- 553 Okunma
- 6 Yorum
- 1 Beğeni
HANDRİS HİKAYLERİ - 2
SOĞANIN KABUKLARI
Hayatımızda öyle şeyler vardır ki anlatılması zordur, insanın yüreğinde kalan ukdedir, hasretle çekilen özlemdir. Bazen çocukluktan kalma bir sevgiliye, bazen mazide kalan hiç giyemediği herhangi bir giysiye… Günümüzün ihtiraslı ruhuyla yaşarken arzuladığı lüks bir arabaya, gitmek isteyip de gidemediği bir yer ya da aklınıza gelen her şey…
Birinci dünya harbinin ülke ekonomisi üzerindeki kıtlık etkileri bitmeden, ikinci dünya savaşıyla beraber 1940 lı yılların kıtlığı bütün ülkeyi esir eder. Muş’umuzun “Handris” dedikleri yöresinin dağlık, inişli çıkışlı coğrafyasında törelerin kanun yerine geçtiği dönemlerinde yaşayan insanların çaresiz kaldığı, yoklukların dem vurduğu sıralarda herkesin evinde çay ve şeker bulmak imkansızdı. Şimdiki köylerimizde mango meyvesini bulup yemek, sanırım daha kolaydır. Hatta yalan olmasın, çay adını duyup da, içmek bir yana, renginin nasıl olduğunu bilmeyen insanlarımız vardı, 1960 ‘lı yıllarda bizzat şahidim. Asıl öykümüze dönelim.
Handris köylüklerinin birinde, ağanın evinde misafirler çay içerlerken gören Çakal lakaplı Rıza adında biri, çayın tadını merak etmiş. Bir gün çay içmek amacıyla başka bir köyde Cindi Ağanın evine misafir olur. Cindi ağa misafiri tanımıyor, hoş beşten sonra:
“Hoş geldin misafir, kimsin, kimlerdensin, hangi köyden olursun, de hele?”
“Adım Rızadır Cindi Ağam, köyde bana Çakal Rıza derler. Yukarı Fındıklıdan oluyorum, Ağam… “
Cindi Ağa;
“İyi, hoş gelmişsin Rıza oğlum, sanırım acıkmışsındır, sana hemen yemek getirelim.” Der. Misafir;
“Cindi Ağa, babanın başıyla yemin ederim ki ben çay içmediğim gün duramıyorum. Siz bana önce çay verin.”
Eeeh… Cindi Ağadır, ömrü hayatında feleğin çemberinden çok defalar geçmiştir. Cemaatlerde sohbet etmiş, maraba üzerinde hüküm sürmüş, kız kaçırma meselelerini çözmüş, adam öldürme davalarına katılmış, hükmet adamlarını hanesinde ağırlayıp kuzu çevirtmiş, her gün misafir odası dolup taşarken sofrası yerden kalkmamış, velhasılı kelam yedirmiş içirmiş insanları.
Gözlerini kısarak misafirine yandan bakmış, adamı hayal terazisinde şöyle bir tartmış, bu adamın açık gözlü cahilin teki olduğu hemen oracıkta anlamış tabi. Ağalık tavırlarıyla ağırdan alarak mutfak tarafına geçmiş.
Ağalığı, babası Yusuf Ağa döneminde bir fiil kavramış, yörede halkın arasında eli bastonlu, hükmet dairelerinde sözü geçerli, hal hatırı bilinirdi. Şehre indiği zaman arkasında kuyruk olan adamlarının ellerinde nüfusçuya horoz, maliyeciye tereyağı, avukata yumurta ve karakol çavuşuna halı hazırda ne varsa götürürdü. Cindi Ağa bu, namı babasını çoktan geçmişti.
“Hanım…” demiş. “Misafirimiz var, canı çay istiyor garibin, şuna bir çay verelim, sevaptır.” Hanımı;
“İyi de Ağa, son bir avuçluk dem vardı, dün akşam misafirlere kaynatmıştık. Evde çayımız hiç kalmadı, ama şeker var.”
“Hımmmm….” Der, Cindi Ağa. Elini bir tutamlık sakalında gezdirir.
“Hanım, çay yoksa soğanımız da mı yoktur?”
“Soğan var, ne yapacaksın?” Merakla sorar karısı.
“Sen, hele soğanları getir gerisine karışma.” Hanımı bir sürü soğan getirir.
“Şimdi, kabuklarını büyük mavi çinko çaydanlığa koy, suyla doldur. Ateşte iyice kaynat. Çay yoksa soğan kabuğu var ne de olsa...”
