- 664 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
HAYAT DERSLERİ
HAYATTAN DERSLER
( Serap IRKÖRÜCÜ Öğretmenimizin 16 Temmuz 2020 Perşembe güne gelen “SAMİMİYETİN SINIRI” başlıklı yazsına destek amaçlı…)
Öğretmenim;
Arzunuz üzerine yakın yaşanmışlıklardan yola çıkarak başarabileceğim kadarı ile Samimiyetin Sınırlarını değişik örneklerle ifade etmeye çalışacağım, inşallah...
Toplumu ilgilendiren sosyal içerikli konuları işlemek ve aynı amaçla yazılan makaleleri, denemeleri, hikaye ve romanları okumaktan zevk aldığım gibi yazmayı da severim. Kimse alınmasın, yaşamı boyunca zor hayat şartları içinde yoğrulmamış bazı kalemlerin tarzları beni hiç mi, hiç tatmin etmiyor. Nedense yağı tuzu atılmamış yavan yemekleri sadece ben değil hiç kimse beğenerek yemez.
Kuşağımıza ne ad verilir – onu değerli yazarımız “dünyevi” beye havale edeceğim, sanırım bizlere bir kuşak adını bulur – bilmem. Bildiğim tek şey kuşağımız (Elli – Yetmiş yaş arası) yaşadığı yıllar itibariyle ihtilaller, ülkenin iç siyaseti dediğimiz sağ sol meseleleri ile geçen, zorbalıkların hat safhaya ulaştığı, karakollarda işkencelerin normal karşılandığı, ürünlerin yerine kıtlıkların bol olduğu dönemlerde ayağını yorganına uzatmasını bilen, işlerinde idealist, önce kendine dürüst, topluma karşı saygılı olan bir kuşak…
Samimiyetin Sınırı; kişiden kişiye, toplumdan topluma, inançtan inanca göre değişir tabi ki. Dürüstlük, güzel ahlak, gerçeklere çıplak gözle bakmak ve inançları içeren konularda samimiyet sınırı aranmamalıdır. İçten gelen sevginin dışında;
“Bana şu kadar dürüstlük yeterdir, benim ahlakım bu kadar olsa da olur ya da ben Allah’a şu dereceye kadar inanıyorum yeterdir” diye bilir miyiz? Asla… Ancak inanan inanır, inanmayan inanmaz, zorlama yoktur. Bu tür konularda bana göre samimiyet sınırsız olmalıdır. Diğer yönden;
“Amaaan sen de; şu gördüğün adam var ya, sahtekarın ta kendisidir.”
“Neden?” dersen,
“Kendi çıkarından başka düşündüğü kimseler yoktur, insanlar mı zehirlenmiş, komşusu mu çaresiz kalmış umurunda bile olmaz. Bakma sen bazılarının, ‘Vatan - Bayrak - Sakarya’ muhabbeti söylemleriyle neler yaptığını bilir misiniz? Şu gördüğün yonca bağı gibi göğsüne dökülen sofu sakallı var ya, menfaatperestlik için girmediği boya küpü kalmamış. Hele şu çağdaş görünümlüyü görüyor musunuz, Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün adının arkasına saklanarak yaptıklarının haddi hesabı yoktur.”
İşte, tam da bu tip insanlar için acilen samimiyet sınırı konulmalıdır.
Hani anne –babalar vardır çocuklarını kıskanmayan, heybesindeki ürünlerin tümünü küçük dostlarıyla paylaşmak isteyen öğretmenler vardır; bilirsiniz, Öğrencilerini asla kıskanmayan… Sınıfta ders anlatırken konuyu hikayeciklerle süslediği zaman öğrencinin dikkatini çeker ve öğrenme arzuları daha çok artar. Bizde konumuzu hikaye yoluyla anlatalım istedik.
Samimiyet sınırlarını iki bölüme ayırmak istedim, biri sınırsız bir samimiyet, diğeri kesinlikle sınır olması gereken samimiyetlerdir. İkisinden birer örnek vererek konuyu genişleterek işleyelim.
