- 1084 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
AYSADIK’I ZİYARET*
MAZİYE YOLCULUKLAR- 6
Toprak ana yavaş yavaş uyandı. Tatlı tatlı esnedi. Bir güzel gerneşti. Gözlerini hafif hafif büzerek etrafı süzdü…
Güneş, önce Nemrut Dağı ile merhabalaştı. Kâhta ovasına “günaydın” dedi.
“Günaydın Kâhta Mezarlığı, Korkuri, Aysadık, Kâhta çayı, Şorgelek, Keftire, Bevedol, Qeraş, Musa Peygamber, Karakuş, Çamı Nergıza, mezat ve günaydın Kâhtalılar,” dedi…
Toprak ana, binlerce yıldır kucakladığı ve beslediği Kâhtalı evlatlarını düşünmeye başladı:
“ Benim saf, temiz, güzel Kâhtalı evlatlarım. Acaba kışı nasıl geçirdiler? Herkesin kışlık zahiresi var mıydı? Her evin odunu var mıydı? Kazaksız, ceketsiz, çorapsız, delik ayakkabılarla kışı geçirenler çok muydu? Hastalananlar oldu mu?
Bir sosyal güvenceleri olmayanlar ne yaptılar acaba? Doktor parası, ilaç parası bulamayan Kâhtalılar, kocakarı ilaçlarından mı derman aradılar?
Gurbete gidenler, askere gidenler kazasız, belasız dönebildiler mi?
Babalar, analar, gençler ve çocuklar. Benim güzel canlarım. Benim çilekeş evlatlarım. Artık merak etmeyin. Toprak ananız kış uykusundan uyandı. Ekinler yeşerecek. Her nevi sebze ve meyveyi sofranıza sunacağım. Bütün bereketimle sizleri mutlu etmeye çalışacağım.”
Aradan fazla zaman geçmeden, mis gibi toprak kokusu Kâhta’yı sardı. Ağaçlar yemyeşil yapraklarla doldu. Çiçekler açtı. İlçenin dört tarafını saran bağların yeşilliği insanlara canlılık getirdi. Güzelim müstakil evlerin bahçesinde, soğanlar toprağa gömüldü. Toprağa maydanoz tohumu atıldı. Mezadın alt tarafındaki aşağı bahçelerde, Cuma’nın bahçesinde sebze fideleri boy vermeye başladı. Ekinlerin arasında, nadasa bırakılan topraklarda lüz ve kenger toplandı. İnsanların yüzü az çok gülmeye başladı.
Cami Mahallesindeki Demirci Mustafa’nın avlusunda, kırmızı horoz erkenden ötmeye başladı.
Günlerden pazardı. Molla Mehmet daha abdest bile almamıştı. Abdest alacak, sakallarını tarayacak, minareye çıkacak ve sabah ezanını okuyacaktı.
Parxacek köyünden Mehmet Amca, kırmızı horozu cuma günü mezatta satmaya getirmişti.
Demirci Mustafa’nın hanımı Adile, Pazar günü Aysadık’a gidileceğini kocasına söylemiş ve besili bir horoz almasını istemişti.
Pazar sabahı erkenden öten kırmızı horoz, Parğacekli Mehmet Amcanın Cuma günü Demirci Mustafa’ya sattığı horozdu.
Kırmızı horoz, köyünü ve köydeki arkadaşlarını özlediğinden mi bilinmez, gözüne uyku girmemişti. Bütün horozlardan önce ötmesinin nedeni yalnızlığı mıydı?
Kesileceğini mi sezdi hayvancağız? Durmadan ötüyordu. Bir derdi vardı horozun…
Demirci Mustafa, kırmızı horozun sesi ile uyandı. Etrafına baktı. Eşi ve çocukları uyuyordu.
Sabaha çok var diye biraz daha uyumak istedi. Kırmızı horoz üst üste ötmeye devam etti. “Allah! Allah! Bu horoz neden susmaz, öter durur,” dedi. Kalktı. Dışarı çıktı. Bahçeye baktı.
Kırmızı horoz nar ağacının altında başını yukarı kaldırarak:
— Hoş geldin yetim bırakılmış Mustafa Usta, dercesine bir daha öttü.
Demirci Mustafa abdestini aldı. Ezan hala okunmamıştı.
Uyanan eşine, çocuklar uyanmasın diye yavaşça seslendi:
— Ben camiye gideceğim. Dönüşümde kahvaltı hazır olsun. Sıcaklar bastırmadan yola çıkalım.
Kâhta sokakları sessizdi. Demirci Mustafa komşularım rahatsız olmasın diye tahta kapıyı yavaşça çekti, kilitledi. Koca demir anahtarı kapının altına yavaşça bıraktı.
Siyah lastik ayakkabıları ile yere o kadar yavaş basıyordu ki, kendi ayak seslerini kendi bile duymuyordu. Semerci Osman’ın evini geçti. Caddeye çıktı.
Gecenin bu saatinde ne Bedriye Teyze’nin, ne Bedir Can’ın, ne de Osman Özdemir’in evlerinde ışık yanıyordu.
Birecikli Salih’in dükkânının köşesinden camiye döndü.
İmam, caminin ışıklarını yeni yakıyordu. Demirci Mustafa camiye girdi. İmam ezan okumak için yukarı çıktı. Ezan okundu. Namaz kılındı. Demirci Mustafa camiden çıktı.
Pide fırınına doğru yürüdü. Mis gibi kokan pideler ocaktan kürekle çekiliyor, tezgâhın üstüne diziliyordu. Yetecek kadar pide aldı, eve döndü.