Ağanın emrini yerine getirmemek olur mu, hanımı da olsa… Hemen çar çabuk çalı çırpıyla közleri sönmüş ateşi harlayarak büyük mavi çaydanlığı sürmüş ocağa. Bir süre kaynadıktan sonra, soğan kabukları çay rengini almış, bir tabak şekerle birlikte misafir odasına göndermiş bir uşakla.
Cindi Ağa Türk Bayrağı süslemeli ince belli çay bardağını doldurur, misafire ikram eder. Çakal Rıza ömründe çay içmemiş, çayın tadını nereden bilsin, garibim. Bir kesme şekeri ağzına alır, Ağa bardağı doldurdukça Rıza durmadan içer, Çakal içtikçe Cindi Ağa bardağı doldurur ve çaydanlıkta kalan son bardak da içildikten sonra:
“Cindi Ağam, Allah ziyade etsin, ömrümde çok çay içmişliğim var, ama bu çayı ilk defa içiyorum. Çok güzel demlenmiş,”
Cindi Ağa hafiften burun kırarak;
“Afiyet olsun misafir oğlum… Demek sen çaysız duramıyorsun, bellidir zaten, afiyet olsun.” Çakal Rıza’nın yüzüne alaylı bir bakış fırlattıktan sonra;
“ Bak oğlum… Sen Çakal mısın, Sansar mısın bilmem, ama tek bildiğim senin bugüne kadar hiç çay içmemişsin.” Çaydanlığın kapağını açar:
“Bak şuna, senin içtiğin çay değil, soğan kabuğunun suyudur. Çayını içtiğine göre, başka bir emrin var mı, Sansar oğlum… pardon, Çakal Rıza oğlum?
NOT: Bu hikayemiz, Cumhuriyet medeniyetinin o dönmelerde henüz ulaşamadığı Handris yöresinin cehaletini, yoksulluğunu anlatan yaşanmış yüzlerce hikayelerden biridir.
08 TEMMUZ 2020
Mehmet AKIN
YORUMLAR
Mehmet bey sanırım meslektaşız.size hocam demekte bir mahsur yoktur inşallah.
Bana yaptığınız yorumlardan iyi bir okuyucu olduğunuz kanaatine varıyorum.
Yazınızda değerli bir anı paylaşmışsınıž.
Güzel de bir anı.
Beğenerek okudum yazınızı.
Yanlış anlaşılmazsa ufacık bir eleştirim var.Bana da yardımcı olan arkadaşlar var.iyi eleştiriler yapıyorlar.bazen hatalarımı düzeltiyorlar.bu sayfa da onun için var değil mi.
Benim de size naçizane bir tavsiyem şudur.Yazılarınız da tasvir,betimleme ve imgeleme daha fazla yer verirseniz inanın daha iyi olacak.
Selamlar ve saygılar...
Mehmet Burhan AKIN
Cemile Öğretmenim,
Yazılarımız sayesinde çok değerli bir meslektaşımı tanıma fırsatı buldum. Doğrudur, emekli öğretmenim. Elimizden geldikçe okumaya çalıştık, ömrümüz elverdiği müddetçe de okuyup yazmaya çalışacağız inşallah...
Değerli meslektaşımın tavsiyelerine uymama gibi bir lüksüm olamaz. Hikayeler ve anılarda betimleme kullanmayı sizin gibi ben de çok severim... Betimlemesi olmayan hikayeler, yağı ve tuzu az kullanılmış yavan yemeklere benzer, tat alamam. Okuduğunuz yazımda betimlemelere yer vermedim, haklısınız kullanabilirdim..
Zamanınız varsa "GARİP BİR AŞK HİKAYESİ" başlıklı öykümüzü okuyabilir misiniz? Orada betimlemelere yeterince yer verdiğimin kanısındayım.
Bu arada, "Turnanın Feryadı" adlı - 400 sayfalık , yakında basılacak - bir roman yazma imkanımız oldu, Yaşar Kemal vari betimlemelere çok yer verilmiştir.
Öğretmenimin tavsiyesine kesinlikle uyacağım. Saygılarımla...
Soğan suyu gerçekten kaynatılır ve içilir. hen rengi çok güzeldir hem tadı... Ama çaya benzemez tabii..:))
O yörelerde ağa demek sadece mal mülk demek değil, aynı zamanda eli kolu devletin her yerine uzanan kişi demek.
Yörenin sorunlarını ilgililere o iletir ( bürokratlar bile onun sözünü çok dikkate alır ) yöreye gelen yetkililer de onun evinde ağırlanır. Öyle olunca görgü ve görenek olarak da halktan çok önce olduğu bir gerçektir.
