- 805 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
Ruh
Ruhum sıkılıyor. Epeyidir bir kerpeten ve onun itinalı bir çevirme ve sıkıştırma hareketleri eşliğinde saatlerimi geçiriyorum. Sıkıldıkça hüzünleniyor, hüzünlendikçe bir şeyler oluyor bana. Biraz hava almak için yaptığım kısa yürüyüşler de bir işe yaramıyor. "Oksijen cilde ve ruha iyi gelir," bu bayağı ve ne yazdığının idrakinde olmayan kendini bilmezin yaptığına emin olduğum haberi, bir mecmuanın hafta sonu ekinin sondan ikinci sayfasında olduğunu, senesi zihin çöplüğüm tabanında yatıyor olsa bile hatırlıyorum. Mecmua sözcüğü, bu bakımdan bilinçli seçimim, pek okuyan kalmadı öyle şeyleri. Zaten oldum olası gazetelere dokunmaktan hoşlanmazdım. Şimdi düşününce ölü ağaçlara zorla giydirilen renkli kimlik mi buna beni mecbur etti bilemiyorum. Neyse, böyle ayrıntılarla kimse yorulmuyor, örneğin sahipsiz çiçeklere, aç kedilere, komşunun kapısına alalade asılmış ekmeğin poşetinden düşmek üzerine oluşuna kafa yoruyorum. Geçenlerde bir kuş geldi pencereme, nasıl desem uçamadığını sonradan fark ettim. Hala bahsi geçince hemen gözlerim doluyor, garip şey doğrusu. İnsan değiştiğini böyle tahmin edilmez anlarda anlıyor. Ölüme yavaş yavaş gidişi değil, belki de ona yolculuğunda eşlik eden başka bir kuştur böylesine içlenmemin nedeni. Çocuğu, eşi ya da bir akrabası mıydı bilinmez ama insan ölürken bir topluluk, bir doku oluşturup birlikte hareket ederler. Şimdi düşündüm de birkaç gün sonra yani onun öldüğüne kanaat getirdiğim bir öğlen vakti sağlıklı bir kuşun gelip buğdaylarını yediğini, suyunu içtiğini görüp buna memnun olduğumu anımsadım. Memnuniyetim üzerine birazcık düşününce de oldukça rahatsız oldum. Yorgunluğundan düzeltemediği kıyafeti ile yaşlı bir kadına benzeyen, uçacağına olduğu yerde öylece duran bir solgun tüylü bir kuşa bakmayı kimse istemezdi sanıyorum. Oysa bi güzelliği vardı gidişinin demek isterdim. Bunu söylerken de bir sanat musikisi parçası çok çok uzaktan duyulmalı kanun sesine geçince de....her neyse şuraki ağaca yıldırım düşmüş olmalı, derin bir yarık açılmış gövdesinde hala börtü böceği ağırlıyor. Fotoğrafını çekmeyi tek bir an istedim.
Ölüm beraberinde rahatma hissini getiriyor. Başında bekleyen kuş, onu unutmuş mudur? Yaşlılar ve çoğul hastalar için çilesi bitti derler. Ya görünmeyen çilesi olanlar için aynı şey kolayca söylenir miydi bilemiyorum.
Hayatın devamlılığı başını döndürüyor insanın. Tüm bu kavrayış canlılığa övgüden başkası değil. Eserleri olan insanlara ölmediler bir yanıyla yaşıyorlar sözleriyle onur bahşedilir. Hafif aralık kalmış bir ağıza, mavi, mor bir tene, hareket etmeyen kaskatı bir bedene bakmamış olmalılar. Bunun gibi ifadeleri birkaç kez dile getirince pek arayıp sormaz oldu kimi arkadaşlarım. Dedim ya kimse solgun tüylere bakmak istemediği gibi ölgün, sıkılmış bir ruha da bakmak istemiyor. Çılgın bir hızla çoğalan hücrelerin, taşın bile önce gömülüp, akışkan halde ortaya çıkıp katılaştığı bir gezegende öylece aşınmayı beklemenin çaresizliğinde bir ruh, benim ruhum, onu kucaklıyorum sıkıca, tıpkı bir kerpeten gibi.