Gençlik çağına yeni adım atmıştım; atılgan ve hızlıydım… Gerek ailemden ve gerekse Yatılı okullarda öğretilen güzel ahlakımı geliştirmeye çalışıyordum... Okuma arzusuyla, bir hem cinsime aşık olmuş gibi yanıp tutuşurken, bir yandan da yaz tatillerinde evimize döndükten sonra; köy yeridir, iş güç çok... Adil Dayının otunu tırmık eder, Salih Amcamın tarlasında ırgatlarla hasat işler, harman vaktinde dövenden boşalan öküzleri otlatmaya götürürken komşularımızın da öküzlerini Murat Nehrinin bulanık akan sularında yüzmelerini sağlar ve otlatmaya bırakırdım. Sonra yaşlı söğütlerin gölgeliklerinde oturup roman, hikâye ne bulursam okumaya çalışırken geçen zamanın farkında olmazdım bile. Fatma yengemin kuzularının peşinden koşarken elimden kitap düşmezdi, tabi okumak için bulabildiğim kadarıyla... Okumadığım gün karnım acıktığı gibi beynim de acıkıyordu; ilk o zamanlar fark etmiştim, beynimin acıktığını. Bir keresinde uzun süre okuyacak kitap bulamamıştım, köy yerinde... Şehre giden birisine para vererek kitapçılara uğrayıp bir roman getirmesini istemiştim. "Huzur Sokağı " adlı bir roman getirmişti okuma yazma bilmeyen komşumuz. Yavrusunu kaybettikten sonra günler sonra bulan bir annenin özlemiyle kitaba sarıldım. Henüz orta ikiyi bitirmiştim, gençliğe adım atmıştım artık... Kuşluk vaktiydi hiç unutmam, evimizin arkasındaki mezarlık duvarına sırtımı vererek aç kurtlar misali kitaba saldırarak okumaya başladım. Evimizin işlerini, köy çeşmesinin kıyısında durarak bir elinde üzerinde eski kadın artistlerin resimleri olan cep aynası diğer elinde naylon bir tarakla saçlarını tararken kızlara işmar ederek kendini beğendirmeye çalışan yeni yetme akranlarımı, kahvaltı yapmadığım için karnımın açlığını, kafama çöken güneşi unutmuştum. 430 sayfalık ( Halen kitaplığımda mevcuttur) kitap bittiğinde ikindi ezanı okunuyordu, yerimden hiç kalkmadan güneşin altında tam altı saatte okuyup bitirmiştim. Ve bitirdiğime bin pişman olmuştum, çünkü yarın okuyacak kitabım yine yoktu...
Kitap okuma konusunda ömrüm boyunca asla seçici olmadım, her fikirden yazarların ideolojilerine bağlı kalmadan elime geçen her tür kitabı okumaya çalıştım, halen de okumaya çalışıyorum.
Demek istediğim, bazen susamışlık sınır tanımıyor, işte... Şimdi diyeceksiniz ki kitap okuma ile konumuz arasında nasıl bir bağlantı vardır, haklı olarak?
Bana okuma zevkini tattıran bir sevgiliden öte kitaplarım ile aramda asla bir sınır olmadı. Yaşamlarımızda samimiyet sınırı olmayan öyle şeyler vardır ki, anlatmaya gücüm yetmiyor.
Meğerse rahmetli babam beni izliyormuş, nede olsa okulu olmayan köyünde Van Alpaslan Öğretmen okulunun sınavlarını kazanarak okuyan tek kişi Mehmet oğlu olmuştu... Yanıma gelip oturdu.
"Ne okuyorsun, ders mi? dedi, babam hem Türkçe konuşmasını, hem de okuma yazma bilmiyordu.
"Okul dersi değil baba, hayat dersidir." dedim.
"Nasıl yani öyle bir dersiniz var mıydı? Bana Türkçe, Matematik, Tarih demiştin, diğer derslerin adlarını hatırlamadım."
