- 770 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
OTOPSİ RAPORU
Şimdi görmezden geldiğiniz bazı başıboş divanelerin, aranızdan dolu dolu gideceğine yemin edebilirim…
Sizinle yaşanmamış her hevesin yorgunluğu omuzlarında, koklanmamış her huzurun sızısı genizlerinde olacak.
Gırtlağına düğüm düğüm dizdiği sözcüklerin ağırlığı yetecek tabutunu taşıyanların tökezlemesi için.
Olmayacak onların da kefeninin cebi.
Yetiştirme yurtlarında -yetiştirlememiş- bir çocuğun dokuduğu heybelere dolduracaklar hiç sahip olamadıklarını.
Kimsenin lokmasına göz dikmedikleri için tıka basa tok olacak gözleri, boş kalan midelerine inat.
Aslında düştükleri kuyunun derinliği değildi onları naçar bırakan.
Uzattığınız iplerin kısa olduğunu siz tahmin edemediniz, onlar da kırılmayasınız diye yüzünüze söylemedi belki de.
Suyunu çıkarmak için sıkacak taş aramadıklarından güçsüz bilinseler de, bir parça sevgi görseler dağ dağa kavuşacaktı, anlamadınız.
Birbirini karalayarak kendilerinin temiz kaldığına inanan insanlar arasında, onlar gönüllü atladılar çamura.
‘Toprak kabul etmez’ diyenlerin her haltı yediği şu dünyada ‘kader de sebil etmez’ dediler diye isyankar ilan ettiniz, yutkundular sadece.
İçlerinden kimisi ‘bana çıkmaz’ diyerek kalıbını bastı mutluluk piyangosuna.
Şike yaptığını zannettiniz bildiği sonuç yüzünden.
O’na neden çıkmadığını hiç biriniz sorgulamadı…
Anadolu’daki batıl bir inanışa göre ‘ceset ağırsa, ölünün yaşarken çok günah işlediğine’ rivayet edilir.
Sizler de, sahipsiz sandıklarınızın günahını aldınız el birliğiyle ama darasını almayı akıl edemediniz.
Yapamadıkları aklında, söyleyemedikleri dilinde, arzuları sıkılı avuçlarında olduğundan dolayı ağırdı halbuki, bu er kişi niyetine yolculadığınız maktul.
İnsanın içinde götürdükleri cisminden fazlaysa, şişermiş bütün ölüler.
Ve yapamadıkları yaptıklarından çoksa, günahı bedava alınırmış mevtanın.
Önce bir kimsesizler yurdundan evlatlık aldınız onu, dostlarınız sizi alışverişte gördü.
‘Bereket versin’ dediler de, ‘üstü kalsın’ diyen dudaklarınız hareketlendi utanmaz bir iştahla.
Bir yatsı sonrası cemaatsiz bir caminin arka avlusuna terkettiniz aynı gece.
İnsanlığınızın üstü kalırken birisi hayata küstü, omuz silktiniz.
Yanağından süzüleni emziğine katık edişine afiyet olsun dediniz.
Gözyaşındaki iyot ekşisinden biberonundaki süt kesildi de, kesilmedi kalleşliğinizin hızı ve imana gelmedi gecenin ayazı.
Ve şimdi az yaşamış çok yaşlanmış olarak,
Işığına yıldırım düşmüş bir deniz fenerinin dibinde buldular bedenini.
‘Kıyıya vurmuş’ denilerek geçti tutanaklara.
Kıyıdan taraf olup, aleyhinde darp raporu tanzimlediniz bir de vurduğu için.
Az yaşayanların çok öldüğüne tanık yazıldı mevsim martıları…
Geride tüm sermayesi, yarısı ıslanmış kareli bir not defteri ve oksitlenmiş uyduruk bir oltası kaldı, sapının tutmacında iki büyük harf olan.
Nüfus cüzdanı gibi taşırdı o defteri.
Kapağında ‘ALIN YAZIM’ yazıyordu.
El yazısı sandılar ellere yazılan aynı alfabenin akraba harflerini.
