geldiğine geleceğine...Evde de garip garip şeyler anlatmıştı zaten yaşlı kadın Zehra’ya...
Zehra oldum olası bu üç harfli yaratıklardan korkmuştu ve bu ilk defa geldiği yerde de böyle garip olaylarlardan bahsedilmesi kanını dondurmaya yetmişti.
Kocası bu ziyarete hiç sıcak bakmamış:
---Yıllardır görmediğin bir arkadaşın için bilmediğin bir yerlere gitmene rızam yok, ama yine de kendin bilirsin!
Demişti...
Kocası çok haklıydı aslında, yaptığı şey tamamen saçmalıktı.
Artık yaptığı bu ziyareti; kendisi de gereksiz buluyordu.
Devam etti konuşmaya arkadaşı:
"Aslında bu zavallının kocası, daha önceleri bir kaç sefer, hatta sık sık, bırakıp bırakıp gidermiş, bu daha gencecik gelinmiş o zamanlar. Gidermiş beş altı ay gezer tozar sonra geri gelirmiş köyüne.
Bu zavallı da hiç sesini çıkarmaz, razı gelirmiş. Boynunu büker beklermiş. Bu gidişlere dönüşlere alışmış zamanla... Dönüp gelmesi yetermiş ona.
Ama en son sefer gittiğinde, bir daha geri dönmemiş...
Kafayı bozmuş yazık. Kabullenememiş geri dönmeyişini. İlerde bi mağara var, oradaki ufak bir deliği gösterip dururmuş;
"Buraya girdi!
"Buradan çıkamadı!
Her gün gelip burada beklermiş. Delikten çıkıp gelecek diye...
İlk zamanlar inananlar bile olmuş. Cinler periler, kırklar yediler falan derken köylünün de aklı karışmış.
Belki merak edip, çoluk çocuk mağaranın içine girerler diye düşünerek te, mağaranın önünü dikenli çırpılarla kapatmışlar."
Yaşlı kadın Emine’ye ters ters baktı ve bastonunu kafasına vurmak için kaldırdı. Gelini ani bir hareketle bastonu tuttu ve bağırdı:
--Ana! tamam!
---Sustum, sen doğru söylüyorsun, kelli felli kocaman adamı yuttu gitti küçücük kara delik.
Zehra ne yapacağını bilmez halde izliyordu olanları...
Yaşlı kadın homurdanarak kalktı yürümeye başladı. Bastonuyla gösterdiği yöne doğru; bükülmüş belinden ve topallayan bacağından umulmayacak kadar hızlı adımlarla uzaklaştı.
Gelini baktı güldü arkasından:
---Deli kadın ya! Kırklara yedilere karışsan da, sen de kurtulsan ben de kurtulsam bari!
Zehra arkadaşına bakakaldı. Burası nasıl bir yerdi. Nerelere gelmişti böyle. Gelmez olaydı. Bu uğursuz köye.
Korkudan beti benzi atmıştı:
---Yaa! deme öyle ya!
---Korkuyorum ben!
Emine arkadaşına dönüp:
---Gel gidelim peşinden. Kaybolursa kocam beni gebertir! Bir keresinde dikenleri kaldırırken bulmuşlar kaynanamı. Mağaraya girip kocasını aramaya kalkışmış. Şimdi yine aynısını yaparsa yandım valla!
Zehra ne yapacağını bilemez halde ayağa kalktı.
Burada yanlız kalmak veya yaşlı kadını getirmek için o kırkların yedilerin karıştığı, üç harflilerin mağarasına gitmek...
Her iki durumda da korkudan ödü patlıyacağı kesindi. Dağın başında tek başına ne yapacaktı?
Ya gidip ikisi de gelmezlerse...
Keşke kocasının sözünü tutsaydı ne işi vardı ya! Bu huyunu suyunu bilmediği, tuhaf insanlar arasında. Daldığı düşüncelerden sıyrıldığında; arkadaşı kaşla göz arasında kaybolup gitmişti bile....
---Gideyim mi?
---Kalayım mı?
Kararsızlık içerisinde bocalayıp dururken; aniden karar verip koşmaya başladı. Onların gittiği yöne doğru.
Arkasından gelen kalın bir erkek sesiyle irkildi ve çivi gibi çakıldı kaldı olduğu yere... Hiç kıpırdamadan bekliyordu şimdi.
Gür ve kaba bir ses tonuyla; birisi kendisine sesleniyordu.
Hem de ismi ile hitap ediyordu:
---Zehraa! Dur gitme!
---Burada kal. Gel yanıma..!
---Zehra arkana bak! Ben buradayım...
--- Gitme sakın onların yanına!
---Burası daha güvenli!
Adeta donakalmıştı oldugu yerde. Ses sanki yankılanıyordu.
---Gel... Gel...Geelll...
Arkasına dönüp bakmadığı halde sesin sahibini görmeye başladı. Karşısında dikiliyordu sanki...
O anda işte ipler koptu. Yere yakın boyuna rağmen, yerlerde sürünen simsiyah sakalı ve uzun çekik gözleri; koca ağzına doğru sarkan kalın bıyıklarıyla çok korkunç görünüyordu.
Bütün gücüyle tekrar koşmaya başladı. Ama bu sefer köye doğru koşuyordu.
Kendisini çağıran adamın soluğunu ensesinde hissederek, koştu koştu...