"Hayır, baba hayat dersi herkesin her yerde öğreneceği bir derstir, yani şu anda seninle hayat dersini işliyoruz." demiştim.
"Haaa… anladım, Hayat dersi... O zaman Hayat dersinden sana bir örnek vermemi ister misin, oğlum?"
"Evet, baba hem de memnuniyetle."
Ergenliğe yeni adım attığım, çocukluktan sıyrıldığım yaşlarda babadan dinlediğim hikâyeyi çoğunuz kendi yörelerinde değişik şekillerde de olsa duymuşsunuz, sanırım.
"Dinle, o zaman." Başladı anlatmaya babam.
“Zamanın birinde zengin mi zengin namına paşa mı diyeyim, kral mı diyeyim yoksa ağa mı diyeyim bilmiyorum. Çevresinde bilinip tanınan, kendisine saygı duyulan, sofrası her daim yerden kalkmayan, sözü dinlenir ileri gelen adam; har vurup harman savuran, ele avuca sığmayan tek oğlunu bir gün yanına çağırır.
“Oğlum.” Der. Oğlu şımarıkça;
“Buyur baba…”
“Sana bir nasihatte bulunacağım, civarımızı bilirsin değil mi?.”
“Bilmez miyim…? Tabi ki bilirim, ne olmuş?”
“Demem o ki, her köyde bir evin olsun, gün gelir lazım olur.” Diye nasihatte bulunmuş, adamcağız.
“Tamam, istediğin ev olsun, o kolaydır.” Çıkıp gitmiş oğlan.
Baba zengindir; mal mülk, para pul o biçim… Delikanlının yanından eksik olmayan arkadaş sürüsüyle nerede sabah orada akşam misali, babanın parasını harcamakla meşgul iken yoldaşlarını etrafında toplayarak;
“Hazırlanın yarın gidiyoruz…”
“Nereye, Şehzadem?”
“Köylere çıkıp ev yapacağız.” Arkadaşları bir şey anlamamışlar, ama itiraz eden de olmamış. Ertesi gün köylere çıkmışlar. Para çok, ustalar getirmişler her köye ayrı bir ev yapmaya başlamışlar. Bir ay içinde yirmi köyde yirmi ev yaptıktan sonra delikanlı babasının yanını dönmüş.
“Babacığım evler tamam, yirmi köyde yirmi ev yaptım.”
“Oğlum…” demiş adam, “Ömrüm boyunca ancak bir buçuk ev yapabildim, nasıl oldu da bir ay içinde yirmi köyde yirmi ev yaptın, doğrusu aklım almadı?”
“Babacığım, çokça usta getirdik, kısa bir sürede evleri bitirdik.”
“Akıllı oğlum benim, her köyde bir evin olsun derken taşla ve toprakla ev yap anlamında değildi. Her köyde bir dostun olsun demek istemiştim.”
“O kolaydır, babacığım. Her köyde bir dostum vardır zaten.”
“İyi madem, gel dostlarımızı bir deneyelim, bakalım yardımımıza kimler koşacak.”
Bir koyunu kesip derisini yüzdükten sonra beyaz bir beze sararak ahırın bir köşesine gömerler. “Adam öldürdük” diye etrafa haber yayarlar. Baba;
“Haydi, oğlum, şu dostlarını çağır da bakalım yardımına kimler gelecek.” Köylerde ki dostlara haber gönderilir, ama gelen kimse olmaz.
“Ömrüm boyunca ancak bir buçuk dostum olmuştu, demiştim. Şimdi onlara haber salalım, bakalım gelecekler mi?”
Haber gönderilir, adamın yarım olan dostu koşarak yolu yarıladıktan sonra durur;
“Ben gidip ne yapabilirim ki…” deyip geri döner. Dost olan haberi duyar duymaz koşarak yanlarına varır,
“Durun… durun…. O cinayeti ben işledim, adamı ben öldürdüm, dostumu yakalamayın, beni yakalayın…” deyip ortalığı velveleye verir. Zengin adam;
“Aslında ortada bir cinayet yoktur, oğlumla sadece dostlarımızı denedik. Gördün mü oğlum…” der adam, “işte kara gün dostu denilen budur, kulaklarına küpe olsun.”