Ve, en sevdiği eşyasıydı oltası. Gözü gibi bakardı ona.
Açık kalmıştı motoru oltasının, gözleri gibi…
Arada kurşun takardı otuz beş gramlık olanından.
‘En uzağa fırlatmalıyım ki, tekrar sarmam bir ömür sürsün’ derdi.
Kanca kullanmazdı katiyen.
Muhatabı balık bile olsa, ‘seni doyuracağım, al bunu ye” diyerek kandırmayı kalleşlik saymıştı hep.
Hem, kendisi de balık hafızalıydı yaşarken.
Yediği her lokmanın içinden kanca çıktığını görür, sonra yine unuturdu taa ki damağı acıyana dek.
Karaya çıkana kadar suyun farkında olmayan balıklar gibi yaşadı onca sene.
Ve dün gece, ışıksız deniz fenerindeki boş boğaz bekçinin kulağına fısıldadı son sözünü: DAMAĞIMI ACITTILAR, KARA GÖRÜNDÜ !..
Kendisiyle birlikte gömülmesini istediği, tutmacında iki büyük harf bulunan oltasını, sıradaki koşucuya uzatılacak bir atlet gibi kavramış halde bulundu.
Defterinde yazılanlar slogan oldu sokak çocuklarının diline.
Hayatı gibi, birçok sayfasının da yıprandığı defterinde yazılanlara pek bir anlam verilemedi okuyan uzmanlarca.
Bana verdiler en son, ‘sen anlarsın belki’ diye lacivert muşamba kaplı bu cep defterini.
Bunda anlaşılmayacak bir şey olmadığını anlatmaya çalıştım cahil aklımla…
(sahife-3 / Satır- 8)
………… söylediklerini işitecek kimsesi kalmayınca, vazgeçiyor konuşmaktan insan…..
Yediğin dayağı bile bölüştüğün insanlarla, gün gelir selam bile alıp vermez olursun.
Herkes kendisinin kazanacağını zannederek sadece zaman kaybeder oysa.
Verilecek son nefesin süresi kafi değildir bütün keşkeleri sığdırmaya, gözün açık gidersin.
İnsanlar bence asıl ölüm anlarında görüyorlar yaşarken görmedikleri tüm gerçekleri.
Bu yüzden her ölenin göz kapakları sıvazlanıyordur mutlaka.
Ve söylenecek hep bir şeyler yarım kaldığından; bir özür, bir teşekkür, bir pişmanlık kelimesinin eksikliğini anladığından dolayı düşüyor çene kemiği.
Onun içindir ki çenesi sıkı sıkıya bağlanıyor başının üzerinden düğümle.
Yaşarken gurur yapıp konuşmayanların, öldükten sonra konuşmaya hakkı yoktur deniliyor sanırım.
(Sahife-5 / Satır-2)
…………. umut uçurtmamın bağlı olduğu göbek bağım kesildiğinden beridir heveslerimin dizleri kanıyor çile teneffüslerinde.
Üfleseler geçecek sıyrıklara oflayanlar yüzünden p/iç kanama geçiriyorum ister istemez…
Bir avuç bilyeyle geliyoruz dünyaya.
Basamakları tırmanırken, parmaklarımızın arasından tek-tük dökülenlerde kalıyor aklımız.
Ansızın cam yuvarlaklar savruluyor yaşam merdivenlerine, hayat akıyor avuçlarımızdan. Elimizde kalan son iki-üç tanesiyle oynamayı denemeyip dağılanları, saçılanları, çatlamışları toplamakla harcıyoruz seneleri.
(Sahife-11 / Satır-4)
…………… ”Bitse de gitsek” dedirten bir senaryonun sezon finalindeki rolünde sufle bekliyor yaşama umudum. Bütçesi, prodüksiyonun meze giderini karşılamayan fakir bir çilingir sofrasında son sahne.
Başrolünde aklımı oynattığım siyah beyaz bir projede dublörlük yapıyor şimdi acemi gamzelerim.
Makyajından ödün vermeyen bir tebessüm konduruyorum yanaklarıma.
