- 715 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MUSLUK
MUSLUK
Sanki bir keşif gibi kelimenin başka anlama geldiğini öğrenmiştim. Hatta kendi kullandığım anlamın pek yaygın olmadığını anladım sonra. Ortaokul sıralarında arkadaşlarımın ”Musluktan suyumuzu içelim.” sözünü duyduğumda “Hangi musluğun suyu?” diye sormuş, bana su akan çeşmeyi gösteren arkadaşlarıma “Musluk böyle mi oluyor?” demiştim de ”Sana Türkçe’yi mi öğreteceğiz?” diye kızıp tuhaf tuhaf yüzüme bakmışlardı. Bunda bir tuhaflık yoktu, bizim köyde çeşme dediğimiz şeye şehirde musluk, diyorlardı, hepsi bu. Şehre medeniyet öğrenmek için gelen bizler için yapılabilecek tek şey, öğretilenleri öğrenmek, eskiyi unutmaktı.
Cıvıl cıvıl çocukluk zamanlarımızda atalarımız bize gittiği her ülkeye han, hamam, köprü, cami. Kervansaray, çeşme yapmalarıyla anlatılmıştı. Bazen bu eserlerden birisi bile bir romana, hikâyeye, şiire konu olabiliyordu. Hepsi bir yana su hayrını insanımız ne kadar seviyordu. “Çoban Çeşmesi” şiirini okuyunca aklımda, hayalimde koca bir memleket coğrafyası canlanır. Ve o coğrafyanın bağrından su vermeye devam eden dağ, bayır, tepe ve vadiler…Bir pınar denilince göğsüme bir serinlik, dudaklarıma bir lezzet kaplar. Denizler, ırmaklar, çaylar, dereler Her birinin bir hikâyesi vardır. Kimisi hüzün, kimisi de neşe verir gönlüme.
Duyup gördüğüm su kemerleri, göletler, çeşmeler, sarnıçlar, sebiller hep yapanlarına rahmet okuduğumuz eşsiz değerdeki insan gayretlerinin insanı düşünmenin en güzel ifadeleriydi.. Ha bir de köyümün yakın ve uzak birçok yerinde rastladığımız kubbeli, içlerinde ya diklemesine konulmuş küpler veya yatırılmış testilerle bir tasın konulduğu, üstü kimi harç kimi taş kimi de toprak örtülerle korunan yapılar vardı. Bizler ona “musluk” diyorduk. Köye uzaktan yakından gelen insanların susuz kalmaması için daha köyün girişinden bir kubbe bina sizi karşılıyordu. Yaşlı bir teyzemin her yıl, birkaç musluğun suyunu devamlı dolu tutması için adam tutup ona yıllık para verdiğini biliyordum. Ama denizdeki balıklar için suyun bir şey ifade etmediği gibi, musluklar da bana bir şey anlatmıyordu o zamanlar.
Bir gün on kilometre kadar uzak komşu bir dağ köyüne gitmem gerekti. Yanımda yolu iyi bilen bir teyze ile oğlu vardı. Önce zeytinlikler, ardından çalılık ve ormanlık yerlerden geçmek gerekiyordu. Diklemesine ve adamın suyunu çıkaran arazide yokuş yukarı yürümek, insanı pes ettiriyordu. Ancak en büyük destekçimiz, geceleri vahşi hayvanların cirit attığı bu yerde, birkaç kilometrede bir mola verdiğimiz musluklardı. Kimi taştan, kimisi de topraktan örtülüydü, fakat testilerin hepsi yeni doldurulmuş gibi serin ve tamdı. Her mola, bu dağ başında insanın gönlünü eğleyen bir kervansaraydı adeta. Yapanın da yapılananın da değerini öğretmişti yolculuğumuz. Asırlarca bu hep böyle sürmüştü. Gözümde yüzyıllar öncesinden atalarım canlanıverdi: Yalnız kendisini değil yola çıkan bütün insanlığı susuz bırakmamak için mütevazi balta, kazma, kürek, testere ve keserleriyle bir kubbe yapmaya girişen insanlar, insancıklar… Bu yerde doğup büyüyen biri olmaktan, Allah’a derin derin şükrettim.