Samimiyetin sınırı burada biter, menfaatler üzerine kurulan dostlukların samimiyeti olmaz, sınır kaçınılmazdır.
18 TEMMUZ 2020
Mehmet AKIN
YORUMLAR
Çok güzel bir yazı okudum. Aslında bir de değil, içinde çok konu olan paylaşımdı.
Abartmıyorum, okuyucusunu içine çeken yazıydı. Mesela öğretmenlerinin paylaşımcılığı:
Gerçektende öyleydi öğretmenler. Zaman mı değişti, yoksa bizler mi bilmiyorum. Orası biraz meçhul.
Çok iyi hatırlıyorum, ilkokuldan ortaokula geçtiğim ilk gün, okuldan ağlaya ağlaya kaçıp ilkokuluma geri gidip öğretmenimi bulmuştum.
-Beni tekrar buraya alın. Diye hüngür hüngür ağlamıştım.
Sebep neydi biliyor musunuz? O zamanlar kurşun kalemler çok zor açılırdı, ben uğraşır uğraşır hep kalemin ucunu kalemtraşın içinde bırakır kırardım. Öğretmenim bunu fark etmiş olacak ki, hemen gülümseyen yüzle koşar gelirdi yanıma yardım ederdi. İşte çocuk aklı. . . O beynine kayıt etmiştim onu ve okuldan kaçarken yanıma aldığım tek şey kalemimle kalemtraşım olmuştu.
-Öğretmenim sen olmayınca ben bunu açamam. Demiştim.
Gülümsedi. Bana bir sürü ucu açılmış kalem verdi. Yanağımdan öptü.
-Bak senin sıranda ne kadar küçük bir öğrenci oturuyor. Şimdi okuluna git, iyi ve örnek öğrenci ol ki, o da senin izinden gelsin. Tamam mı? Dedi.
O kalemlerden biri hala masamda saklıdır.
Saygılarımla.
Mehmet Burhan AKIN
Değerli üstadım,
Hani halk arasında kullanılan " asil, asalet" gibi sözcükler vardır, gerçek değerlerine inanıyorum.
"Ruhunda asalet vardır"
"Asil bir kan taşıyor" gibi kelimeler; bir ırk veya kökene dayanmadan insanın kişiliğine, yaptığı işe yansıyan davranış biçimleri...
Örnek mi;
İlkokul yıllarında sizi etkileyen öğretmeniniz ve aklınızda çıkmayan küçük bir anı... Kutsal olan değerlerdir; bazen bir kalem olur açacağıyla beraber, bazen inançtır.
Edebiyat Defteri sitesinde okuduğumuz yazılar kendi sahiplerinin karakterlerini fevkalade ortaya koymaktadır.
Sizin kaleminizde bir asalet görüyorum.
Saygılarımla Efendim.
Davidoff
Keyifle okudum ve yorumladım inanın. Ben teşekkür ederim.
Değerli öğretmenim
hayatın çivisi laçkalaşmış
tutmirrr;))
ders zili bizim dönemde kaldı artık
şimdiki nesil sonuç odaklı
ve de sabırsız
sizi anlamak sa bana dert oldu şimdi
nice saygılarımla
Mehmet Burhan AKIN
Hayatın çivisinin laçkalamış olması doğrudur ve artık zor tutacağının farkındayız, hepimiz. Maalesef ders zili de eski dönemde kaldı, bilgilerin kıt olduğu sonuç odaklı ve de sabırsız olsa da. Doğru tespitlere ne denmeli? Geçmişi yeniyle harmanlamak olsa benim amacım.
Beni hangi konularda anlamadınız, doğrusu bana da dert oldu, Müslüm Bey ?