Tek kelimelik repliğiyle elimde kalıyor da senaryonun son sayfası, ‘elveda’ deyişimi alkışlıyor bilirkişi tayfası.
Ateşi ısınarak değil de, bizzat yanarak öğrenmiş birisini kibrit çöpüyle tehdit ediyor pürmüz nefesli yönetmen.
Mangal gibi yüreğinden gözlerimle kıvılcım aşırıyorum, ‘kestik’ diyor, şaşırıyorum…
(Sahife- 18 / Satır- 6)
……………
Misinamın titreşimi kadar kıpırdasaydı şayet yüreğim, Charles Francis Richter’le horon tepecektim fay hattı üzerinde.
Çarşaf gibi durgun denizlerde vurgun yedim de, denizatlarının terkisinde taşıdılar canımdan gayrı neyim kalmışsa.
Hastane önündeki incir ağacından aşılama yaptılar örselenmiş yüreğime, incirin en görkemlisi ocağıma dikilmişken.
Yanmayan yerden duman tütmeyeceğini ilk söylemiş Ata’nın ruhuna duman halkalarından mesajla fatiha gönderiyorum.
Üfleyin de söneyim n’olur, boşa eriyorum…
(San sayfa / son söz)
……………
Mayhoş bir yosun tadı gıdıklıyor genzimi.
Bir denizkızı ‘çok yaşa’ diyebilir diye hapşırmıyorum inadına.
Ucunda kanca bile olmayan misinamı fırlatıp en uzağa, çektikçe sırtını kaşıyorum kefallerin.
İntihara meyilli bir uskumru kendini asmazsa oltamın ucuna, kaçan balıkların hepsi büyük olacak bugün de…
Bir deniz yıldızının beş ciheti işmar eden şeklinden anımsadım pusulaların bir yön eksik dizayn edildiğini.
Beşinci yollara vuruyorum vurdum-duymaz başımı.
Bir vesikalık resmimi olsun hayatları boyunca arka ceplerinde bile taşımayanlar, gururla taksınlar göğüslerine musallada.
Sarı ışıklı bir evin duvarlarına fotoğrafının asıldığını görmek için ölmen gerekli anlamıyor musun?
Onların başının sağ olması için ölmesi lazım çoğunun, biliyorsun.
Kızılcık şerbeti bulaşmış mendilini bağladığın dilek ağacı gölge etsin gireceğin çukura.
Defterini ve oltanı kendinden uzağa koy ki götürmesin dalgalar.
Ulan hayta… Doğdun da ne işler aldın başına.
Oltanın tutmacındaki iki büyük harf yazılsa yeter meçhul bir mezar taşına…
Æ
YORUMLAR
Haksızlığı, vurdumduymazlığı o kadar anlaşılır yazmışsınız ki. İlhamını hayal gücünüzden alan bir öykü yazdığınızı sanmıyorum. Ücret istemeyen ve sadece doğru yola çağıran insanların ateşe atıldığı, taşlandığı, asıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu durum asırlar önce böyleydi de şimdi nasıl acaba? Dünyanın herhangi bir bölgesinde insanı bırakın bir canlıya veya doğaya haksızlık yapıldığında insanlar, ülkeler gerekli tepkiyi veriyor mu? Vijdanlar gerekeni yapıyor mu? Bunu sorgulatan bir yazı okudum.
AliERDİNÇ
Öncelikle hayran kaldım tebrik ederim ve sevgili Eflatun çok doğru söylemiş..yarın güne gelir ve daha çok kalbe dokunur.
Saygılar ve selâmlarımla.
AliERDİNÇ
Burada okuduğum en güzel öykülerden biri!
Defalarca okunacak, okundukça yeni anlamlar kazanacak, üzerinde düşünülecek öyle çok cümle var ki!
Bu ne güzel öyküleme, ne güçlü bir ifade yeteneğidir böyle! Yazdıklarınızı, ilk fırsatta okumaya çalışacağım. Öğrenilecek çok şey var gibi görünüyor.
Dilerim, yarın ana sayfada herkes faydalanır bu yazın ziyafetinden!..
Teşekkürler güzel paylaşıma...