- 375 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Melekler de haksız değildi
Bilenler bilir. Yazılarımda 20. Söz’e sıkça atıfta bulunuyorum. Özellikle bir cümlesine: "Kur’ân-ı Hakîm’de çok hâdisât-ı cüz’iye vardır ki herbirisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor." Atfımın sıklığı kendisinin bana bahşından. Yaptığı iyilikten. Vesile olduğu hidayetten. O Risale’yi ders aldığım gün gözüm Kur’an kıssalarına öyle bir açıldı ki, ne mutlu bana, artık kapatamıyorum. Kendimi okurları gibi değil ’sergilerinde gezineni’ gibi hissediyorum. Gayrı neye şahit olsam dikkatim götürüp bir ucunu kıssalardan birisine bağlıyor. Elhamdülillah. Şahitliklerim sayısınca elhamdülillah. Şimdi Kur’an’ın anlattığı hiçbirşey beni bırakıp gitmiyor. Ya? Zaman aynasında tekrar ediyor. Ne de olsa şu tekerrür de kanuniyettendir. Ve Kur’an bize hangi hakikatten haber verse bir yanıyla kanundur.
Bu yazıda da bunlardan birisine dokunacağım ya. Fakat öncelikle İşaratü’l-İ’caz’ın gül bahçesinde salınmam lazım. Çünkü şerbetimizin aroması bu defa oradan alınacak. Mürşidim, eserinin ahirine doğru, ’tâlim-i esma’ mevzuuyla ilgili ayetleri tefsir ederken diyor ki: "Beşer, bir taraftan arzın şifası için bir ilâç iken, diğer taraftan ölümünü intaç eden bir zehirdir." Yani kıssa-i Âdem aleyhisselamda meleklerin insanın yaratılışına karşı hissettikleri merak, kan dökücülüğüne yaptıkları vurgu, buna karşılık Alîmü’l-Hakîm’in onlara ’tâlim-i esma’ ile verdiği ders bize de gösteriyor ki:
İnsanoğlu hem öyledir hem de böyledir. Yani hem melek kardeşler haklıdır hem de Rabbü’l-Âlemîn’in her bilenin üstünde bir bildiği vardır. İnsan fesat çıkarıcı mıdır? Evet. Tarih melek kardeşlerin endişesini haklı çıkarak birçok kem sahneyle doludur. Fakat onların, tüm zararlarına rağmen, Hakîm-i Mutlak’ın hikmetinde apayrı bir yerleri var mıdır? Yine evet. Tarih irşad-ı nübüvvet eliyle bunun da şahidi olmuştur. Çiçeklerini sunmuştur. İşte biraz da bu durum mürşidime mezkûr cümleyi söyletir: "Beşer, bir taraftan arzın şifası için bir ilâç iken, diğer taraftan ölümünü intaç eden bir zehirdir."
Yaşadığımız salgın da bu duruma bir misal değil mi? Beşer, özellikle son iki yüzyılında, ulaşımda-iletişimde büyük atılımlar yaptı. Bir aylık yolculukları bir saate indirdi. Bir yılda haberleşilen yerlerle birkaç saniyede görüşmeye başladı. Koca küreyi bir köye çevirdi. Bereketini de gördü bunun. Üretimi arttı. Ticareti gelişti. Rızkı çoğaldı. Fakat diğer yandan aynı gelişkenlik onu daha hassas kıldı. Çevreye verdiği zararlar da küreselleşti. Zehri de arttı. Ben bazen arkadaşlarıma soruyorum: Eğer günümüzün ulaşım imkanları bu denli gelişmiş olmasaydı korona bu kadar hızlı yayılır mıydı? Cevaptan önce hep bir sessizlik yaşanıyor. Çünkü biz modern/’m’siz (m)edeniyetin hayatımıza kattığı şeyleri böyle hiç düşünmedik. Hem olumlu tarafına baktık.
Şimdilerde biraz mihenge vuruyoruz. ’Acaba?’ diyoruz. Ne için? Zararlarından kaçamadığımız için. Ateşimizin dumanı gözümüzü boğduğu için. Özbir silahlarımızın namlusu şakağımıza çevrildiği için. Gözlerimiz sulanıyor. Evet. Şakağımız sızlıyor. Evet. Bunlar oldukça da kıyamet senaryolarının sayısı çoğalıyor. Fakat, dikkat buyurunuz, aslında hep o başlangıcımızdaki kıssa tekrar ediyor: Bizim bu dünyaya getirdiğimiz bir fesat var. Melek değiliz. Bu belli. Kan döküyoruz. Ancak Cenab-ı Hakkın ’tâlim-i esma’sıyla dokunacak hayrımız da var. Belki bu çağın zararları açısından daha dehşetli olması terazideki dengenin büsbütün bozulmasından. Allah’ın isimlerine düşkünlüğümüz azalıyor. Âdemoğlu tâlimini unutuyor. O unuttukça da melek kardeşler haklı çıkıyor. Yahu deyiverin: Kur’an kıssaları arasında yaşamıyor muyuz sizce de?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.