MÜSLÜM BAYRAM
anlamadım demedim ki;))
Merhaba hocam, hikayeyi bir şekilde dinlemiştim, okumuştum, sizin bahsettiğiniz şekilde bir çok romanı bende iş çıkışı alır yarın tatilse veya tatil değilse de iki günde bitirirdim, bazı romanları (tarihi devlet millet yörüngeli) bir tekraren okumuşluğum vardır.
Biz Y kuşağı 80 civarı ile 2000 öncesi doğanlar olarak kırdan kente göçün kuşağıyız büyük çoğunluk, çünkü bunu istatistikle rde doğruluyor, köy kasaba şehir büyük şehir sonra tekrar şehir veya büyük şehirde devam gibi genel bir coğrafi ve kültürel hayat akışımız var..Çoğunluk böyle..
Bu kuşak meselesine yanlış yaklaşımda veya atıfta bulunuyorsunuz gibi geliyor bana. Şimdi siz değerli büyüklerim yolu biliyorsunuz bizler daha yürüyoruz gibi. Bu konuda ben mi yanlış anlıyorum yoksa bana bir şeyler mi anlatmak istiyorsunuz tam emin olamıyorum. Lakin olaylara bakış açılarında epey farklılıklar var.. Bunu sizlerde de görüyorum diğer bir çok büyüğümde de..
Her dönemin kültürel bakışı, siyasi, dini bakışı ortalama belli vb radyo televizyon ve internet devreye girdikçe de daha genişledi. bu teknolojiler olmadan önce toplumda belli ailelerin çocukları daha geniş düşünüyordu, çünkü görüp okuyabiliyordu.. Sinemalar, tiyatrolar, dergiler, gazete vb bunların abonelikleri belli bir kesim içindi. Yine belli kesim Devlet memurları, toprak ağaları, şehirlerin eski zenginleri, askeriye öğrencileri, tarikat ve cemaatlerin de üst ligindekiler gibi.. hep elit kesim olarak görüldü.
İnternetin son 20 yılda hızla devreye girmesi ile de merkez ve çevre arasındaki bilgi ve kültür seviyesi birbirine girdi. Ülkemizin siyasetinde de bunu görebiliyoruz aslında. Topluma yenilik belli başlı kurumlar aracılığıyla aktarılıyordu, bunlar askeriye, diyanet ve üçüncüsü de sanırım eğitim olmalı..
Ben büyük şehirde kültürel bunalım yaşamadım desem yalan olur. Anadolu şehirlerimiz genelde muhafazakar milliyetçidir, cumhuriyet; üst ligdeki zenginlerde kalmıştır, cumhuriyet değerleri de malesef topluma pek aktarılamadı çünkü kırsal din ağırlıklıdır. Merkezde oturanlar merkezi zapt edenler cumhuriyeti de zapt etti ve ...
ben bunları niye yazıyorum ki..:) kusura bakmayın hocam, haddimi aşıyorum sanki, afedersiniz.
Lakin; teknoloji bizim kuşaktan başlayarak her konuda bir önceki kuşaktan yavaş yavaş ayırmaya başladı bizleri.. Bu ayrımın yaşanmaması için de muhafazakar elitler büyük bir gayret gösterdi, Nfk nın üç katlı ahşap konağındaki anlatımı bilirsiniz, lakin doğu ve batı da onun anlattığı gibi olmadığını ben çok sonraları anladım.
Bizim kuşaklar diyorum, internet yanılmıyorsam 1983 gibi Odtü ve Çankayaya geldi, sonra da 20 yılda epey alt yapısı yapıldı, 97 lerden itibaren de cep telefonları... Bu iki teknoloji neleri değiştirdi toplumlarda??? Kuşakların olaylara bakış açısında neleri değiştirdi??
A.Ö.F. ne zaman kuruldu bilmiyorum ama bugünlerde bir tartışma çıktı, Psikiyatri bölümü açıktan okunur mu okunamaz mı??? Covid ile de internet üzerinden sınavlar yapıldı mesela..