Evde bayram havası vardı. Herkes uyanmıştı. En yeni, en temiz elbiselerini giymişlerdi. Heyecanla babalarını bekliyorlardı.
Sofra hazırdı. Demirci Mustafa’nın elinden pideleri aldılar. Yer sofrasına oturdular. Sıcacık mercimek çorbasına kaşıkları daldırdılar.
Hiçbir sabah kahvaltı böyle çabucak yapılmamıştı. Kahvaltı bitti. Sofra aynı hızla kaldırıldı. Bir gün önceden Aysadık’a götürülecekler hazırlanmıştı. Adile Hanım eşyaları çocuklarına dağıttı. Kırmızı horoz ile bir kilimi Mahmut kaptı. Yola çıkıldı.
Güle oynaya Aysadık’a varıldı. Fatihalar okundu. Kilimler yere serildi. Erkek çocuklar dut ağaçlarına çıktılar. Adile Hanım kızları ile hazırlığa başladı. Taş ocaklar hazırdı. Demirci Mustafa ateşi yaktı. Koca bir ömür ateş, kül ve demirle geçmişti. Bu ufak ateşi yakmak onun için işten sayılmazdı.
Ocağa su kondu. Kırmızı horoza fatiha okuma ve elveda demenin zamanı gelmişti. Demirci Mustafa, kendi yaptığı demir bıçağı eğe ile biledi. Horozu kesti.
Kızlar, horozun tüylerini iyice yolup temizlediler. Kaynar suyun içine attılar.
Aysadık’a beş ev daha geldi. Her ev, gölgesi çok bir ağacı seçti ve kilimlerini serdi.
İki ev horoz, iki ev tavuk, bir ev de keçi getirmişti. Her ev birer ocak yaktı.
Adile Hanım, tereyağlı koca bir kazan bulgur pilavı pişirdi. Kırmızı horozun etini de pilavın üstüne koydu. Birkaç çocuk yalnız gelmişti. Adile Hanım çocukları çağırdı. Onlara bir sofra kurdu.
Sonradan gelen ve yemeği daha pişmemiş ailelerin çocuklarına da yemek götürüldü.
Demirci Mustafa ve çocukları kurdukları sofrada “Bismillah” deyip yemeğe başladılar. Aysadık’ta bütün yemekler leziz oluyordu. Yemekten sonra çay demlendi. İçildi.
Çocuklar oyunlar oynamaya başladı. Yorulanlar kendilerini kilimlerin üstüne atıyordu. Sonradan gelen beş evin yemekleri pişti. Karşılıklı yemekler ikram edildi.
Yemeklerden sonra erkekler bir araya geldi. Sohbetler koyulaştı.
Kadınlarla kızlar bulaşıkları yıkayıp, fazlalıkları topladılar.
İşleri bitince de kadınlarla kızlar bir ağacın gölgesinde bir araya gelip dertleştiler.
Aysadık’a gelenlerin hepsi sanki bir aileydi. Karşılıklı sevgi, saygı görülmeye değerdi. Hey gidi günler, hey! Kâhta’m sen cennettin.
Kâhtalı büyüklerimiz, benim temiz, saf, güzel insanlarım, sizler birer melektiniz. Sizler dostluğun, dürüstlüğün, komşuluğun, özverinin yani insanlığın en güzel örneklerini yaşadınız ve yaşattınız. Ne mutlu sizlere güzel örnekler oldunuz.
Adam gibi adam arayanlara, övünerek sizleri anlatıyorum.
Nerede şimdi sizin gibi özverili insanlar? Nerede şimdi sizin gibi candan insanlar? Nerede şimdi sizin gibi özü sözü bir olanlar? Nerede şimdi sizin gibi komşular? Nerede şimdi sizin gibi dostlar?
Kâhta’mın güzel insanları, sizleri çok özledim. Elimde fenerle değil, güçlü ampullerle adam gibi adam arıyorum. Sizlere karşı hiçbir zaman saygısızlık yapmadım. Sizleri incitecek bir davranışı aklımın ucundan bile geçirmedim.
Sizleri dün çok sevdim. Bu gün de çok seviyorum. Sizlerin mutluluğu için bir şeyler yapmaya çalıştım. Yaptıklarımın doğruluğunu yanlışlığını tartışmıyorum.
Her şeyi sizleri daha güzel günlere kavuşturmak için yaptığımı bilmenizi istiyorum. İyi niyetimizin kullanılmaya çalışıldığını gördüğüm yerde tavır koydum.
Sizlere keşke güzel günler sunabilseydim. Keşke bütün Kâhtalıların gözlerinin içi mutluluktan gülseydi. Keşke sizlere layık, sizleri yokluktan, yoksulluktan kurtaran bir Kâhtalı olabilseydim.
Sizlere ve yeryüzünde yaşayan bütün iyi insanlara dertsiz, belasız, kazasız günler ve yıllar diliyorum. Savaşların olmadığı, yoksulluğun adının bile geçmediği sağlıklı bir yaşam diliyorum. Vefat eden iyi insanlara Allah’tan gani gani rahmet dilerim… Yaşayan büyüklerimin ellerinden saygıyla öperim.
Benden küçük herkese güzel günler, mutlu yıllar dilerim.
*AYSADIK: Bir Türbedir. Kâhta’nın dışında baraj gölünün kenarındadır. Bol ağaçlı güzel bir yerdir. İnsanlarımız orada gerçekleşen dileklerine, söz verdikleri adağı adarlar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.