Üç yaşlarında bir çocuk gibi vücudu olan ama kocaman bir adam görünümünde cüce gibi bir yaratıktı arkasından gelen.
Arkasındaydı ama aynı zamanda da önündeymiş gibi görebiliyordu onu.
Simsiyah ve gür kalın kaşları, iri elleri vardı. Gözlerini kocaman açmış ve sürekli kirpiklerini kırpıştırıyordu. İri kıllı elleriyle gel işareti yapıyordu kendisine.
---Gel..!
Nefes nefese kalmıştı. Cebindeki telefonu çıkarmaya çalışırken koşmaya devam etti.
Kocasını arayacaktı. Anlaşmalarına göre yarın kendisini almaya gelecekti. Ama bu şartlarda burada bir saat bile kalmaya tahammülü yoktu.
Hemen yola çıkmasını söyleyecekti kocasına...
---Gel beni al! Diyecekti...
Köyden eşyalarını alıp, hiç beklemeden kasabaya gidecek, bir otelde oda tutup, orada bekleyecekti kocasını.
Yıldırım hızıyla düşündü bütün bunları, bir taraftan koşuyordu hala...
--Yok! Yok!
Vazgeçti, kasabada falan kalmasına gerek yoktu. Hiç beklemeden, en iyisi, hem bu köyden hem bu kasabadan acilen uzaklaşmalıydı.
Kocasının gelmesini beklemeye falan gerek yoktu, bir an önce evine gitmeliydi.
Ah güzel evi ve huzurlu hayatı... Ne kadar özlemişti yuvasını, bin kere pişman olmuştu, kocası Ahmet’in uyarılarına kulak vermediğine.
Köye yaklaşmıştı ve hala koşuyordu. Neredeyse; tabiri caizse çatlamak üzereydi.
Nefes nefese kalmış bir halde cesaretini toplayıp arkasına baktı. Kimse yoktu.
Belki de hayal görmüştü. Ya da aklının ona oynadığı bir oyundu bu...
Tekrar baktı arkasına. Geliyordu işte. Birisinin ona doğru koştuğunu görünce, aklı yerinden oynayacak gibi oldu adeta.
Dikkatlice bakinca bu gelenin bir kadın oldugunu fark etti, biraz daha yaklaştığında ise; yeşil renkli, çiçekli pazen eteğinden tanıdı arkadaşını.
Yüreğine su serpildi. Arkadaşıydı koşarak kendisine yetişmeye çalışan.
Durdu yere çöktü, derin derin nefes alip verdi bir kaç kere... Sonra oturdu yere ve beklemeye başladı Emine’nin gelmesini.
Yanına geldiginde o da nefes nefese kalmış bir halde, oturdu yolun kenarina. Ve sordu bir çırpıda, nefesi tıkanarak, soluk solluğa:
---Ya bacim ne oldu?
---Niye beklemedin!
---Niye koşup geldin köye?
---Çok korktum seni göremeyince...
Zehra arkadaşına ne diyecekti şimdi... Gördüğü cüce adam gerçek miydi? Yoksa duyduklarının etkisi altında kalarak; hayal gibi bir şey miydi tüm yaşadıkları?
---Ben de çok korktum!
---Sen teyzenin arkasından gidince, size yetişmek için koşmaya başladım. Bir ses duydum. Sonra köye dönmeye karar verip buraya kadar koştum. Kaynananın anlattıklarından çok etkilenmiştim.
Anlattıkları çok korkuttu beni. Seni göremeyince korkudan tuhaf şeyler göründü gözüme. Kusura bakma ne olur arkadaşım. Seni de telaşlandırdım...
Arkadaşının elleri omuzundaydı şimdi. Hafifçe dokundu, sırtını sıvazladı:
---Hadi kalk geri dönüp devam edelim pikniğimize...
---Yooo!
---Ben gitmem artik oraya!
---Köye gitmek istiyorum ben. Zaten eşim rahatsızlanmış. Bugün eve dönmem gerekiyor.
Dedi ve başını kaldırıp arkadaşının yüzüne baktı; kocaman iki iri gözle karşılaştı. Sürekli kirpiklerini kırpan, kalın kaşların altında, bir çift uzun çekik göz.
Sırtını sıvazlayan kocaman parmakların ağırlığını hissetti. Üzeri kıllı kocaman elleri gördü en son...
Omuzları çöktü. Titreyen bedeni taşıyamadı bu ağırlığı.
Oracığa yığıldı kaldı...
...
YORUMLAR
"Kırklara yedilere karışırsın, aman ha yaklaşma oraya!
Kırklar ve yediler bir parantez içinde açılsaydı Onlara karışmanın korkulacak şey değil bir lütuf olduğu bilinirdi. Zira yazılar kalıcı şeylerdir ve git gide cahilleşen toplumumuzda diğer içi boşaltılmış kavramların kaderini yaşamaktan emin olunurdu.
Bunun dışında başarılı bir arkası yarın tadında oldukça güzel abartısız ve gereksiz söz kalabalığından uzak kendini okutmaya muktedir bir yazıydı.
Elinize sağlık.
asude_vuslat
çok yerinde bir yorum
Allah razı olsun
asude_vuslat
hikayenin amaçlarından biriydi iç ürpertmesi
başarılı olduğumu düşündüren yorumunuza teşekkür ediyorum
saygılar...