Tilki Rıza'nın yaşadıklarına 'cahil cesareti' diyebiliiriz kısaca!... :)))
Anlatım diliniz, konuyu aktarma biçiminiz çok sürükleyici... Kutlarım Öğretmenim.
Saygılarımla...
Mehmet Burhan AKIN
Serap Öğretmenim,
Tespitleriniz çok doğru.. Müslüm Bayram kardeşimizin yorumu üzerine "Tilki Rıza" , "Çakal Rıza" olarak değiştirildi... ve Çakal Rıza'nın cahil cesareti...
Yaşamakta olduğum Muş yöremizde ağalık dönemi çoktan sona ermiştir, şükürler olsun. Bunun en büyük etkenlerden biri, şüphesiz ki köy çocuklarının okuyup aydın insanlar arasına katılmaları oldu.
Her zaman olduğu gibi yorumunuz yine bilgi yüklü... teşekkürler öğretmenim.
Saygılarımla....
Mehmet Burhan AKIN
Deniz Hanım,
Tek cümle de olsa anlamı benim için gerçekten çok büyük olan bir yorum... teşekkürler efendim...
"Ağaç mıyım, Çalı mı" başlıklı yazıda; an itibarile yaşayıp, Gülsüm teyze ile aralarında geçen diyaloğu hikayeleştiren Deniz Hanımın usta kalemini unutmam imkansızdır, çünkü halkla yaşanmış, halk kültürü ile yoğrulmuş ve de halk şivesi ile yazılan bir hikaye...
Saygılarımla...
Mehmet Burhan AKIN
Deniz Hanım,
Tek cümle de olsa anlamı benim için gerçekten çok büyük olan bir yorum... teşekkürler efendim...
"Ağaç mıyım, Çalı mı" başlıklı yazıda; an itibarile yaşayıp, Gülsüm teyze ile aralarında geçen diyaloğu hikayeleştiren Deniz Hanımın usta kalemini unutmam imkansızdır, çünkü halkla yaşanmış, halk kültürü ile yoğrulmuş ve de halk şivesi ile yazılan bir hikaye...
Saygılarımla...
Tilki Rıza Gerçek bir çakalmış, Tilki gibi kurnaz asil bir hayvanın lakabını taşımanın her babayiğidin haddi olmadığının, Tilkinin adını lekelemenin acı sonunu güzel bir dersle
Cindi ağadan almış.
Ülke gerçeğini anlatan, o kadar güzel hayat hikayeleri vardır ki... Sadece iyi bir kalemle gün yüzüne çıkarılması gerekir ki İnsanımız Cumhuriyetin kıymetini, Demokrasinin değerini anlasın. Bu ülke hangi badirelerden atlayarak bu günlere geldi bunu kulağa küpe etsin.
işte böylesi kulağa küpe olması gereken güzel bir yazıyı, bizimle paylaşan kıymetli öğretmenimin yüreğine ve kalemine sağlıklar dilerim.
nice saygılarımla
Mehmet Burhan AKIN
Müslüm Bey,
Bazı arkadaşlarımızın yazılarından etkilendiğim gibi, yorumları beni daha çok etkiliyor. İşte bu arkadaşlardan biri Müslüm kardeşimizdir... Yorumunuz beni ihya eti.
Güzel bir tespit, doğrusu aklımın köşesinden bile geçmemişti. Ne diye "tilki" yerine "çakal" yazmadım, bilmiyorum, ama hemen şimdi yazıya girip düzelteceğim...
Saygılarımla....
MÜSLÜM BAYRAM
sizin bu yönünüze de hayranım
mantığınızı gönül terazisinde tartıyorsunuz
farklı fikirlere değer katmak
erdemlilik ister
işte bu sizde var
sizi daha yüce kılan da bu bence
nice saygılarımla
Kemal Tahir okuyormuşum gibi hissettim Hocam... Teşekkürler öyküye...
Saygıyla
Mehmet Burhan AKIN
Adınızı bilmediğim için lütfen bağışlayınız, yorumunuz için teşekkür ederim.
Usta bir ve derin bir hissiniz var... haklısınız efendim, gençliğim Yaşar Kemaller, Kemal Tahirler vs... büyük üstatların romanlarını okumakla geçti, haliyle aynı üslupla yazmayı benimsiyorum.
Saygılarımla.....
Mehmet Burhan AKIN
Tespitiniz doğrudur Zeynep Hanım, kıtlık günlerinde büyüklerimizin anlattıkları ülkemizin her yöresinde buna benzer çok hikayeler vardır. Yaşanmış bu hikayecikleri toplayıp derlemek de elbette bizlere düşer.
Zeynep Hanım, yazılarınızı zevkle okuyorum...