- 388 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MİGUEL ANGEL ASTURİAS
Guetemalalı şair ve romancı Angel Miguel Asturias, 1899 yılında dünyaya geldi. San Carlos Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi gördükten sonra 1923 yılında Avrupaya gelmiş ve uzun süre Paris’te kalarak Sorbonne Üniversitesi’nde Orta Amerika kültür hazinesi üzerinde araştırmalar yapmıştır.İlk yapıtı olam Amerika Yerlilerinin Dinleri ve Efsaneleri, adlı folklor incelemesi, bilimsel değerinin yanı sıra, büyük yazarın daha sonraki yapıtlarında kullanacağı malzemeyi de kapsamakta ve üstün anlatım tekniğinin temelini oluşturmaktadır. Asturias, ancak ülkesindeki faşist yönetim yıkılıp da dostu Arbenz cumhurbaşkanı seçilince Guetemala!ya dönecek:çok geçmeden de Meksika, Arjantin ve Fransa’da büyükelçi olarak yurdunu temsil edecektir. Armas’ın faşist hükümet darbesinden sonra bu görevinden ayrılan ve gene Paris’te sürgün hayatına başlayan Asturias, 1963 yılından sonra gene Guetemala’nın Paris büyükelçisi olmuştur.
Asturias’ın hayatıyla olduğu kadar yazarlığıyla da, iki cepheli bir mücadeleyi sürdürdüğünü görüyoruz. Yerli atalarından devraldığı Maya kültürünü tüm boyutlarıyla değerlendirip işleyerek tanıtmak söz konusu mücadelenin birinci cephesini meydana getirmektedir. İkinci cephe ise, Orta ve Güney Amerika halklarını boyunduruk altında tutan Amerikan emperyalizmi ile bu emperyalizmin Guetemala’daki temsilcilerine karşı yürütülen mücadele cephesidir. Ve Asturias’ın yapıtlarında, bu iki yanlı mücadele üstün bir anlatım gücüyle dile gelir
Büyük yazarın edebiyat alanındaki ilk yapıtı, 1930 yılında kaleme almış olduğu Guetemala Efsaneleri’dir.Yitip gitmiş bir kültürün bütün şaşaasıyla ve insanı hayran bırakan şiirli bir atmosfer içinde canlandırdığı bu yapıt, Asturias için, kendi soyunun gerçekle ve efsaneyle içiçe örülü dünyasına bir yaklaşım aracı olduğu kadar, sömürge koşullarının doğurduğu çatışmaları halk ruhunun derinliklerine çökmüş olan Maya kültürü kalıntılarının aynasında bir yansıtma çabası olmuştur.
Ama Asturias’ın dünya çapında ün kazanmasını sağlayan kitabı, 1946 yılında yayınladığı Sayın Başkan adlı romanıdır. Kuzey Amerika kumpanyalarının zoruyla iktidara gelmiş olan Cabrera’nın hayatını işleyen bu yapıtta, korkunç bit diktatoryanın kara gerçeği, yoğun şiir yüklü bir dil sayesinde adeta şekil değiştirip insanın uykusunu kaçıran bir dev masalı haline girmektedir. Sayın Başkan, yayınlandığı günden bu yana, Orta ve Güney Amerika’daki hükümet darbelerini haber veren bir barometre olmuştur:Asturias’ın kendi deyişiyle. ’’Orta ve Güney Amerika ülkelerinde bir darbe havası estiği vakit, kitapçı vitrinlerinden kaldırılan ilk kitap Sayın Başkan olur.’’
Yazar, bu kitabın ardından, eski bir Maya efsanesinin çağdaş sorunlar içinde canlandığı Mısırın Yaratıkları, adlı romanını yayınlamıştır.Ama Asturias’ın en verimli dönemi, 1950’den sonra başlamaktadır. Gerçekten de bu dönemde, yoğun bir lirizmle olağanüstü bir fantezi havasının kaynaşyığı şiirlerin ve Soluna adlı tiyatro yapıtının yanı sıra, romancının, dev çaplı bir üçlüye girdiğini görüyoruz.Kasırga, Yeşil Papa, Gözleri Açık Gidenler, adlarını taşıyan bu büyük trilojide Asturias, yarattığı yeni anlatım tekniğinin doruğuna ulaştığı gibi, yurdunu sömüren yabancı emperyalist kumpanyaların içyüzlerini de alabildiğine vurucu bir bilinçle ortaya sürmektedir.