Sizlerin kuşakları öz kuşaktır son yüzyılımızın içinde, Y kuşağı ara kuşak, teknoloji ilerledikçe özet kuşak z kuşağı denilen kuşak çıktı karşımıza. Şu an toplumuzda yüzde 40 ile y ve z lerin nüfus ağırlığı var. x kuşağını da ikiye bölersek; yüzde 50 yüzde 50 olarak ayrıldık.. resmen ayrıldık, mecburi bir ayrılık bu..
Serap hocama, ki çok değerlidir benim için lakin yine de aramızda bir elektrik uyuşmazlığı vardır sizinle olduğu gibi.. :) Kodum mu oturtur yazılarında.. Korkarım, sizden korkuyorum.. Gülücük bırakıyorum ki bunu terbiyesizlik olarak kesinlikle anlamayın.. lütfen.. Üzülürüm.
Serap hocamın bahse konu yazısı da, madde ile ruhun kıyaslanması gibiydi zaten belirtmiştim yorumumda da...
Dostluk ve samimiyet mi?? Din , siyaset, ideoloji, edebiyat kültürel bakış mı? Hocam interneti gerçekten bilgi kültür araştırma için kullananarın zihinleri derya gibi devamlı dalgalı, umutsuz, ezilmiş, hırpalanmış vaziyette... Lakin temeli teknolojiden önce atılan kuşaklar içinse bu dingin ve büyük bir göl gibi.. O göl ki köklerini toprağın bağrına öyle bir salmış ki, bize el vermesinin bizi anlamasının da imkanı yok pek..
Ben siz iki değerli hocamdan şunu istiyorum;
1-) 20-25 yıl sonrası için bana bir Türkiye tablosu, avrupa, arap yarımadası hint çin kuzey afrika kıpçak bozkıları vb bir öngörüde bulabilir misiniz?
2-) bireysel manada ortalama 30-40 yaş aralığındaki bizler için de bir gelecek tahmininde bulunabilir misiniz genel olarak???
Bizler hepimiz çağdaşız lakin ok yaydan öyle bir çıktı ki, geriye ne kalacak hocam? Sizler müstakil evlerin gerçeğinde toprak ile büyüdünüz, bizler apartmanlarda, 2-3 katlı evlerde, 2+1,1+1 zindanındayız asfaltın ve betonun zihinleriyiz.. O yüzden dalgaya vuruyoruz çünkü başka türkü çekilmeyecek hayatlarımız..
Arasıra yazarım, 15-20 yıla kalmaz toplu intiharlar olacak..
Abd de gençler korona partisi veriyor, partiye pozitif vaka birini çağırıp kim hastalığı kapacak partisi ki bu abd makamlarınca da doğrulandı.. Gazetelerde yer aldı..
Şu an devlet çıkıp dese ki; hayattan bıkan gençler ankaranın şu meydanında toplansın onları idam edeceğiz deseler, kaç milyon genç başvuruda bulunur tahmin edemiyorum, lakin sayı hiç de az olmaz.
Sürçi lisanım olduysa affedin hocam..
Saygı sağlık ve huzur dileklerimle.
Mehmet Burhan AKIN
Merhaba Ekrem Bey Üstadım;
“Bu kuşak meselesine yanlış yaklaşımda veya atıfta bulunuyorsunuz gibi geliyor bana. Şimdi siz değerli büyüklerim yolu biliyorsunuz bizler daha yürüyoruz gibi. Bu konuda ben mi yanlış anlıyorum yoksa bana bir şeyler mi anlatmak istiyorsunuz tam emin olamıyorum. Lakin olaylara bakış açılarında epey farklılıklar var.. Bunu sizlerde de görüyorum diğer bir çok büyüğümde de…”
Yukarıdaki paragrafınızdan istinaden öncelikle bir yanlış anlaşılmayı ortadan kaldırmak istiyorum, müsaadenizle. Aramızdaki yaş farkını bir kenara bırakırsak, kıvrak zekanızdan ve bilgi birikiminizden çok yararlanıyorum desem, inanın mübalağa yapmamış olurum. Çünkü yazılarınızda görüp takdir ettiğim; pratik, çabuk ve sonuçları başlangıçta analiz eden geniş bir bakış açınız vardır.
