- 1200 Okunma
- 23 Yorum
- 6 Beğeni
ETHEM’İN PORSCHE’Sİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sabahın yeni aydınlandığı saatlerde iş hanının merdivenlerin aceleyle çıkan kadın, bugün teslim etmesi gereken siparişleri, yapacaklarını düşünüyordu kafasında. Merdivenleri silenleri görünce ‘kolay gelsin’ dedi. Çantasından anahtarları çıkarmaya çalışırken yüzlerine bakmadı bile…
- ‘Ya demek böyle oldu şimdi?’ dedi adam. Yanındaki kadın, ‘sus’ der gibi dürtüyordu onu.
İş sahibi kadın koridorun loş ışığında çok net görülmeyen yüzlere dikkatle baktı, tanımadı.
- ‘Bana mı dediniz?’ dedi.
- ‘Evet, abla sana dedim. Şimdi merdiven siliyoruz diye utandın mı bizden?’
Genç kadın, yaklaştı daha dikkatli bakmaya başladı. Adamın beyazlaşan bıyıkları sararmaktan yağ rengine dönmüştü. Konuşurken ağzını kontrol etmekte zorlanıyordu, çünkü birbirine değemeyen birkaç diş vardı sadece ağzında, o nedenle sözcükleri de tam seslendiremiyordu.
Temizlik fırçasının uzun sapını elinde hızla döndürüyordu, çok gergin olduğu belliydi, tırnakların çok uzun zamandır kesilmediği, zorlandıkça kırıldığı da. İçlerinin simsiyah rengi de onların ‘durumlarını’ yeterince anlatıyordu. Parmak uçları taşlaşmış gibiydi, boylamasına yarıklarla doluydu.
Hanımı, iki büklüm vaziyette onun süpürdüğü merdivenleri silmeye çalışıyordu elindeki bezle, ‘söyleme sakın’ der gibi de arada bir kızgınlıkla bakıyordu kocasına.
Adamın ses tonunu tanıdı kadın ama çıkaramadı. Geri döndü, atölyesinin kapısını açtı, onları içeri buyur etti. Adam gitmeye niyetlenirken karısı gömleğinden tuttu, hiç konuşmadan sadece baktı.
- ‘Ne be!.. Yabancı mı o?.. Hadi gel, gidelim!...’ dedi adam.
İçeri girdiklerinde kadın bütün ışıkları açtı. Burası moda atölyesi olduğu için ışıklandırma çoktu. Döndüğünde kendine ısrarla bakan bir çift yeşil göz gördü. Feri gitmiş, sağlıksız bir yüzle uyum içinde, kırgın bakışların yansıdığı bir çift yeşil göz!..
- ‘Ethem!.. Sen misin?’
- ‘Benim ya Aysel Abla!.. Tanımadın değil mi?
………………………………………………..
Yıllardır bu atölyeyi ortağıyla çalıştırırken şehrin en zenginlerinin ailelerine her türlü giysi dikmişlerdi. Manto, döpiyes, elbise, tuvalet…
Hem işleri çok beğenilirdi hem de sosyal ilişkileri. Birçoğuyla uzun süren provalarda yaptıkları sohbetlerle ahbaplık gelişmiş, bazılarıyla kalıcı aile dostlukları yaşanmıştı.
İPLİKÇİLER, şehrin en köklü ailelerinden biriydi ve uzun zamandır onların müşterileriydi. İki kızları bir oğulları vardı. Holding yönetimin oğullarına bırakmayı düşünüyorlar, sağlıklarında kızların paylarını ayırarak onların ilerde bir sorun yaşamalarını da önlemiş oluyorlardı.
Ablalarıyla oğlanın arasında çok yaş farkı vardı, ‘tekne kazıntısı’ dedikleri oğullarının doğumu onlar için ‘vâris geldi’ gibi olmuştu. O nedenle fazla şımartılmıştı. Bütün servet neredeyse ona kalacaktı ama iş yerine uğradığı yoktu. Gençti, yakışıklıydı, zengindi… bir dediği iki edilmiyordu. Herkes etrafında pervane gibi dönüyordu.
Bir süre sonra onu evlendirmeye karar verdiler, ama kızı kendileri seçeceklerdi. Delikanlı itiraz etmedi, o nasıl olsa hayatını yaşamaya devam edecekti, bu arada soyu da sürecekti!..
Temiz, orta halli bir alenin güzel kızına görücü gittiklerinde mahallede yer yerinden oynadı. Kapıya yanaşan arabalar, özel şoförlerin açtığı kapılardan içinden inenlerin şıklığı, yürüyüşleri, takıları… herkes sokağa dizilmiş onları izliyordu.
‘Başına devlet kuşu kondu’ denilen aileden bekledikleri cevabı alamadılar. Baba, böyle bir evliliği uygun görmediği için kızını vermeye yanaşmıyordu. Onlar gelinlerine neler alacaklarını saydıkça baba daha çok huzursuz oluyordu. İşte bu yüzden istemiyordu bu evliliği!.. O ne alacaktı şehrin en zengin ailesine mensup damat adayına?.. O ezikliği yaşamak, kızına da yaşatmak istemiyordu.