YORUMLAR
Yüreğinize,zihninize sağlık sayın Persepone...İnsan ölüme yaklaştıkça ya da ölüm giderek yavaş yavaş benliği sardıkça,o küçük kuş gibi çaresiz hissediyor insan,ölümü sarınmışız da hiç çıkaramayacakmışız gibi üzerimizden,geçmişin anılarına çapa atmış,bugünden ,yeni bir gün üretememenin çaresizliğyle ve soluk tüylerimizle ölümü bekliyoruz....Oysa ölüm de yaşama dair...Bunu kabul ettiğimizde belki bir gün,işte o zaman ,yaşamın hakkını verebiliriz.....Büyüleyici üslûbunuz ve öykü tadındaki denemenizle,bir rüya yaşattığınız için,bin bir teşekkürü borç bilirim,o yüce kalbinize...Sevgi ,selâm ve saygılarımla...
Parlain m
Tekrar tekrar teşekkürlerimi kabul ediniz. Saygı ve sevgilerimle.
mimoza2023
Parlain m
mimoza2023
"canlı varlık, ölümü düşünemez. spinoza’dan öğrendiğimiz bu düşünce olgusal değil varoluşa ilişkindir. onun sayesinde ölüm oruçlarının ölüme değil, yaşama doğru gittiğini, yaşama ilişkin taleplere sahip olduğunu, onunla kenetlenip onu olumladığını öğreniyoruz. çünkü yaşam dirençtir. kendine bir süre biçmez, sonunu algılamaz, sona erdiğinde kendisi ortada bulunmaz."
Ulus Baker
Herşeyi özetlemiş....
Parlain m
“insanlar yatakta ölmek, yani sözgelimi bir uçak kazasında infilak ederek, bir binanın bilmem kaçıncı katından atlayarak, ya da sessizce, siyanürle değil, yakınları diye düşündükleri bir yığın insanın gözlerinin içine, güçten düşmüş ışıksız gözleriyle boşuna sabit bakmaya çalışarak ölmek istiyorlarsa bunun derinde yatan nedeni geriye bir şeyler, ufak tefek, hatırlanması zor, silik ve sitemkâr anılar bırakmak değildir yalnızca. intiharın ya da kazanın çok fazla sayıda meraklıyı ve daha da kötüsü görevliyi etrafa toplayacağı bilinir: polis, doktorlar, savcılar, gazeteciler, itfaiyeciler, rahat evlerinden çağrılarak palas pandıras oraya getirilen yakınlar, sevgililer… ortam hiç de layık olduğunuz kadar sessiz değildir. böyle ölmek, dünyadan sessizce çekilip gitmek olmadığı, olamayacağı için, bir taraftan pornografiye, öte taraftan da reklama dönüşür. pornografi, bedenin ölmeden önceki, ölüm anındaki ve ölümden sonraki her görüntüsünü, aldığı biçimleri, tecavüzdeki çıplaklığı, adli tıp raporundaki ince ve ayrıntılı betimlemeleri, ertesi günün gazetelerinin ya da televizyon ekranlarının sunacağı dehşet görüntülerini kapsamaktadır: yanmış, kanlar içinde betona yayılmış, yarı çıplak küvete büzülmüş duran, hareketsiz beden, belki de şimdiye kadar saklanmak, görünmemek istediğiniz herkesin eline verilmiş, orta malı olmuştur… ne var ki, en yakınlarınızı çağırdığınız bir özel toplantı tarzında bile olsa yatakta ölmek, cesediniz üzerindeki denetiminizi size kolay kolay sağlamayacaktır: mirasçılar, ağlayanlar, geride bıraktıklarınız… hafiften bir suçlama, hiç değilse bir serzeniş, tedirgin bakışlında bir an sezmekten geri kalamayacağınız duygular arasına sızıvermiştir. eğer, ivan ilyiç’in ölümü’nde tolstoy’un, bugün ise, daha ruhsuzca tıpçıların söylediği gibi, ölümden bir an önce gelen alan gerçekten büyük bir ferahlama, rahatlık, zihin açıklığı ve uyarılma zamanıysa bütün bu duyguların ömür boyu çevrenizdeki herkese dair biriktirdiğiniz izlenimlerin bütününü oluşturduklarını daha şimdiden düşünebilirsiniz. bilin ki reklamsız ölmüyorsunuz: pornografi ve reklam olarak ölüm, kendini ölmeye terk etmiş, ölmeye yatmış insanın tek mümkün davranış tarzıdır. son anında bunu hisseden çoğu kişinin neden yataklarından fırlayıp kendini gücü yettiğince uzaklara taşımaya çabaladığının sırrı bunda yatıyor olsa gerek. ölmek, böyle bir ortamda bir isyan olmalıdır ve yataktan fırlamalı, bedeninizde ve ruhunuzda kalan son kuvvetleri kullanmayı bilmelisiniz: uzaktan ve yakından en sevdiğim düşünürlerden gilles deleuze, 4 kasım 1995’te, uzun süredir çektiği akciğer kanserinin kendisini umutsuzca bağladığı yatağından güç bela, son güçleriyle kalkarak, alt katta ailesi ve yakınları bulunduğu halde, fransızların deyimiyle “s’est défenestré”, “pencere-dışladı” kendini… bu yazı onun anısına değil, onun anısıdır…”
Ölüm sanıyorum kimse için bir vazgeçiş değildir. Devam eden eylem halidir. Ve insan sürekli biçimde düşünmese bile onu kurgular.