Zamanın birinde köydeki evlere şebeke suyu getirildi, tabii ki en çok kadınlar sevindi. İçmek, ağaç sulamak, temizlik, çamaşır yıkamak için sırtlarına aldıkları koca koca testilerden kurtuldular. Şimdi sadece içmelik tatlı kaynak suyu taşıyorlardı. Artık bakır kovaların yerini de plastik kovalar almıştı. Testilerin ve su küplerinin de yeri kalmamıştı böylece. Ahıra atılmış eski küp ve testilerimizi hüzünle seyreder, fani dünyaya göç eden atalarımın mezarlarını ziyaret etmekten farkı olmayan bu manzara karşısında derin derin iç geçirirdim. Fakat, beni en çok üzen şey, hep görmeğe alışık olduğum muslukların testisiz, küpsüz kalmış halleriydi. Artık onların kimseye verebilecekleri bir tas suları bile yoktu. Yine de insanlar onları belki de uhrevi dünyayı hatırlatmalarından, binalarına dokunamamışlardı. Bir gün, maziye saygısı olmayan kimselerin onları yıkıp atmaları, ruhumun ta derinliklerinde dehşetli ürpermelere yol açıyordu. Öyle ya, kaç yüz yıllık değirmen yolunun tahrip edilmesine, kaç yüz yıllık tarihi kalenin bir ahır olarak kullanılmasına, tarihi binaların tahrip edilmesine ses çıkarılmayan bu köyde yetim bir çocuktan farkı olmayan muslukların yıkılmasına kim ne diyecekti?.. Fakat, onları yüzyıllarca su verdikleri dudaklardan çıkan dualar koruyordu besbelli. O halleriyle bile insanların gönlüne serinlik vermeğe devam ediyorlardı. Hem ortadan kaldırılsalar bile “Musluk Gediği” mevkiini, yol ayrımını insanların dilinden, gönlünden kim çıkarabilirdi ki? Musluklar, tarih gibi, batan bir medeniyet gibi derin bir sessizliğe gömülmüştü. Ve bütün sessizlikler gönlümdeki çocuğu korkutuyordu. Çünkü muslukların en göze çarpanını rahmetlik büyük dayım (ninemin kardeşi) yaptırmıştı ve o, bir köşede gelen geçeni sessiz sessiz seyrediyordu…
Ömrüm boyunca gördüğüm birçok eserle insan arasında bir bağ ararım. İnsana sunulan ama insana hitap etmeyen hiçbir çalışmaya sanat denilemez. Benim aklıma mezar sanatı denince Orta Asya’daki gördüğüm dev mezar yapılar gelir. Sevdiklerini unutturmamanın, vefanın ifadesidir onlar. Halılar, kilimler, resimler, şiirler, insan gönlündeki testinin taşması, ipliğe, tuvale, kâğıda duyguların nakşedilmesidir. Musluklar da Türk insanının paylaşma ve merhamet duygularıyla dolu küpün taşması ve bütün bir insanlığın bağrını serinletmesi demekti.
Bir gün katıldığım bir sanat sempozyumundan sonra ilgili akademisyenlerden birine sayılan bunca tarihi kalıntıların içinde niçin “musluk” tan söz edilmediğini sordum. “Öyle bir şeyden haberim yok; hiç duymadım.” dedi. Kaç kişiye sorsam da sonuç hep aynıydı. En azından benim konuştuğum kimseler “musluk” tabirini böyle bir anlamda ilk defa duyuyorlardı…
Yine sıcak bir yaz günü. Ben Ali ile koca çınarın altında hararetli hararetli sanat konuşuyoruz. Her yer yine alev alev yanıyor. Kahveci de can kulağı ile bizi dinliyor. Musluğu dilimize doladığımızdan:
-Adamlar, ta yüzlerce yıl öncesinden boşuna yapmamış bunca musluğu, dedim. Ali de başı ile beni destekledi. Kahveci başını biraz alaycı, biraz şaşırmış vaziyette salladı:
-Kardeşim, ne işiniz var testiyle bakraçla. Size buzdolabından iki pet su getireyim, kendinize gelin, dedi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.