- 486 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Toplum 11
Böylece El, kişilerin kolektif bağını kolektif güçten ve kolektif koruyuculuk içinde çözüp atmıştı. Kolektif güç El ‘deydi. El de zaten mülkün sahibiyim demekle güç bende diyordu. El sahibinizim diyordu. Sizi koruyup gözeten, sizi yetiştirip, size rızk verip, sizi terbiye etmekle, sizi esirgemekle rab olanım diyordu.
El sizi kimden koruyordu? Bilinmezdi. Siz üretmezseniz açlıkta ve kıtlıkta yine ölüyordunuz. El gözetse de gözetmese de ceylan, aslanlara ağ (yem) oluyordu. Ürettiğiniz zaman da sizi koruyup gözeten bir güç zaten ortaya çıkıyordu. Yani sizi koruyup gözeten El değil, kolektif emek gücünüzdü.
El ‘in koruması olsa olsa kendi sahiplik hıncının kendi tamahkâr hışmından sizi koruyor olmalıydı. Yarın yine üretecek durumla çalışacak olmanız El ‘in öfkesini frenliyordu. El bu fireni size, merhamet etme diye yutturuyordu.
Daha olmadı mı El bir gözdağı verip, gözdağını sürekli kılacakmış, hissiniz karşısında da El gözdağına karşı sizden söz alıp merhamet gösterme illüzyonuna bu türden türlü türlü durumlarla merhametine ve korumasına devam ediyordu! Hep oyundu.
Ki köleleri yarın yeniden çalıştırıp üretim yaptıracaktı. El bu hileyi gözlerden saklayıp, yarın yeniden çalıştırıp, yarın yeniden üretim yaptırmanın tuzağı içindeki pozlarla zaten merhametli olmak zorundaydı.
Üreten bir kolektif gücünüz olmasaydı ne sizin sahibiniz vardı. Ne sizi koruyup gözeten vardı. Ne size merhamet eden vardı. El; “Ben bir tek kişinin ikincisiyim”, dese de ona yardım edenim dese de aslanın ağzında çırpınan tekil kişi karşısında El fır diye kayıp oluyordu.
Kesikli sürekli tüketim varsa; kesikli sürekli üretim de vardı. El tüketmesine ve şatafat içinde olmasına karşın, yeniden ve yeniden üretim yaptıracağı; emeği sömürü kılacağı nedenle El sizi de koruyup gözetmek zorundaydı.
Ayrıca El ‘in esirgediği, koruduğu rızk verdiği bir şey de yoktu. Yıldırım zorunlu düşüyordu. Yıldırım bir yere düşerken zorunlu olarak ta diğer bir yere de haliyle düşmüyordu. Sizde zorunlu olarak yıldım düşen yerde de, yıldırım düşmeyen yerde de zorunlu olarak bulunmak taydınız.
Bu nedenle düşen yıldırım tekrarları bir gün sizin bu yerlerin birinde olmanızla kafanıza zorunlu düşüyordu. El sahipliği nedenle kolektif güçten yoksunluğu demek kişinin yalnız kalmasıydı. Bu kişinin mülk sahibi karşısında, mülk sahibi iradesine karşı yalnız bırakılmasıydı.
Bu kolektif gücü El ‘e verip, El mülkün sahibidir demenin illüzyonu karşısındaki kişi kolektif emeği ve dolaysıyla kendi emeğini mülk sahibidir dediği kişiye terk eden kişimizin tutumu kişimizi; kendisine ve toplumuna yabancılaşmaydı.
Bu yabancılaşma karşısında sahibinin sesi kişiye diyordu ki; “yeryüzünü dolaş (ki tüm yeryüzü sahipliydi). Senin rızkını yeryüzüne saçtım. Mülk sahibinin, mülkü içinde çalışman karşılığında senin de bir payın vardır” diyordu.
YORUMLAR
El sonra İl olmuşa benziyor, yine de El her zaman alıcıdır, il'den öne gelir. bunu paylaşım diye İLE yapmış olabilirler.
Lakin bu paylaşım El'in hiç bir alın teri olmasa da şu kadarı benim demesiyle, kimse buna ses çıkaramadığı için de şart oluyordu. Ancak El, hiç durmuyordu devamlı istiyordu çünkü kendi şatafatı için istemeliydi.
El hiç bir zaman köleliğe karşı çıkmadı, kölelik onun için zorunluluktu çünkü kölelik olmasaydı El'de olmayacaktı.
gibi anlayabildim hocam, doğru mu anladım bilmem.
Kuzulara diyordu ki şurada otlayın, hoplayın, zıplayın,, kurtlara diyordu ki, kuzuları rahatsız edin bir kaç tane de götürün mideye.. olay gerçekleşince kuzulara diyor ki; ben sizi koruyacağım, lakin şu kadara mal olur size, ya bana içinizden birini verirsiniz ya da şu ücret karşılığında olabilir bu, kuzuların çaresi olmadığı için de, mecburen kabul ediyorlardı.. üstüne bir de kuzularla uğraşmamak için şikayetlerini duymamak için kuzulardan biribe El vekalati veya yardımcılık veya muhtarlık veriyordu..
o kadar çok hikaye çıkar ki bu konuda, sanatçılara ve senaristlere çok iş düşüyor..
**
El deyince Tapınaklar Savaşı pardon Taht Oyunlarında "El" vardı o geldi aklıma..
Asırlardır El bizi hamur gibi yoğurmuş diyorum. paydos deme makamındayım derken, kusura bakmayın bir gülme geliyor kendime.. El o kadar ağırki bunu anlatmanın Türkçesi nasıl olabilir diyor ve sizlere hak veriyorum..
Saygılarımla hocam,
Eksik olmayın..
Kısa ve özdü. Ben anladıysam herkes anlar ihtimalen.
Bayram Kaya
Siz konuya vakıf durumla, ön yargıları olmadan yaklaşıp; yerleşik bildiğimiz mantığa karşın ne dendiğini anlamak isteyen bir aydın tutumu içinde olmakla; konuyu gayet güzel anlam ve mizahi bir anlatım irdelemesine tabii tutuyorsunuz. İmrendim doğrusu.
Aslında ne kurda ne kuzuya onu diyen yoktu. Bu makro süreç, varoluşun kendisini kendi üssü durumları içinde boşluklu tanecikli yapıları dolduran yansımalardan kaynaklı bağ enerjileriydi.
Siz buna kurda yem olmak pahasına var oluş ta diyebilirsiniz. Çünkü var oluşun duygusu, önyargıları, hukuk ve adaleti yoktur. Her var oluş belirli oluşu veren, bir olgu, olay ve olamlar etkime alanıdır.
Var oluşun neden hep aynı durumla taş; ya da neden hep aynı durumla kuzu; neden hep kurt olamamasındaki kritik değerleri çözmedikçe; kurtla kuzu hikayesini ya da şahinle serçe gerçeğini çözemeyiz.
Yoksa kimse kurda kuzuyu ye sende ot ye demiyordu. Kuzu kurdun; ot ta kuzunun nasibi demiyordu. Bunu çözmekte başka şeyleri çözmekti. İşte macera buydu.
Son tahlilde bilimsel ve özellikle kuantum dünyadan benzeşme ve çıkarımla sunmağa gayret ettiğim insanlık maceramız özelde de toplumsal maceramız yaklaşıkla böyleydi.
Saygı sevgi ve selam dileklerimle.