Trijolide egemen tip, Chicago’daki büyük bir tröstün başkanı ve Orta ve Güney Amerikaları sömüren United Fruit kumpanyalarını simgeleyen Geo Marker Thompson’d ır.Milyonlarca insanın hayatına hükmeden Thomson, daima Cgicago’da oturur ve tıpkı görünmeyen bir Tanrı ya da varlığı somut olarak duyulamayan bir kavram gibidir. Kasırga’da, Thomson’ın yönettiği tröstün balta girmemiş ormanları yok etmek suretiyle açtığı büyük muz bahçelerinde çalışan işçilerin ağır hayat koşulları altında ezilişi, küçük toprak sahiplerinin tröstün egemenliğine karşı direnişi, Guetemalalı yöneticilerin saldırgan Beyazlara satılmışlıkları ve halkın dipten doğru yükselip gelen homurdanışı betimlenir.Kitabın sonunda birdenbire patlak veren kasırga, ezilenleri olduğu gibi ezenleri de sürükler. Kasırga burada, hem esrarlı doğa güçleri karşısında sömürgenlerin aczinin, hem de emperyalist kuvvetlere karşı başlayacak bir halk hareketinin simgesi olarak betimlenir. Yeşil Papa’da ise, birinci romanın sonlarına doğru sahneye çıkan Geo Marker Thomson tipi işlenmekte; ve, Guetemala’nın ilk sahiplerinin mağrur torunları olan İspanyol-İndios karışımı yerliler karşısında emperyalist Anglosakson tipinin barbarlığı ve vicdansızlığı dile getirilmektedir.Kasırga’da ’’Yeşil Papa’’ya direnmeye yeltenen örgütsüz insanların, ellerinden hile ve zorbalıkla alınmış kendi eski arazileri üzerinde nasıl hayvan gibi çalıştırıldıklarını büyük bir destan havası içinde gözler önüne seren Asturias, Gözleri Açık Gidenler’de yarattığı Juan Paplo Mandragon tipi ile, umarsız halk yığınlarına devrimci bir önder sunmaktadır. Trilojinin bu son kitabı, gene bir Maya efsanesine dayanıyor. Söz konusu efsaneye göre, bu ülkede bütün yerliler gözleri açık olarak ölür ve öyle gömülürler. Ölülerin açık gözleri ancak büyük ceza gününde kötülerin ve haksızlıkların hesabı görüldükten sonra kapanacak ve insanlar ancak o vakit huzur içinded yatacaklardır. Yeşil Papa ile el ele verip halkı ezen bir diktatöre karşı, romanın kahramanı Mandragon, önce silahlı ayaklanma , suikast gibi bütün anarşist mücadele yollarına başvurur, ama bir türlü başarıya ulaşamaz. Sonunda umarsıozlığından, daha barışçıl bir mücadele yolunu seçer. Bu yol, grevdir. Devrimci fikirlerini yayabilmek ve kendisine yandaş toplayabilmek için en düşkün işçilerin kaderini paylaşarak aralarında yaşayan Mandragon, tükenmez sabrı ve sarsılmaz inancı sayrsinde, yavaş yavaş bütün halk tabakalarını savunduğu davaya bağlayacaktır. Hayatın en iğrenç yanlarından en yüce yanlarına değin bütün belirimlerini, gerçekleşen bir masal ve masallaşan bir gerçek örgüsü içinde dile getiren bu üçlü, sosyalist gerçekçilik anlayışının en büyük başyapıtlarından biridir.
Zamanla daha çok keskin ve ödünsüz bir savaşçılık anlayışı doğrultusunda yapıtlar üretmeye koyulan Asturias’ın 1956 yılında yayınladığı Guetemala’da Hafta Tatili adlı romanında, faşist bir rejimin boyunduruğu altında inleyen ülkesinin, Komünizmle Mücadele Dernekleri, mezarları kendilerine kazdırıldıktan sonra katledilen sendikacılar, halkı kırıp geçiren ücretli askerler, iftira kampanmyaları, yığın halinde tutuklamalar ve sorgusuz sualsiz kurşuna dizmelerle örülü acı gerçeğini olanca çıplaklığıyla ve büyük ustalara özgü bir röportaj tekniği içinde gözler önüne serdiğini görüyoruz. Asturias, 1963 yılında kaleme aldığı Bir Melez Kadın adlı romanında, gene yurdunun efsaneleriyle içiçe ördüğü bir konuya dönmektedir. Zengin ve kusretli bir kişi olmak isteyen yoksul bir köylünün uysal karısını Şeytan’a satışı ve ağa durumuna geldiktensonra, aslın da Şeytan’ın bir vtuzak olarak yarattığı alabildiğine güzel ama cinssiz ve şımarık bir melez kadınla evlenince başına gelenleri anlatan bu roman, büyük Fransız şairi ve düşünürü Paul Valery’nin yıllarca önce Guetemala Efsaneleri’ni anlatmak üzere söylemiş olduğu, ’’öykü-düş-şiir karışımı bir yapıt’’ şeklindeki tanımı kusursuz bir biçimde gerçekleştirmektedir.