Yukarıdaki yazının Baker'a ait olduğunu sanıyorum. Bunu da eklemek istedim.
Saygılarımla.
Erlik Aldacı
Bizden de saygılar.
Kuş ve ruhun birbirine yaslanmış yolculuğu, harika bir paralel.
Hikayenin çarpıcı merkezi ise hem rahatlatan hem rahatsız edici bir gerçek. Öleceğini bilerek yaşayan tek ırk; ölümle ne yapacağını bilemeyen biziz. Doğa çok daha güçlü. Başarılı bir teknik. Selamlar.
Parlain m
Saygı ve selamlarımla ve güzel öykülerinizle daha fazla karşılaşmak dileğiyle.
Dostlukların, arkadaşlıkların sahiciliği en ihtiyaç hissettiğimiz zamanlarda sınanır. Bir üzüntüden, bir dertten bahsedildiğinde dostun tavrı bu samimiyeti ve sahiciliği kanıtlar bize.
Rochefoucauld şöyle der: “ En iyi arkadaşlarımızın mutsuzluğunda her zaman, bizi rahatsız etmeyen bir şeyler buluruz.” Bu sözü ilk okuduğumda çok tuhaf karşılamıştım. Sonra bir gün bir cenaze evinde garip bir şekilde kimilerinin ona buna gülmemek için kendilerini nasıl sıktıklarına şahit oldum. Kendilerini ne kadar zorlasalar da adeta gözleriyle gülüyorlardı. Üstelik cenaze sahiplerine en yakın kişilerdi bunlar. Sebebini düşündüm; insan bir cenaze evinde neden güler ki. Ölüm ona rastlamadı diye midir, bunca bastırılmış mutluluk belirtisi…
O zaman insan dosttan ziyade düşmanın samimiyetine daha çok inanmaya başlıyor.
Esas itibariyle burada değinmeye çalıştığım dostluğun sahiciliğidir.
Ruhunuzu kucaklamanız iyidir ve iyidir insanın dönüp dolaşıp kendini kendinde bulması.
Saygı ve selamlarımla,
Parlain m
İnsan unutmaya hep meyleder sanıyorum. Artık hakikati savunanlar bile uzağında kalmışken bir yandan bu uzaklığı kaçınmak olarak özümseyenler, bir cenaze töreninin sevimsizi olmaya mahkumdur diye düşündüm ama düşündüklerim ve aktardığım şu sözcükler daha yazılmadan sahiciliklerini sorguluyor. Kimine benim gibi sormak düşmüş üstüne vazife olmayan şeyleri. Yine de soruyorum; "dostluğu bilen var mı?"
Saygılar, selamlar. Güzel günler dileğiyle.
Enûma Eliš
"dostluğu bilen var mı?" sorunuza gelince; uzaklık dostluğa düşman. Buradaki uzaklık mesafeler mi yoksa mesabe midir?
Şu bir gerçek ki; kalpte olan dosta hiçbir mesafe uzak değildir.
Güzel günler dilerim ben de.