Oysa kız, delikanlıyı çok beğenmişti, üstelik annesi de istiyordu bu evliliği… Araya babanın hatırını kıramayacakları koydular, sonunda söz aldılar!.. Ardında çok gösterişli bir nişanı damat tarafı üstlenerek yaptılar. Kızın babasının yüzü hiç gülmüyordu.
Üstü açılan 1960 model kırmızı Porsche’yi nişan hediyesi olarak oğluna alan baba, onların bu günlerinin keyfini çıkarmalarını istiyordu. Kendi babası çok disiplinli bir adamdı, öyle gençlik heyecanı falan dinlemez, kendisiyle beraber çocuklarını da sabahın erken saatlerinde fabrikalarına götürür, işi öğretmek için çok çabalardı. Kendi gençliğini çok yaşayamamıştı, oğlu bu keyfi sürsün istiyordu.
Bu sürede, mahalle terzisinden başka bir yeri bilmeyen kızı mağaza mağaza dolaştırıp yeni durumuna uygun giysiler çantalar dolusu alınıyordu. İşte bu sürede tanıdı Aysel gelin kızı. Ölçüleri alındı, kalıpları çıkarıldı, Avrupa kumaşlardan onlarca giysi dikildi. Provaya bile gelmesine gerek yoktu, manken gibi kızdı, teslim sırasında son bir kez giydirilip ( varsa ) küçük düzeltmeler yapılıyordu. Ethem’in bütün ailesi çok mutluydu. Hanım hanımcık, çok güzel, uyumlu bir gelin geliyordu eve…
İki genç arabanın hakkını vererek her yeri geziyorlardı. Hem böylece kıza, sosyal çevrelerini hem de sonra hep beraber gidecekleri yerleri de tanıtıyordu. Bazen birkaç gün ortadan kayboluyordu Ethem. Annesi huzursuz oldukça babası:
- “Benim oğlum ne yapacağını bilir hanım. Ben gözlüyorum onu, sen merak etme!...’ derdi.
Evlilik tarihi belirlendi ve hummalı bir hazırlık daha başladı. Gelin kız da havaya girmiş ve gelinliğini Paris’ten istemişti. Uygun kaynaklardan ulaşıldı ve oradaki bir moda evinden randevu alındı. Kumaşlar, güpürler, tüller, duvak beğenmek ve prova olmak için haftalarca İstanbul’a’ gidildi, oradan Paris’e uçuldu. Ayakkabısından parfümlerine kadar her şey oradan alındı.
İstanbul’da yalıda ilk kez bu aile düğün yapacaktı şehirde. Davetliler de özel hazırlanmaya başladı. Giysilerinden düğüne götürecekleri takılarına kadar. Otobüslerle taşındılar, düğün için çoğu. Yalıda dillere destan düğünle evlendiler.
Gençler şimdi de ‘yeni evliliğin’ tadını çıkarıyorlardı, dünyayı geziyorlardı. Döndüklerinde Ethem yine arada birkaç gün yok oluyordu. Gelin de alışmıştı buna. Çok da takılmıyordu buna çünkü arkalarında dağ gibi kayınbabası vardı.
Kısa bir süre sonra, bir akşam yemeğinin ardından kalp krizi geçiren babayı kaybettiler!.. Henüz çok yaşlı değildi, üstelik sapasağlam adamdı, doktora bile gitmezdi. Hiç kimse buna hazırlıklı değild!..
Her şey çok hızla ters döndü. Ethem, bu kadar erken olacağını düşünmediği için işle hiç ilgilememişti, şimdi kim ne derse onu yapıyordu. Yavaş yavaş, taşınmazlar elden çıkarılmaya başlandı, onlar da açığı kapamayınca fabrikalar yok pahasına elden çıkarıldı, tabii bu arada Porsche de satıldı… Evdeki çalışanları sayıları azaltıldı önce, konak da satılınca babalarının büyüdüğü şehirdeki eski bahçeli eve taşındılar.
Kimse bu servetin nasıl bittiğine akıl sır erdiremiyordu. Ethem’in kumar tutkusunun babasının ölümünden sonra iyice arttığı, her gece oyuna bir tapuyla gittiği anlaşıldı. En sonunda da işletmeleri koymuştu masaya!..
…………………………………………
Bu yaşananları duymuştu Aysel ama hep bir abartı payı var zannetmişti. Yokmuş meğer!..
O zarif delikanlıyı ve karşındaki adamı karşılaştırdı zihninde, bir de erkenden havalara girip zamanla diktikleri dikişleri beğenemeyerek İstanbul’daki moda evlerinden giyinen gelinle, örtüsünden keçe gibi saçları fırlamış, göz altları mosmor karşısındaki kadını.
İnanılır gibi değildi ama gerçek karşısında duruyordu.
Onları utandırmamak için işyerine daha geç gitmeye onlarla karşılaşmamaya çalıştı Aysel. İş hayatı süresince zigzaglar çizenleri biliyordu ama bu kadar dibe vuranlara ilk kez tanık oluyordu!
