- 435 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yolcu Yolunda Gerek
Dört öğretmen arkadaş motosikletlerle planlamış olduğumuz geziye başladık. Sabah saat 7 idi. Münir Bey Yamaha, Mister Arıkan Honda marka binekleriyle çok havalı görünüyorlardı.. O ikisi defalarca birçok yerleri gezmiş, görmüşler, tecrübeliydiler. Diğer ikimiz Demircan ve ben Mondial motosikletlerimizle atın yanında eşekle yolculuk ediyor gibiydik.
Hedefimizde 50 km mesafede “ Olukbaşı Kanyonu” vardı. Marketten yiyecekler alınmıştı. Geziyi düzenleyen Mister Arıkan (İngilizce ÖğrYolunçıkmaya başlarken ilk kuralı hatırlattı :
“Arkadaşlar, yol emniyeti bakımından tek sıra, aralıklı gidelim. Birbirimizi sollama yok.”
“Tamam oymak başı” dedim.
Önde o, 4’er 5’er metre arayla arkada biz süzülüp gidiyoruz. Hava çok güzel, ne sıcak ne de soğuk. Yol kenarında ağaçlarla yeşil tarlaları durup seyredesi geliyor insanın. İlk defa iki tekerlekli araçla uzun yola çıkıyordum. Hepimiz dikkatliydik, fazla hız yapmadık. Keyifli bir yolculuk yapıyorduk. "Ya lastik patlarsa" endişemi ifade ettim. Böyle şeyler düşünüp moral bozma, artık yola çıktık dediler. Doğru söze ne denirdi?
İlk durağımız bir köy kahvesi oldu. Çaylarımızı yudumlarken köylülerle sohbet ettik. Misafirperverlik gösterdiler, sağ olsunlar. Yolcu yolunda gerek, deyip müsaade istedik. Yolun sonraki kısmı topraktı, fakat sadece 5 km. İmiş, o zorlu yolu da geçtik, menzile vardık Bir ağacın altına araçları park edip biraz yürüdük. Belediye çalışanları Kanyonu düzenleme çalışması yapıyordu, onlara selam verdik. Kanyon önünde suyla dolu, manzara güzeldi. Biraz seyrettik, fotoğraf çektik. Sonra yeniden yola koyulduk.
Mister, kanyona gelen suyun kaynağına doğru gitme niyetinde olduğunu söyleyince ben "ilk gezimizi kısa tutalım" dedimse de oylama yapılınca çoğunluğa uyduk. Artık yollar hep topraktı, hatta taşlar vardı. Dereler, tepeler, uçurum kenarlarından geçtik. 2000 metre yükseklere çıktık. Dağların insan ruhuna huzur veren bir özelliği olduğunu fark ediyordum. Nietzsche’nin "Böyle Buyurdu Zerdüşt" kitabında dağlarda yaşamayı överek anlattığını hatırladım.
Atıl bir balık tesisinde durduk. Orada Malatya’lı biriyle tanıştık. 32 ülke gezmiş, İstanbul’dan kalkıp buraya gelmiş, güzel bir evi var. Huzur arıyormuş. Evin önünde kiraz ağacı vardı. Yiyebileceğimizi söyledi, yedik. İlginç biriydi. Bir zamanlar “İnci Baba” ile birlikteymişler. Tekin biri olmadığı her halinden belliydi.
Arkadaşlar aşağıda derede bir şelale olabileceğini söyleyip yokuş aşağı inerlerken ben kaldım. Tekrar yolcu yolunda gerek deyip müsaade istediğimiz vakit saat 15’e yaklaşıyordu. Adam “Allah işlerinizi rast getirsin. “ dedi.
Kalktık ve az ilerde çeşme yanında kısa bir mola verdik. Çok berbat yollardan geçip suyun kaynağına varmıştık. Ayağımızı en fazla 10-15 saniye suda tutabildik. Lastikler sağlam kaldığı sürece keyfimiz yerindeydi, endişem devam ediyordu. Orada ailesiyle birlikte yaşayan bir çobana rast geldik. Selam verdik. Bir baraka ve ağıl yapmışlar, gayet mutlu görünüyorlardı. Biraz sohbet ettikten sonra akşama kalmamak için yolcu yolunda gerek, deyip tekrar yola koyulduk.
Bu defa düz bir alanda, çeşme başında alemci bir ekibe rastladık. Onlar da toparlanıyormuş, gidecekler. Davul, zurna tam teşkilat. Bir oyun havası çaldılar, bizim maceracı arkadaşlardan biri coştu, bize nasıl oynanacağını gösterdi. Ne cevherler varmış. Sonra acıktığımızı hissedip nevaleleri çıkardık ve açlığımızı giderdik. büyüklerimiz, “Allah açlıkla terbiye etmesin" derlerdi. Bunu bir kez daha hatırlama durumunda kalmıştık. Tekrar gidiyorduk, yol kenarında kuraklıktan cılız kalmış dağ kekikleri görünce durduk. Bir miktar topladık. O anda güneş kaybolmuş, üstümüzde bulutlar dolaşıyordu. Tecrübeli arkadaşlar yağmurluklarını giydiler. Diğer ikimiz aniden sağanak halinde yağan yağmura yakalandık, ıslanarak yola devam ettik. Yağmur şiddetlenince durduk. Traktörde genç bir orman işçisine rast geldik. Müsaade istedik, bizi kırmadı traktöre sığındık. Belki 20 dakika bekledikten sonra hava sakinleşti.
Yine yola koyulduk, biraz daha ıslandık. Artık üşümekten titriyordum. Mayıs ayında kış havasını görüyorduk. Sırılsıklam halde, Benlik köyüne vardık. Köyün meydanında bir evin önünde oturan ev sahipleri bizi davet ettiler. Çay içirdiler, soba yaktılar. Kuru giysiler verdiler. Ne iyi insanlar vardı dünyada ve onlarla karşılaşmak bir şanstı. Bu köyde Denizli Milli Eğitim’de şoför olarak çalışıp emekli olmuş Hasan Bozdağ’ın yaptığı bu iyilikleri unutmak mümkün değil! O da motor tutkunuymuş, çok defa uzun yollara gitmiş. Onun için motorcunun halinden anladığını söyledi. Hem de eski milli güreşçiymiş.
-Size ne kadar teşekkür etsek azdır. Sırtımızda tişörtle çıkmışız, ne bilelim yağmurun yağacağını.
--Aylardır yağmur yoktu, size rast geldi. Teşekküre gerek yok hocalarım. İnsan insana zor günlerinde lazım. Bizim yaptığımız ne ki.
“Allah razı olsun” dedik, hepimiz. “İşte bunu demeniz yeter” dedi. Tekrar görüşme dileğiyle müsaade isteyip ayrıldık.
Bir günde tanıştığımız insanların hepsi birbirinden ilginç ve güzel insanlardı. Lastik patlamadı, yağmura tutulduk ama geldiğimize değdi. Öğrencilerimiz bizim bu günümüze şahit olsalar ne düşünürlerdi acaba? Sanırım çok şaşırırlar veya bizi çılgın kimseler olarak görürlerdi.
Temmuz 2020
YORUMLAR
Motor kardeşliği güzeldir... Yurdumuzda motor kullanımı ve satışları diğer Avrupa ülkelerine göre daha azdır, bunu da ailelerin çocuklarına tehlikeli buldukları için izin vermemelerine bağlarlar, belki az da olsa haklıdırlar ama kurallara uyduktan sonra tehlikeler de aza indirilebilir... Ehliyet, kask, mutlaka olacak... Biz hala bisiklete devam... Ne iyi etmişsiniz...