Ekrem Bey; değil zatı âlinize, yedi yaşındaki bir çocuk karşısında dahi haddimi aşmamaya çalışan bir karakter kazandırdı bize hayat tecrübeleri. Pratik ve kıvrak zekanıza güvendiğim içindir ki;
“Kuşağımıza ne ad verilir – onu değerli yazarımız “dünyevi” beye havale edeceğim, sanırım bizlere bir kuşak adını bulur.” Buradaki havale sözcüğü ve adınızın geçmesi, size tamamen olan bilgilerinize olan güvenimden dolayıdır, belki de samimiyet sınırını fazla aşmış oldum, haddim olmadan, ne da olsa daha kaç gün oldu yazılarımızı karşılıklı okuyalı….????
Kuşaklar hakkında güzel bir yazınız okuyunca, bizim kuşağa da bir ad bulursunuz düşüncesiyle size havale etmiştim. Eğer yanlış bir anlaşılma olmuşsa peşinen özür dilerim…
Ekrem Bey; tespitlerinizde doğruluk payı çok, ama çok büyüktür. Bana göre sayfamda yaptığınız yorumlara karşı çıkanların ve kabullenmeyenlerin aklına şaşarım. Kuşaklar arasındaki farklıkların sebeplerini bu kadar açık ve net dile getiren kişiye karşı gelmek değil, alından öperim.
Belirtiğiniz gibi aramızda bir kültür farkı vardır. Başta maneviyat, dini inançlar, ahlaki değerler vs… Başkasının özgürlüğünü kısıtlamadan, düşüncelerini küçümseyip yüzüne vurmadan, saydıklarımın tümüne ve inandıklarımı yaşamaya çalışıyorum, sadece. Ama bu Ekrem Beyin tespitleri yanlıştır demek değildir.
Hem kuşağınızın, hem de sizden sonraki tüm kuşakların geleceğini tozpembe göstermek çok zordur. Hani varlıklar doğar, büyür ve ölür misali gezegenimiz çok hızlı değişmektedir, doğrusu altmış beş yaşımla bu hıza ayak uydurmam imkansızdır. Ve her şey sona doğru son süratle gitmektedir.
İki soru sormuştunuz, sizin gibi pratik olarak hemen yazma yeteneğim kalmamıştır, ne de olsa yaş ilerledi. Her ne kadar edebi konular üzerinde çalışmalar yapıyorsam da hatırınız için ileride bir deneme niteliğinde yazmaya çalışacağım.
Estağfurullah… ne sürç -i lisanı, eksik açıklamalardan dolayı asıl ben af diliyorum.
Saygı sağlık ve huzur dileklerimle.
Yazınızı yazma amacı olarak adımı geçirmenizde memnun oldum ama umarım bu konuda 'zorlayıcı' olmamışımdır.
' Samimiyetin Sınırı' başlıklı yazıya destek amaçlı olduğuna gönderme yaptığınız yazıdaki bir anı bir de halk öyküsünde konuyu çok değişik açılardan işlemişsiniz.
İkisinin de gerekçeleri ve sonuçları çok farklı olduğu için aynı konudaki ortak yönünü son cümleyle bağladığınızı düşündüm...
Emeğiniz için çok teşekkür ederim Mehmet Bey.
Saygılarımla...
Mehmet Burhan AKIN
Yorumlarınız için teşekkür ederim, zorlayıcı değil bilakis benim için onur verici oldu.
Edebi konularda bizler ağacın dalları gibi yapraklanıp gölgesinde insanların oturup dinlenmeleri misali bir araya gelmeye çalışıyoruz, sadece. Yine insanlara yararlı olmak için. Bir edebiyat öğretmenin yorumlarından çok şeyler öğreniyorum bu yaşta desem, inanınız efendim.
Verdiğimiz örneklerde gerekçeler ayrı olsa da sanrım sonuçlar yine de samimiyet sınırıdır.
Saygılarımla...