‘Hazıra dağlar dayanmaz!.. demiş atalar…
Dayanmadı!...
NOT: Bu yaşananlar gerçek bir yaşam öyküsüdür, o nedenle bütün özel adlar değiştirilmiştir.
Günün Yazısı taltifiyle yazımı onurlandıran Seçki Kuruluna, paylaşımıma ilgi gösteren, yorum yapan değerli arkadaşlarımıza çok teşekkür ederim. Saygılarımla...
07.08. 2020 Serap IRKÖRÜCÜ
YORUMLAR
Senin bu " ders niteliğinde " güzel paylaşımlarına hakkıyla yorum yapabilmek ne haddime, olsa olsa içtenlikle kutlar, kalemini, yüreğini alkışlarım.
İyi ki varsın SerapCan
Serap IRKÖRÜCÜ
İlgine, güzel sözlerine çok teşekkür ederim Arkadaşım.
Sen de öyle... :))
Sevgilerimle...
Neydim
Ne oldum
Ne olacağım
Hayata dair, kutlarım hocam.
Saygı ve selamlarımla
Serap IRKÖRÜCÜ
Hem de öyle... hepimiz için!...
Teşekkür ederim.
Sevgilerimle...
Güne seçilmeyi hakkeden yazınıza daha önce yorum yapmıştık, teşekkürler, öğretmenim...
Serap IRKÖRÜCÜ
Ben teşekkür ederim.
Saygılarımla...
Hay'dan gelen Hu 'ya gidermiş Serap Hocam,sanki elden ele geçen bir varlık var layık olanda kalıyor, hak etmeyende ise büyük bir panayır şenliği yaşatıp sonra o bahçeyi darmadağın bırakıp gidiyor.
Yüreğinize sağlık,yine insana birçok şey öğütleyen yazı için teşekkür ederiz.
Serap IRKÖRÜCÜ
'layık olanda kalmak'... ne güzel bir yaklaşım... buna da yaşamdaki duruşlar karar veriyor galiba...
Çok doğru noktalara değinen değerlendirmeniz için ben teşekkür ederim Canan Hanım.
Sevgilerimle...
Hayatın çarkları arasında ezilenler, varlıktan darlığa düşmek kadar kötü bir şey yok şu hayatta ki ibretlik bir gerçek yaşam öyküsü... En önemli şey kimin çocuğu olursanız olun, bir mesleğiniz olsun mutlaka ki eskiler buna altın bilezik de derlerdi, dünyanın bin türlü hali var, anlatılan hikaye de olduğu gibi... Kutluyorum güne gelen bu güzel yazınızı Serap Hanım...
Serap IRKÖRÜCÜ
Ailenin en büyük hatası da bu!.. Çocuklarını mesleksiz bırakmaları... Aile şirket yöneticiliğinde bu sorunlar hâlâ var ne yazık ki... Profesyonel bir yöneticiye kurum teslim edildiğinde bu ayırmalar ( kayırmalar olmayacağı için herkes elin taşın altına sokmak zorunda kalacak... bu da ona zamanla beceri olarak dönecektir aslında...
'Merhametten maraz doğar'ın bir başka şekli...
Katılımınız ve değerlendirmeniz için ben teşekkür ederim Ahmet Bey.
Saygılarımla...
Serap Hocam, yazılarınızı okumak çok ayrı bir keyif her zaman ama ben özellikle başlığa da vuruldum...ayrıca belirtmeden de duramadım.
Tebrik ederim..
Selamlarım saygılarımla.
Serap IRKÖRÜCÜ
Zaten Ethen!in başını yakan da o oldu!... Onun keyfini sürerken, sorumluluklarını unuttular.
Hayat da hemen açığını buldu ve bedelini ödetti!... :((
Çok teşekkür ederim kutlamanız için.
Sevgilerimle...
ne yıldızlara yakınız ne toprağa uzak
belki de yok hayatın bize kurduğu kadar büyük bir tuzak
hayat anlamını kaybediyor toplumumuzda yine de tutunmayı başarmışlar bu gerçek hikayede.
anlatırlar ya hocam cehennemin terse doğru yedi katı vardır, 7. dipteki imrenir 6. diptekine.
bu hikayede en zor olan yanı kalp kirizinden sonra kanatsız kalan gençlerdi. zenginken fakir düşenin hayata tutunması zordur, ve gençler hala yaşıyor olmalı. birlikteler ise yeniden sıfırdan başladılar, yeniden başlamayı bildiler. bu da on iki genç evli çiftin ne kadar güçlü olduğunu gösterir.
lakin tek kafama takılan, ethem kumarı bıraktı mı?
"Şimdi merdiven siliyoruz"
...bir çift yeşil göz!..
- ‘Ethem!.. Sen misin?’