Asturias, roman alanında en son olarak 1966 yılında Dilencinin Çukuru adlı bir kitap yayınlamıştır. 1967 Nobel edebiyat ödülünü kazanan büyük yazar, ayrıca, son şiirlerini de yeni bir kitapta toplamış bulunmaktadır.1974 yılında kaybettiğimiz bu büyük ustayı Sürgünün Yakınmaları adlı şiiriyle selamlıyorum. Işık içinde yatsın
Ve sen, sürgün:
Konup göçücü olmak, hep konup göçücü,
han misali bir dünya
ve bizim olmayan gökleri seyretmek,
bizim olmayan insanların arasında
yaşamak,
bizim olmayan
şarkıları mırıldanmak,
bizim olmayan bir
gülüşle
gülmek,
bizim olmayan elleri sıkmak,
bizim olmayan gözyaşlarıyla ağlamak,
bizim olmayan sevdalara salmak kendini,
bizim olmayan
yemekleri tatmak,
bizim olmayan tanrılara yakarmak,
bizim değilmiş gibi adımızı işitmek,
bizim olmayanı, şunu bunu düşünmek,
bizim olmayan bir parayı kullanmak,
ve bizim olmayan yollarda gitmek.
Ve sen, sürgün:
Konup göçücü olmak, hep konup göçücü,
ne varsa
dünyada her şey ödünç,
bizim olmayan
çocukları kucaklamak,
bizim olmayan bir ateşe yaklaşmak,
bizim olmayan çıngırak
seslerini işitmek,
bizim olmayan ölümlere ağlamak,
bizim olmayan bu hayatı yaşamak,
bizim olmayan oyunlarla oyalanmak,
bizim olmayan bir yatakta yatmak,
bizim olmayan kulelere tırmanmak,
bizimkilerin dışında, haberler okumak,
bütün dünya için ve bizimki için acı çekmek,
yağmur başka yağmur olduğu zaman yağmuru dinlemek,
ve bizim olmayan suyu içmek…
Ve sen, sürgün:
Konup göçücü olmak, hep konup göçücü,
gölgesi olmayan ama eşyaları olan,
bizim olmasa da bayramı kutlamak,
bizim olmayan bir yatak ve “ekmeğimizi”,
bizim olmayan hikayeler anlatmak,
bizim olmayan işlerle uğraşmak,
bizim olmayan evleri tutmak, bırakmak,
bizimkinden başka şehirlerde dolaşmak,
ve bizim olmayan hastanelerde
şifası hiç yoksa tesellesi olan
hastalıklara baktırmak. Ama sizinkisi değil,
sizinki iyileşirse geri dönmekle iyileşir…
Ve sen, sürgün:
Konup göçücü olmak, hep konup göçücü,
ille yarın, yarın ya da hiç…
saatlerin zamanı yapay bir zamandır
zaman yerine yokluğu ölçer.
Bizim olmayan takvim yaprağında
hesaptan düşülen yılların
bizim olmayan yaş günleriyle ihtiyarlamak,
bizim olmayan bir toprakta ölmek,
bizim olmayanların ağladıklarını işitmek,
ve bizimkinden başka bir bayrağı görmek,
bizim olmayan bir tahtayı kaplamak,
bizim olmayan bir tabutla örtmek,
ve bizim olmayan çiçeklerle ve haçlarla,
bizim olmayan bir mezarda uyumak,
bizim olmayan kemiklere karışmak,
sonunda vatansız bir adam olmak,
isimsiz bir adam, insansız bir adam…
Ve sen, sürgün:
Konup göçücü olmak, hep konup göçücü,
han misali bir dünya,
ne varsa dünyada her şey ödünç,
gölgesi olmayan ama eşyaları olan,
ille yarın, yarın ya da hiç…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.