- ‘Benim ya Aysel Abla!.. Tanımadın değil mi?"
o gözlerinin içindeki duygu o an neydi, hayat dolu parlıyor muydu?
eşiyle birlikte çalışıyor iseler, kumarı bırakmış ve yepyeni bir hayata başlamış olmalılar, sevgiyi de daha derinden buldulur ise...
hocam bu hikayenin anlattığı evet, yeşil cam filmleri gibi, yaşıyor iseler hikayenin ikinci kısmı da olmalı..
ve bu ethem ve gelin hanımın dilinden dile gelebilme ihtimali elbette yok mudur? zor mudur? bilemiyorum.
yazıyı gün içi okumuştum, ara ara düşündüm. ethem dedim içinden şimdi ne yapıyorsun? devam mı daha apartman temizliğine?
yeniden başladın hayata.. ne kadar ibret ve hüzünlü olursa olsun, kira derdin yok, bahçeli müstakil bir evde çalışıyorsun, eşin yanında...
deveden indin bindin eşeğe ama yine de ayakların yerde değil..
bir de sadece ayakta yürürken düşsen bir çamura.. işte o zaman belki de tutunamazdın hayata.
kimi kaldıramaz tüm bu yaşananları bu durumda...
lakin derler ya üstadlar; acıya acıda buldun ilacı gibi..
biraz romantik, dram, ethem ve eşinin yüzleri de gülenç ise; dostun düşmanın tanındığı ve en değerli olanların yanında olan insanlar olduğuna dair harika bir hayatta tutunma hikayesi gibi geldi bana.
satır aralarında o kadar çok şey var ki; sadece eksik olan bu hikayeye benzeyen yeşilcam filmi hangisi? şimdi yeşilcam da kalmadı sanırsam.
yeşilcam filmlerinde işlenen çoğu konu gerçek hayattan, gerçek sanatçılarca aktarılmıştı perdeye..
şimdi ne o sanatçılar var ne de bu kadar hayata tutunmaya çalışan insanlar sanki..
kalanlara iki üç kelam etti diye soruşturma açılıyor cb'ye hakaretten.. evet, müjdat gezen ve metin akpınar geldi aklıma şimdi de.. Tanrı yardımcıları olsun demekten başka da...
ve o iki sanatçımızın başına bir hal gelmese de, yaşadıkları bu dava olayları da yeşilcam misali yansıtılabilse perdeye..umarım olur yani..
ilk gençliğince bizleri kimi güldüren kimi düşündüren kimi de hüzünlendiren büyük sanatçılarımız.. üzülmemek elde değil.
bir şeyler eksiliyor günden güne...ve yeri dolmuyor sanki..
saygı sağlık ve huzurla hocam.
eksik olmayın.
Serap IRKÖRÜCÜ
İlk iki dizeyi yazıp bir yerlere asmak lazım!.. Hayat, her zaman çok yaratıcıdır… ((
Cennet ve cehennem, onların katmanları, basamakları konusunda çok bilgi sahibi değilim Ekrem Bey.
‘Beterin beteri var.’ Sözü söylenebilir mi bunun için bilemedim.
Çiftin yaşadıkları her şeye rağmen dayanışma içinde olmaları gerçekten çok tekdir edilecek b,r davranıştı.
Kumar masasına parası/ malı olmayanı oturturlar mı? Bıraktırdılar sanırım!..
Aslında bu yazıda anlatılanlar, bu çiftin hayatının çok kısaltılmış bir hayat özeti. Hayatları gerçekten film olacak kadar ilginç!
Şehzadeler gibi yaşarken böyle sefil bir hayata düşüp de yine hayata tutunmak için çabalamak bu çifti farklı yapan özelliği belki de… Ama yüzlerinin güldüğünü gören yok artık tabii. Direncin de bir haddi hududu var bence… ))
Aysel sağlığından dolayı iş yerini bir süre sonra kapadı, çok zor yürüyor şimdi… iş hanı, boşaltıldı, mühürlendi, yıkım kararı verildi. Bunlar en az 10 – 15 yıl önce oldu.
Şimdi bu çiftin ( hayattalarsa ) nerede oldukları bilinmiyor!.. ((
Çok detaylı düşünen, sürekli zihin jimnastiği yapan yapınızın yansıdığı değerlendirmelerinizi okumayı seviyorum.
Çok teşekkür ederim. Saygılarımla…
''Bu yaşananları duymuştu Aysel ama hep bir abartı payı var zannetmişti. Yokmuş meğer!..
O zarif delikanlıyı ve karşındaki adamı karşılaştırdı zihninde, bir de erkenden havalara girip zamanla diktikleri dikişleri beğenemeyerek İstanbul’daki moda evlerinden giyinen gelinle, örtüsünden keçe gibi saçları fırlamış, göz altları mosmor karşısındaki kadını....'''
hal ne olursa olsun birlikte olmanın güzelliği bu yazıda ki yegane güzellikti..
bir de dikkatimi çeken o loş ışıkta ne kadar yaklaşırsa yaklaşsın tırnakların o halin görülmesi dikkatimden kaçmadı....
vel hasıl ne oldum deneyeceksin hiç bir zaman...
yine ize özgü ders veren bir yazı okuttunuz Serap hocam teşekkürler saygılar
Serap IRKÖRÜCÜ
'loş' ışıktan ne anladığımıza bağlı olabilir mi?.. :)))
Son söz, hepimiz için, her şeyin, her an mümkün olduğunu gösteriyor ki, öyle!...
Değerlendirmeniz ve katkınız için çok teşekkür ederim Ahmet Bey.
Saygılarımla...
Serap Hocam, siz anlattığınızda her şey sıradan olmaktan çıkıyor. Ne kadar hayatın içinden, her zaman karşılaşılabilir olursa olsun!..
Kutluyorum, haklı ödülünüzü!
Sevgilerimle...
Serap IRKÖRÜCÜ
Paylaştığımını yaptığımız her şey hepimizin yaşayabileceği, duyabileceği, öğrenebileceği şeyler zaten. Tek fark gözlem ve aktarma dili olabilir...
Çok teşekkür ederim Sevgili Yazarımız.
Hocam; öykünüz güne gelmiş. Çok sevindim. Hayatın içindendi. Yaşanmış. Çok güzel aktarmıştınız yaşanmışı.
Tebriklerimle
saygılarımla Serap Hocam
Serap IRKÖRÜCÜ
Ne kadar zarifsiniz, ne kadar temiz yüreklisinizin Ersin Bey...
Bu sabah gördüm seçkiyi, sayfayı açtığımda da yapılan değerlendirmeler vardı. ama biri heyecanını sayfaya kadar taşımıştı... :)))
İlginiz, tebriğiniz için çok teşekkür ederim.
Saygılarımla...
siyah beyaz yeşilçam filmleri geldi aklıma
zirvedeyken düşmüş herşeyini kaybetmiş ama onurunu asla kaybetmeyen kahramanlarımız
hem dokunaklı, hem huzurlu, hem de su gibi akan uslubla yazılmış bu hem tebessüm ettiren hem de acıtan yazınızı iki kez keyifle okudum
kulaklarımda hepimizin aklına kazınmış Türk filmlerinin fonunda konuşan ses tonu ile
haarika bir anlatımdı
teşekkürler serap hocam
Serap IRKÖRÜCÜ
Bu filmler sayesinde en azından konuya yabancı değildik... :))
Hepimizin yaşamı dramlarla dolu... Ne tümüyle trajedi yaşıyoruz ne de komedi... İkisi içi içe olunca da dram yaşamış oluyoruz. Bu yaşanmışlıkta da öyle...
Beğeniniz ve değerlendirmeniz için çok teşekkür ederim Erdal Bey.
Saygılarımla.
Serap hocanın yine ders verir niteliğinde yazısı. Önce tecrübe ve bilgi birikiminiz ile yazmış olduğunuz bu güzel yazılarınız için teşekkür ediyorum. Ne yazık ki benim de tanıdığım bu tarz insanlar var.
Sevgi ve saygılarımla.
Serap IRKÖRÜCÜ
Elbette vardır Fatma Hanım... Toplumumuzdan bir kare sadece!..
Estağfurullah!..
Ben ilgi gösterdiğiniz ve yorumladığınız için çok teşekkür ederim.
Sevgilerimle...
Serap Öğretmenim, “Ethem’in porsche’si” bir solukta beyaz perdede yeşil çam filmi izler gibi okudum.
Her satır bir senaryo, bütünü finalde izleyiciyi gözyaşlarına boğacak kadar mutsuz biten film gibi canlı.
Gerçek olayları günümüz gençliğine, aktarmak ve finalde eklediğiniz "Hazıra dağlar dayanmaz"Ata sözünü atıf ise paha biçilmez ayrı bir değer.
Yürekten kutlarım.
Saygılarımla.
Serap IRKÖRÜCÜ
Sosyalleşmede basamakları ikişer üçer atlayanlar, ailelerine ne yazık ki bu acıları yaşakttıler bir süre... Filmlerdeki konular abartı gibi gelse de işte birebir gerçeği!..
Önce çalışma,üretmek ve ürettiği kadarını tüketmek bu ülke insanının ilk öğretisi olmalı. Bilgi eksikliği çok öenmli değildir, hayatın bir sürecinde tamamlanır. Ama öğretilerin yaşı vardır.
"Ağaç, yaşken eğilir." misali...
Değerlendirmeniz için çok teşekkür ederim.
Saygılarımla...
Öyküde yaşananlar tük filmi gibiydi. Bir an " nayır nolamaz" demek geldi içimden. Üretmeden hayat sürdürüyorsan hayatın kaçınılmaz gerçeği karşımıza çıkıyor maalesef. Öyküde bahsedildiği gibi " Hazıra dağlar dayanmıyor" Ne yaparsan yap ama üretmeyi bilmek lazım. Tüketmek bir yere kadar. Gereksiz tüketim neleri götüreceği öyküde o kadar güzel işlenmiş ki başka söze ne hacet!
Dup duru bir öyküydü hocam. Kendini bir solukta okuttu. Çok iyi gözlemleyip çok güzel kaleme almışsınız. Yüreğinize, kaleminize sağlık.
Saygılarımla...
Serap IRKÖRÜCÜ
Çocuklarımıza üretmeden tüketmemiz gerektiğini öğretebilirsek bunlar yaşanmaz diye düşünüyorum. Ya da tüketeceğimzi kadarını bizim de üretmemiz gerektiği gibi..
Annesinin yaptığını beğenmeyen çocuk, kendi yemek yapmalı ve ne kadar kolay - zor olduğunu yaşadıktan sonra onuşurken yutkunduğunu göreceksiniz. Yöntem bu kadar basit aslında!... Beğenmiyorsan sen yap!... ( ya da yap da görelim!... :)))
İşte o zaman her anlamda üretmenin zorluğunu düşünmeye başlayan çocuktan böyle bir hata gelmez artık.
Siz de öyle yorumlar yapıyorsunuz ki Serkan Bey, bir - iki cümle yazıyorsunuz, ben yarım sayfa yazıyorum sonra!... :))) Fitili ateşlemeyi iyi biliyorsunuz...
Değerlendirmenize, beğeninize çok teşekkür ederim.
Saygılarımla....
Ailelerin evlat yetiştirirken nedenli dikkatli olmaları gerektiği geliyor akla...Her şeyi dozunda yetişmemiş evlat, sızdıran bir damar gibi öldürüyor varlığı. Evet Serap Hocam ,hazıra dağ dayanmıyor.Çok güzel bir öykü olmuş..TEBRİK EDERİM.SEVGİLERİMLE...
Serap IRKÖRÜCÜ
'doz'...
Ne kadar haklı bir vurgu!.. Ve evlat yetiştirmek zannedildiğinden çok daha emek isteyen, 'zor bir zenaat'...
Evet, o nedenle çocuklarımıza ilk önce ve en çok hak etmeyi ve kazanmayı öğretmeliyiz.
Değerlendirmelerin ve katkıların için çok teşekkür ederim Serpil Hanım.
Sevgilerimle... :)))
Maalesef bu ve benzer olayları çevresinde görmeyenler şanslı galiba
kumar olayı uyuşturur beyinleri, gözü hiç bir şeyi görmez
yeter ki oynayacak para olsun.
hiç düşünmez aileyi çoluk çocuğu, bu tiplerin acil hastaneye yatırılarak tedavisi yapılmalı bence, aksi halde başa beladır böyleleri
nice ocaklar sönmüştür bu kumar illeti yüzünden
toplumsal bir yaraya parmak basmışsınız öğretmenim
güzelde olmuş
nice tebrikler ve saygılarımla
Serap IRKÖRÜCÜ
O nedenle bir özelliği ÇOK olan bu babanın belki de tek hatasıydı, ama hepsinin sonu oldu.
Çocuğumuza bile harçlığı 'hak etmek' izerine vermeliyiz. Çocuk, emeğinin karşılıksız kalmayacağını öğrenir böylece.
(Bunun gözünü çıkarıp çocuğu çıkarcı yapmadan, ince bir ayar çok önemlidir burada!.. )
Ama dediğiniz iş kumar oynamayı alışkanlık haline getrimişse, tedavi olmadan düzelemeyeceklerini düşünütoeum ben de... Ama en zoru onları tedavi olmaya ikna etmektir, çünkü hepsi bunu sevdikleri için yaptıklarını isteseler yapmayabileceklerini söylerler!... :(((( Duy da inanma!..
Değerlendirmeleriniz için teşekkür ederim Müslüm Bey.
Saygılarımla...
İşte her zaman geçerli olan bir söz vardır ya hani! Ne oldum dememeliyiz, ne olacağım demeliyiz o yüzden.
Ders niteliğindeydi yine..
Sevgilerimle Serap Hocam...
Serap IRKÖRÜCÜ
Kendini bilmek adına çok güzel bir cümledir. Bunu aklının bir köşesinde taşıyanlar, kolay kolay bu hataları yapmaz diye düşünüyorum.
Katkınız ve değerlendirmeniz için çok teşekkür ederim Neslihan Hanım.
Sevgilerimle...
Ben çok yakinen tanıdığım birinden bahsedeceğim.
Evliliğimiz nedeniyle hısım olmuştuk.
Arada gider gelirdik.
Onlara gittiğimizde manzara hep şuydu; Bir elinde viski bardağı, diğerinde puro, bacak bacak üstüne atar, dişinin arasında et parçası kalmış gibi cıyyykkk diye arada çekiştirme alışkanlığı gözümüze batardı. Türk filminden fırlamış bir tip oluşu bana komik gelirdi.
Zaman geçti, eşine cip kendisine son model arabalar aldı. Banka müdürüydü. Emekli olunca başka bir bankada müdür olarak çalışmaya devam etti. İyi bir birikimi ve kazancı vardı.
Sonra oradan da ayrıldı. Bir kulüp satın aldı. Kumar oynanan ve zenginlerin takıldığı bir kulüp.
Sonra ne oldu biliyor musunuz ? Satın aldığı kulüpte garsonluk yapacak duruma gelmişti. Sonra köydeki annesinin evine kapandı ve organik meyve sebze üretmeye çalışıyordu. 10 lira harçlık bırakana dualar ediyordu. Pahalı purolar gitmiş sarma tütün gelmişti. Viski yerine de akşama kadar fokurdayan semaver...
Boşandılar. Eşi de eski konken arkadaşlarına temizliğe gitmeye başladı.
Bu kadar...
Ethem Aysel'e sırf tanıyamadığı için kızacağına kendisine kızmalı. O değişimle Ethem'i ben bile tanıyamazdım :)
İbret verici bir yazıydı.
Siz yazıyorsanız zaten kesinlikle ders alınası bir paylaşım olması kaçınılmazdır.
Ben kendi adıma teşekkür ediyorum.
Saygılar.
Serap IRKÖRÜCÜ
Emeksiz elde edilenin kolay harcandığını düşünüyorum. "Yiyen mi bilir, doğrayan mı bilir?"
Elbette doğrayan bilir!... Emeğini, pahasını, değerini... o nedenle tüketirken dikkatlidir.
Sizin örneğinizdeki 'banka müdürü'nün de bir maaşla servet edinmesi çok akla yakın gelmiyor. 'emeksiz' kazanmanın hazımsızlığıyle birden basamakları atlamak da eklenince sonuç örneğiniz gibi oluyor...
O kadar güzel betimlemişsiniz ki inanın, filmde izlemiş gibi oldum... Bu süredeki yükselişi hiç sorgulamadan getirilerinin payını yaşayan eşlerin de bu sonda payları olduğunu düşünmüşümdür hep. 'iyi günde, kötü günde' birden unutuluveriyor sonra!... :(((
Sorumluluğu gelişmemiş kişiler, kendilerin hiç eleştirmedikleri için başlarına bunlar gelir ya zaten. Yaptıkları her şey onların başarısı olur, yapamadıklarının tek suçlusu karşısındakilerdir. O nedenle suçlamasından da anlıyoruz ki... onun ayakları hâlâ suya ermemiş!..
Sizin örneğiniz de öyleydi Ahmet Bey. Umarım her ikisinden de pay çıkarılır...
Estağfurullah!..
Katkınız, değerlendirmeniz, beğeniniz için çok teşekkür ederim.
Saygılarımla...
"Sade undan helva olmaz,
Bal gerekir kazana.
Baba malı tez tükenir,
Gerek oğul kazana."
..................
"İçki öldürür, kumar söndürür." Boşuna dememişler, bizden önce yaşayanlar... adamların bir deneyimleri olmalı ki bizlere nasihat olsun diye altın değerindeki öğütleri bırakmışlar.
Serap Öğretmenimin edebi cümlelerle süslediği nasihat niteliğindeki bu eser okunmaz mı? Okumadım, tabiri caizse yuttum adeta...
Teşekkürler Öğretmenim...
Serap IRKÖRÜCÜ
Paylaştığınız dörtlük, konunun bam teline basmış, çok teşekkür ederim Değerli Öğretmenim.
Bu sorumluluğu vaktiyle kazanmış çocuklar / gençler neyi nerede, ne kadar, ne zaman yapacaklarının da ayarını yapabilirler.
Önemli olan onlara düşünmeyi ve üretebilmeyi öğretebilmek.
Atasözlerimizin hepsi, deneyimlerin sonucudur. Dikkate almakta yarar var elbette.
Estağfurullah!.. Ben çok teşekkür ederim değerlendirmeleriniz ve beğenileriniz için.
Saygılarımla...
Serap IRKÖRÜCÜ
Evet, çok bilinmedik bir olay değil, toplumumuzun gerçeklerinden biri ne yazık ki.
Ama yakından tanıyınca onunla beraber tüm ailenin yaşadıklarını bilince etki bir başka oluyor.:(((
Çok garip Deniz!..
Çocuklarımıza en çok 'hayatı okuma'yı öğretmeliyiz diye düşünüyorum.
Sevgilerimle...
Sanırım çok vardır benzer hikayeler...
Sonu iflasla hatta intiharla ya da sokakta veya akıl hastanesinde biten hikayeler...
Bence en büyük hata özellikle babaların çocuklarını hayata hazırlama konusundaki yaklaşımları oluyor.
Genel olarak zor şartlarda büyüyen ebeveynler aynı yoklukları çocukları da yaşamaması için el bebek gül bebek büyütüyorlar çocuklarını. Büyütüyoruz...
Sonrasında da çocuk hayatla baş başa kalınca ne yapacağını şaşırıyor.... Tabi bunun tersini yapan aileler de var. Ya da ne şekilde yetişirse yetişsin hayatın zorluklarına çabuk uyum sağlayan evlatlar da... Onların ki başarı hikâyesi olarak kaldığı için dikkat çekmiyor belki de...
Fakat yine de sorun ebeveynlerin bu tutumunda yatıyor diye düşünüyorum....
Yaşanmışlığı bir hikaye tadında çok güzel işlemişsiniz sayın öğretmenim.
Umarım her okuyan payını alır... Alırız...
Saygılarımla esenlikler dilerim...
Serap IRKÖRÜCÜ
Psikologların ebeveynlerle ilgili tespitlerindeki cümleler çok ilginçtir.
“Bize iki tip ailede büyüyen çocuklar için daha çok ulaşıyorlar:
- İtici aileler: Terk eden, hırpalayan, evlatlık veren, sahiplenmeyen…
- Koruyucu aileler: üzerine titreyip çocuğunun her dediğini yapan, onun sorumluluklarını üstlenen.
Biz, ikinci aile tipinden daha çok ürkeriz. Pasif, becerilerini geliştirmemiş, sorumluluk duygusu edinmemiş, vermeyi bilmeyen sadece isteyen / bekleyen çocuk yetiştirirler.
Ve bir gün onların yanında olmadıklarında ‘itici ailenin’ çocukları yaşadıkları bütün travmalara rağmen hayat karşı dirençli olurlar, hayat havlu atmazlar, çünkü kollanmayı beklemeyi hiç öğrenmemişlerdir, ne iş yaparlarsa yapsınlar çok başarılı olurlar.
Oysa ‘Koruyucu aileler’in büyüttüğü çocukları yıllar sonra en çok onları huzursuz etmeye başlar.
YANLIŞ TUTULAN SİLAH GERİ TEPTİĞİNDE İLK ÖNCE TUTANI VURUR!.. Gerisi bilindik hikaye zaten!.. (
Umarım Erkan Bey.
Değerlendirmeleriniz ve beğeniniz için çok teşekkür ederim.
Saygılarımla…
82 yılında annemi kaybettiğimde altında iki dükkan olan gecekondu evimiz, bir araba ve geliri oldukça yüksek olan bir kasap dükkanımız vardı.
Sonra nasıl olduğunu anlamadık. Ayarı kaçan babamın ayarsız harcamaları biten evlilikleri bitmeyen evlenmeleri( yedi evlilik) bozulan düzen. Sonuçta bağkurdan da olsa emeklilik ve şu an kirada. Ne ev ne araba ne dükkan. Hepsi gitti.
Şimdi o mahalleye gittiğimde annemin tütün fabrikasında çalışarak yapılmasında çok hakkı olan o eski evimi gördükçe içim cız eder. O evin yanına teyzemler köyden geçip kendi evlerini yaptılar. Sonra dört kat çıktılar. İşin hazin kısmı babam o katlardan birinde kiracı ve ben ne zaman babama gitsem o sisli çocukluğumu görürüm; bazen bir şey düğümlenir boğazıma bazen de saydırırım kadere.
Hayatta çok zihzaglar yaşadım. İnişler çıkışlar küçüklüğümden beri. Mesleğe atılıp evlendikten sonra hayatım daha düzene girdi.
Okuldayken paranın olmaması ne demek iyi bilirim.
Hikaye aldı beni nerelere götürdü...
Saygılarımla Serap Hocam
Not: Eh be çocuk şiirine yazdıklarınız İÇİN çok teşekkür ederim. Teşekkürüm uzun olacağı için biraz geç dönersem kusuruma bakmayın.
Serap IRKÖRÜCÜ
Bir kişinin ayarsızlığı bütün bir ailenin tepetaklak olmasına yetiyor da artıyor bile. Hele o güne kadar yakın aile çevresinde örneği yaşanmamışsa, alınan önlem de olmuyor. Çünkü kimsenin aklına gelmiyor, beklenmiyor da!..
"Bu aile için özellikle çevrede en çok "Bir alimden bir zalim, bir zalimden bir alim." sözü, (birinci bölüme ithafen) çokça söylendi. Çünkü çok çalışkan, çok beyefendi, çok yardımsever... her iyi özelliği ÇOK olan bir adamın oğluydu. Kendisi bir şey kazanmadığı gibi, bırakılanların hepsini de tüketti. Kendisiyle beraber annesini ve eşini de bu yokluğa sürükleyen Ethem'e hiçkimse acımadı ve yardım etmedi. Çünkü yalpaladığı dönemde ona yardımcı olmak isteyenleri dışladı, servetine gözünü dikmiş akbabaların dediğini yaptı!.. İki çocuğunun velayetini halalar aldılar üzerlerine, onlar okutup yetiştirdiler kardeşlerine çok kızmalarına rağmen çocuklara kıyamadılar. Ethem de bundan hiç rahatsız olmadı, hatta 'yapacaklar tabii, halaları değiller mi?' diyecek kadar da denszilik yaptı!... :(((
Siz de en azından meslek sahibi olarak kendinizi kurtarmışsınız.
Bir çocuk büyüklerini iki kıstasa göre örnek alır:
- Onun gibi olmak için,
- Onun gibi OLMAMAK için!...
Benim de yakınımda da babasını ikinci seçeneğe göre örnek alan gençler var, sizin gibi...
AKILLI OLANA LAFIN TAMAMI BİLE SÖYLENMEZ!.. O, ne yapacağını bilir.!
Açık yüreklilikle paylaştıklarınız için çok teşekkür ederim Ersin Bey. Her şey gönlünüzce olsun.
Saygılarımla...
Tebrik ediyorum, maalesef bu zihniyette gençler var, haydan gelip huya gidiyor. Umarım kıssadan hisse olan bu yazıdan hisse alanlar olur. Kaleminize sağlık.
Serap IRKÖRÜCÜ
Ne yazık ki öyle Özer Bey.
Umarım bir yüreğe ulaşır. Çok teşekkür ederim.
Saygılarımla...